Ceren Kalınbacak

Kitap okuyorum, en can alıcı bölüm geliyor, nefesimi tutmuşum, soluksuz okuyorum. Sonra bir bakıyorum, yazar istediğim gibi yazmamış! O an, elime klaket alıp o sahneye girerek “Kestik!” diyesim geliyor. Sonra devam ediyorum: “Ben size böyle mi yapın dedim! Şimdi sen gidiyorsun, bu oğlanı bir güzel dövüyorsun, neden diye sorma, başından beri gözüm tutmadı onu!” Ama çok güzel olmaz mıydı? Kitabın ortasında girip olaylara müdahale etmek, kitabı ya- zarıyla birlikte tekrar yazabilmek?

Yazarlar, her kurguyu en ince ayrıntılarıyla, kendi bakış açılarıyla ve olay örgüleriyle yazarlar. Hayır, yazarlara lafım yok, benim sorunum bakış açıları. Kitap harika gidiyor, “İşte olacak!” diyorum ama yazar öyle bir final yapıyor ki sanki ön sayfaları hiç o yazmamış, sanki bitirmek için acele ediyormuş gibi. Şu an bunları yazarken bile sinirim bozuldu. O son sayfaları yırtıp atıp sonra kendi kafamdaki sonu yazasım geliyor. Belki de kitabın sonunu yazmamalılar, böylece kendi sonumuzu yazmış oluruz. Fakat bu bana harika bir fikirmiş gibi gelse de okuyucuların beğeneceğini hiç düşünmüyorum, kafalarındaki soru işaretleriyle boğuşmaktan sonu yazabilirler miydi? İşte bu da koskocaman bir soru işareti.

Sonları hiç sevmem. Masalların sonu mesela; “Sonsuza dek mutlu yaşadılar…” Yaşadılar mı gerçekten? Sindirella mesela, prensiyle mutlu oldu mu yoksa anlaşamayıp boşanma kararı mı aldılar? Peki ya Rapunzel? Saçları için hiç üzülmemiş mi? Prensi hiç suçlamamış mı? Biliyorum, her şeyin bir sonu olmalı fakat neden kandırıyoruz birbirimizi? Keşke o sonlar bu kadar ortada olmasaydı, ben onları doldurabilseydim… Ama ben doldursaydım sonları, koca bir nesil hayata hep kötü taraflarıyla bakardı belki de. Olsun, hep pozitif bakmak da iyi değildir zaten. Bazen kötü sonları düşünmek iyidir, yoksa onları güzelleştirmek için uğraşmazsınız. Yine de gelin, şu masalların sonunu dolduralım. Öyle bir son olsun ki Sindirella üvey annesinden kurtulmak için evlenmek zorunda kalmasın, Rapunzel kulede prensi bekleyerek zaman kaybetmesin, Pamuk Prenses, elmanın zehirli olduğunu anlayacak kadar zeki olsun. Hiçbir kız, bir şeyleri elde etmek için bir prense ihtiyaç duymasın. Öyle dolduralım ki sahneleri, insanlar hayatları boyunca unutmayacakları dersler alsınlar.

Devam edelim o sinir bozucu sonlardan. Bazen de olması gereken şeylerden biri aslında şöyle bakınca. Bir şeyler katması için, kitabın mesajı verebilmesi için… Gurur ve Önyargı’yı okudunuz mu bilmiyorum ama orada beni sinir eden bir sahne var mesela. Elizabeth’ in yüzüne “Kendine gel kızım, o Bay Darcy!” demek istediğim o bölüm. Hepinizin aklına gelmiştir belki o sahne. Fakat o kitabı bitirdiğimde aklımda tek bir şey oluşmuştu: Aynı hatayı, ben de belki hiç fark etmeden yapıyorum, hepimiz yapıyoruz. Biz de kendi hayatımızın karakteriyiz, aynı zamanda kendi kitabımızın yazarı.

Belki de Elizabeth’in okuduğu bir kitap karakteri olsam onun da dondurmak istediği binlerce yer olurdu, kim bilir? Aslında mesele belki de kitap değildir. Kitap hayatlarımızdır, fakat biz başkarakter değilizdir, yani demek istediğim başkarakterler kitabın akışında büyük rol oynamazlar mı? Belki de biz yönetmiyoruzdur kendi kitabımızı. Bu yüzden donduramıyoruzdur hayatlarımızı, dolduramıyoruzdur hâliyle…

Gurur ve ÖnyargıGurur ve Önyargı
Jane Austen
Çev: Hamdi Koç
İletişim Yayınları

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 16.sayısında yayınlanmıştır.