Ali Görkem Userin

“Bir gün aniden kendi isteğimle roman yazmaya başladım. Sonra bir gün aniden kendi isteğimle yollarda koşmaya başladım. Hiçbir şeye bağlı kalmaksızın, yalnızca istediğimi kendi yapmak istediğim şekilde yaptım.” (Haruki Murakami)

Japonya’nın dünya genelinde tanınıp okunan romancılarından Haruki Murakami’nin (d. 1949) romanlarının önemli bir kısmı dilimizde de mevcut. Fakat öyküleri ve diğer düzyazı eserleri için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Halihazırda Türkçede sadece Koşmasaydım Yazamazdım (Doğan Kitap, 2013) adıyla yayınlanan deneme/hatıra kitabı var.

Kitabın Japonca orijinal ismini Raymond Carver’ın başyapıtı sayılan What We Talk About When We Talk About Love’dan (Aşktan Söz Ettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz) ilhamla koymuş Murakami: Hashiru Koto Ni Tsuite Kataru Toki Ni Boku No Kataru Koto (Koşmaktan Söz Ettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz). Türkçe çeviriye, koşmakla yazmak arasındaki bağa vurgu yapan bir isim seçilerek kitap spordan edebiyata biraz daha yaklaştırılmış.

Edebiyat ve düşünce cephesine baktığımızda, koşmanın değil de daha çok yürümenin revaçta olduğunu görürüz. Türk Edebiyatında Nuri Pakdil bir yürüme sevdalısıdır mesela. Hemen hemen tüm eserlerinde yoğun yürüme övgülerine rastlanabilir. Yazmakla yürümek, paralel ilerleyen iki yol gibidir Pakdil’de. Birbirlerini sürekli beslerler. Tercüme eserler açısından baktığımızda ise sivil itaatsizliğin fikir babası Henry David Thoreau’nun Yürümek ve Fransız antropolog David le Breton’nun Yürümeye Övgü kitaplarının bu alana önemli katkılar yaptığını söyleyebiliriz. Sınırlı yürüme literatürümüze -koşmayı merkeze alması nedeniyle- doğrudan dahil edilemese de Murakami’nin Koşmasaydım Yazamazdım’ı da benzer bir alana sesleniyor.

Murakami’nin, İngilizce baskıda kapağa “a memoir” (hatıra) notu düşülen bu kitabı yazara dair oldukça zengin ipuçları da sunuyor. İşin başında belirtelim, Koşmasaydım Yazamazdım nerdeyse baştan sona, koşmakla alakalı bir kitap. Fakat konu ne olursa olsun, romanlarıyla çoğu okuru etkilemiş bir imzanın biyografik pasajlar da içeren denemelerini okumak ilginç bir tecrübe. Bir kere, metne nasıl yaklaşacağımızı kestiremiyoruz bir süre. Sonrasında, anlattığı meselenin, tüm boyutlarıyla yazarın hayatında net bir karşılığı olduğunu ve kurgudan, fantaziden eser bulunmadığını görünce Murakami’nin sohbetine tereddütsüz kulak veriyoruz.

Koşmasaydım Yazamazdım, Murakami’nin -biri haricinde- 2005 ve 2006 yıllarında kaleme aldığı dokuz yazıyı bir araya getiriyor. Biri ise biraz daha gerilerden, 1996’dan kalma. Yazıldıkları yerler ise Amerika ve Japonya’nın Hawaii, Tokyo, Massachusetts, Kanagava ve Niigata gibi bölgeleri. Kitapta, bu dokuz yazı dışında, önsöz ve sonsöz niyetine iki kısa metin de mevcut. Murakami önsözde, bunun, koşmayı sürdürmenin kendisi için anlamlarına kafa yoran bir kitap olduğunu ifade ediyor. Amacının kitap yazmak olmadığını, fakat “yazıya dökmedikçe doğru düzgün düşünemeyen biri” olarak, koşmanın kendisindeki karşılık ve anlamlarını tespit için yazmaktan başka çaresi olmadığını söylüyor. Kitabı asıl kıymetli kılan nokta ise şu cümleyle açığa çıkıyor: “Koşmak hakkında dürüstçe yazmak, benim kendimle ilgili (bir nebze) dürüstçe yazmam anlamına da geliyordu. (…) O yüzden bu kitabı koşma eylemi ekseninde yazılmış bir hatırat olarak okumanızın da bir mahzuru yok.”

Murakami, nerdeyse her gün düzenli olarak koşmayı sürdüren biridir. Üstelik koşularını da romanları gibi uzun tutmayı sever. 33 yaşında olduğu 1982’nin sonbaharından bu yana düzenli bir şekilde koşmakta ve her yıl en az bir kez tam maratona katılmaktadır. 2005 yazında ise koşmak yeniden yazarın hayatını ayakta tutan eylemlerden biri haline gelir. Bu yüzden koşmayı fazlasıyla ciddiye alır ve her gün ortalama on kilometre koşar. Koşarken müzik dinlemeyi de ihmal etmez. iPod ya da mp3 çalar değil MD çalar kullanır. Daha çok rock, arada sırada da caz dinler. Koşmaya dair en çok muhatap olduğu sorunun koşarken ne düşündüğü olduğunu ifade ediyor yazar. Cevabı ise şöyle: “Dürüst olmak gerekirse, şimdiye kadar koşarken neler düşündüğümü doğru düzgün anımsayamıyorum.” Başka bir yerde de, aynı konuyla ilgili şunu söyler: “Ben kendi üretimim, derli toplu bir boşluk içerisinde, özlemini duyduğum sessizlik içerisinde koşmayı sürdürüyorum yalnızca.”

Koşmasaydım Yazamazdım, ne üstüne yazarsa yazsın, Murakami’nin bir anlatma ustası olduğunu bir kez daha görmemizi sağlıyor. Roman yazma sürecine dair şahsi itirafları ise kitabın ikinci yazısı olan Koşan Roman Yazarı Nasıl Olunur’la birlikte somutlaşmaya başlıyor. İlginçtir, Murakami roman yazmayı düşünmeye başladığı tarihi ve saati net bir biçimde hatırlıyor: 1 Nisan 1978, öğlen 13.30. Cingu Stadyumu’nun açık tribününde oturmuş beysbol maçı izlerken roman yazma düşüncesi zihnine düşer. Birkaç ay sonra ilk romanı Rüzgârın Şarkısını Dinle’yi (1979) bitirir ve bir edebiyat dergisinin yeni yetenekler yarışmasına başvurur. Sonraki yıl ikinci romanını (1973 Yılında Pinball) yazsa da aslında başka bir şeyin peşindedir. Çünkü bu iki roman, kendi ifadesiyle, yazma eyleminden keyif almak için yazdığı eserlerdir. Bir nevi ısınma hareketleri. Artık, “çok daha etkili ve sağlam bir roman yazma” isteğinin içinde büyüdüğünün farkındadır. Bir süre sonra dünya işlerinden elini çekerek tüm zamanını romanı için çalışmaya ve yazmaya adar. Böylece, ertesi yılın Nisan’ında, kendi tarzının ilk ürünü olan Yaban Koyununun İzinde’yi tamamlar. Bu dönemde, sabahtan akşama kadar masa başında yazı yazmakla meşgul olur ve düzenli koşulara başlar. Murakami için koşmakla yazmak arasındaki bağ da yine bu dönemde anlam kazanır.

Murakami kitap boyunca daha çok koşu hatıralarını anlatsa da parça parça kendi yazarlık tecrübesine değinmeyi de sürdürür. Bu konudaki ilginç itiraflarından biri de, kendisinin “doğuştan yetenek bahşedilen yazarlar” ailesinden olmadığıdır: “Ben elime iğne alarak gıdım gıdım kayayı törpüleyip derince bir oyuk kazmadıktan sonra eserin kaynağına ulaşamam. Roman yazabilmek için vücut gücümü ve zamanımı zalimce kullanmam ve zahmet çekmem gerekir. Her roman yazmaya kalkışımda yeni baştan derin bir çukur açmam gerekir.” Görüldüğü gibi, Murakami, kendi tercihi ve gayreti sonucunda romancı olmuştur. Yeteneği değil, çalışması ve kazarak kaynağa ulaşma çabası onu yazar kılar. Kazı çalışmalarının gerektirdiği güç ve enerjiyi ise koşarak elde eder. Bir başka deyişle, koşuları yazmak eyleminin benzini olur.

Öte yandan, çelişkili bir durum olarak, romancının sahip olması gereken en önemli niteliğin deha olduğunu ifade eder Murakami. Fakat kontrol edilemez oluşu dehayı sorunlu bir hale getirir. Ona göre romancının olmazsa olmaz diğer nitelikleri odaklanma ve sürdürebilme gücüdür. Ki bunlar, dehanın tersine, çalışarak ve antrenmanlarla elde edilebilen niteliklerdir. Romanı uzun mesafe koşmaya benzeten bir yazarın bu yaklaşımı da oldukça normal karşılanmalıdır: “Cümle oluşturmanın kendisi, herhalde zihin emeğine dayanır. Fakat derli toplu bir kitabı yazıp tamamlamak, aksine kas gücüne dayalı emeğe yakındır. (…) roman yazarı, öyküyü gereçlerini kuşanarak tüm vücuduyla düşünür. Bu işlemse yazarın bedensel gücünü en küçük zerresine kadar kullanmayı, çoğu durumda boşa harcamayı gerektirir.” Murakami, koşmanın, yazmanın ve hatta yaşamanın özünü aynı yerde bulur: Her bireyin, kendi sınırları dahilinde, içindeki enerjiyi yakarak ilerlemesi. Özü aynı olan bu üçlünün, zaman zaman birbirine paralel ilerlemesi ve birbirini besleyerek zenginleştirmesi de tabiidir.

“Sadece elimle yazmıyorum; ayağım da katılmak istiyor bu etkinliğe her zaman. Yiğit, özgür ve güçlü bir tavır içinde oynuyor rolünü… bazen tarlalarda, bazen kâğıt üstünde.” diyor Nietzsche, Şen Bilim’de. Koşmasaydım Yazamazdım ile Murakami de adının Nietzsche, Thoreau, Pakdil ve Breton’nun hizasına yazılmasını sağlamıştır. Böylece yazar, fildişi kulesindeki münzevi pozundan biraz olsun sıyrılarak normalleşecek, yazmak da masabaşında yapılan bir zihin egzersizi olmaktan çıkarak bir şekilde hayata dahil olacaktır.

babilcomdanalabilirsiniz

Koşmasaydım Yazamazdım – Haruki Murakami
Doğan Kitap