Haydar Ergülen

Deyince bizim aklımıza hemen onun adı gelir: Attila İlhan. Nev’i şahsına münhasır bir… demek bile fazla, evvelemir öyledir. Hani şimdi sık sık o cihetten bu cihetten düşünce erbabına, fikir ve ilim insanlarına ve dahi edebiyat ve şiir şöhretlerine, düşüncesiz esnaf zihniyeti tarafından çeşitli suçlamalar yöneltiliyor ya… Bilmem söylemek gerekir mi, bunlardan en hafifi ve en sevimlisi, ‘deli’ olarak taltif ve takdir edilmek olmalı. Öyle deyince, hoşgörüp bağışlamak gibi bir büyüklük ve olgunluk da vehmediyor insan kendisinde. Fakat deliden başlayıp divanede bitmiyor sevginin bu türü, kışkırtıcılıktan hainliğe, bozguncudan düşmana kadar derece derece artarak sürüyor. Eh, hâl böyle olunca da kimsede konuşacak, söyleyecek, yazacak hal ve heves de kalmıyor.

Oysa tam da bu sıfatlarla anıp hatıralarına selam ettiğimiz kıyıdakilerden ya da uçtakilerden çıkmıyor mu sonra uçbeyi diye andıklarımız, okuduklarımız? Geçenlerde Ankara’da belediye meclisi kararıyla Abdullah Cevdet caddesinin adı değiştirildi, caddenin yeni adı ne oldu dersiniz? Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar’ın adı verildi caddeye. Konuyla ilgili haberi internette ararken, basın özgürlüğü hiçe sayılarak tutuklanan değerli yazar, belgeselci, gazeteci ve Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar’ın bir yazısıyla karşılaştım. Can Dündar’a ve değerli gazeteci Erdem Gül’e geçmiş olsun dileklerimi de buraya yazıyorum. Umarım bu yazı yayımlandığında, yapılan yanlışlık ve haksızlık çoktan giderilir, iki gazeteci de yeni yılı özgürce, sevdikleriyle beraber kutlarlar.

Can Dündar’ın 2008’de yayımlanan yazısında ilginç bir durumla karşılaştım. Meğer bu, Abdullah Cevdet caddesinin başına ilk gelen değişiklik değilmiş. Ya? O yıl da, şimdi MHP milletvekili olan, eski Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun adı verilmiş aynı caddeye. Fakat mahkeme kararıyla adını kurtarmış Abdullah Cevdet.

Nazım Hikmet’ten Necip Fazıl’a, Aziz Nesin’den Yalçın Küçük’e, Yaşar Kemal’den Orhan Pamuk’a ve eskiden yeniye ne çok isme… Meraklı insanlar bunlar. Meraksız olmaktan her koşulda iyi merak etmek…

Abdullah Cevdet’in kim olduğuna gelince… O dönemin tüm aydınları gibi ilginç bir adam, kafa karışıklığının bir aydın özelliği olduğunu dikkate alarak, örneğin Ziya Gökalp’in de ilginç bir aydın olduğunu söyleyebiliriz. Abdullah Cevdet şiirler yazmış, şiir kitabı yayımlamış, tıp okumuş, o yıllarda yaygın ‘biyolojik materyalizm’ anlayışını benimsemiş ve sonradan İttihat Terakki’ye dönüşen gençlik örgütünün kurucularından olmuş. Diyarbakır’dayken, intihar girişiminde bulunan Ziya Gökalp’i de kurtaran kişi aynı zamanda. Modernleşme yanlısı düşünceleri kimi zaman da aşırılıklarıyla savunduğu için zamanında ve sonradan hayli eleştirildiği biliniyor. Monarşinin kaldırılması, bilim ve kültürle bir toplumun birbirine bağlanabileceği fikri, çalışarak uygarlık düzeyine yükselmenin mümkün olduğu, ve ulusu dinin dışında birleştirecek bir şeylerin bulunabileceği, ateist olması, batıcılık düşüncesi, kimi yozlaşmış geleneklerin kaldırılması isteği ve ona mâledilen ‘damızlık erkek’ cümlesiyle de eksantrik bir kişilik. O yıllarda Kürtlüğünü savunduğu için de çok eleştiri almış. İçtihad dergisinin kurucusu, halen Cağaloğlu’ndaki ‘İçtihad Evi’nde yayımlamış dergiyi; Telif ve tercüme kitapları da var. Sürgüne de gönderilmiş döneminin pek çok aydını gibi… Uçuk diyebilirsiniz, aykırı diyebilirsiniz, tehlikeli ve sakıncalı fikirler diyebilirsiniz… Ayrıca bu düşüncelerin bedelini de hapis ve sürgünlerde ödemiş biri.

Klasik cümle, düşüncelerinin karşısında olduğumuz birinin özgürlüğünü savunmak. Klasik, çünkü hâlâ geçerli ve hep geçerli olacak. Belki de şöyle düşünmeli. Bazıları daha meraklıdır ve başlarına ne gelirse gelsin bu tutkularını sürdürürler. Toplumun değişmesi için farklı, alışılmadık fikirler öne sürüp konuşurlar, yazarlar. Şimdi yazmakta olduğum yazının benzerini benden önce kim bilir kaç ülkede, kaç dilde, kaç çağda, kaç kişi yazdı ve yazmayı sürdürüyor. Ve bunu bile bile yine de yazmak. Bilineni bir kez daha söylemek… Öyle.

Nazım Hikmet’ten Necip Fazıl’a, Aziz Nesin’den Yalçın Küçük’e, Yaşar Kemal’den Orhan Pamuk’a ve eskiden yeniye ne çok isme… Meraklı insanlar bunlar. Meraksız olmaktan her koşulda iyi merak etmek… Aziz Sancar da merak etmiş, ama o bunun karşılığında ödüllendirilmiş bir bilim insanı. Kutlanacak bir ödül elbette. Ama belediye meclisininki yapılacak iş mi? Herhalde Sancar’ın haberi yoktur bundan, olsa bir bilim insanı gibi davranır ve istemezdi sanırım.

Yakınlarda iki kez Adana’ya gittim, Kenan Evren bulvarının adına hiçbir şey olmamış, darbe liderinin adını memleketteki her şeyden, her yerden kaldıracağınıza pozitivist, atesit ve batıcı diye bir fikir adamının adını kaldırıyor ve daha da beteri bir bilim insanının adını veriyorsunuz o caddeye. Bir önceki değişiklik de çok ilginç. Abdullah Cevdet’in 1915 Ermeni olaylarına ve Kürt sorununa ilişkin resmi tezlerin dışında olması hasebiyle sanırım, caddeye resmi tarihçilerimizden Yusuf Halaçoğlu’nun adının verilmesi de hayli ‘rövanşist’ bir tutum.

…Aslında bunları yazmayacaktım. Girişte adını andığım Attila İlhan’ın kitaplarının arkasında bulunan ‘meraklısı için notlar’, ‘meraklısı için ekler’den söz edip, biyografilere kadar uzanacaktım. Niyetim öyleydi. Lakin, sevgili şair arkadaşım Baki Ayhan T.’nin ‘şairin niyeti/okurun niyeti’ okumalarına benzer bir durum oldu. Attila İlhan deyince, onun da epey aykırı bir kişilik olduğunu ve ona özgünlüğünü kazandıranın şiirlerinin gücü kadar, Kemalist bir aydın olmasına karşın resmi tezlerin dışında ve çoğu kere de bu tezlere çok mesafeli durduğunu hatırladım. Hatta onu okuyan ve seven kitle de birbirini sevmeyen düşünce sahiplerinden oluşmuyor muydu? Ama onun farklılığı, farklı düşünceleri buluşturan bir fark yaratmıştı işte. Onun da devletle ve devlet aklıyla olan imtihanını hepimiz biliyoruz, bazen belki de iyi ki devlet onu sınavdan geçirmiş diyoruz, çoğu için dediğimiz gibi. Gülten Akın ne diyordu, “Yol olmuştur en yiğidin yanması/sana bu ateşten çokça pay düştü”.

Yiğit olmaya da kahramanlığa da gerek yok, onları yiğit, kahraman diye ayrıca övmemiz de gerekmiyor, meraklı insanın böyle sıfatlarla da bir işi olmaz diye düşünüyorum, hatta cesaret bile onlara uzak bir kavram olabilir, ihtiyaçları olmayan bir duygu. Belki kimi şeyleri düşünürken, yazarken, söylerken çok da korkuyorlardır, bunlardan ötürü başıma iş gelebilir diye de muhtemelen düşünüyorlardır, ama merak böceği diyelim o ateşböceği gibi ışıl ışıl parlayan, tutku ve coşku salan o böceğe, işte o kanat açınca bence korkuyu da cesareti de unutuyorlardır.

Diyeceğim, bu yazıyla başlığı arasında pek uyum yok, yazı aldı başını gitti, sonunda dümeni merak duygusuna doğru kırdık ama Attila İlhan’ın kitaplarına tazelik, yenilik, farklılık katan o ‘meraklısı için notlar’ına değinemedik. Öyleyse gelecek yazıların birinde de başlıktaki vaadimizi yerine getirelim, sözümüzü tutalım, ‘Kaptan’ın notlarından konuşalım. Merak duygumuzu hiç yitirmeyelim, hep taze tutalım.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 4.sayısında yayınlanmıştır.