Röportaj: Gökçe Özder

Görkem Yeltan’ı hangi sıfatından başlayarak anlatmak daha doğru olur, bilemiyorum. O hem ödüllü bir oyuncu hem yönetmen, senarist, yapımcı ve söz yazarı, aynı zamanda da ilk kitabını 2002’de yayımlamış bir çocuk edebiyatçısı. Farklı yaş gruplarına yönelik yazdığı sayıca yirmiye yakın kitabı bir yana aynı zamanda uzun yıllar Radikal Kitap’ın  Kaburüko ve Çikolata bölümlerinde çocuk kitapları üzerine eleştirileri de yayımlanan bir isim.
Görkem Yeltan’la çocuk kitapları üzerine konuşmak için başlayan sohbetimiz sinemadan resme uzun bir hatta ilerledi.  

Görkem Hanım öncelikle merhaba. Söyleşi teklifimi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum. 

Ben teşekkür ederim.

Sanatın farklı kollarında işler üretiyorsunuz. Bunu da çoğunlukla bir grup dahilinde yapıyorsunuz. Kitap yazmak ise büyük oranda bireysel yapılan bir iş. Çocuk kitapları yazma sürecinizi nasıl yürütüyorsunuz? Bireysellik ve kolektif çalışma dengesi çocuk edebiyatı dünyanız için nasıl ilerliyor?

Tüm alanlar birbirinin içinden geçiyor ve birbirine destek oluyor. Şarkı sözü yazarken yaptığımız bir çalışmanın filmlere katkısı olmadığını düşünmek mümkün mü?

Çocuk kitaplarının için araştırma dönemi sonrasındaki yazım aşamasında yalnız çalıştığımız bir gerçek. Bunun yanı sıra çizerlerle yürüttüğümüz çalışma ve editörle yaptığımız çalışmaya bir de kitaplarımı tamamladıktan sonraki danışma listemi eklersek orada da birlikte çalışmalar söz konusu. Örneğin şiirlerimi çizen sanatçılarla şu andaki buluşmamız yine birlikte çalışma örneğini oluşturuyor. Çocuk alanında da birlikte üretmenin söz konusu olduğu dönemler var ve benim hayatımda, mutluluğumda çok büyük önem taşıyorlar.

Çocuk kitaplarında genellikle düşülen bir yanılgıdır mesaj kaygısı taşımak. Oysa sizin metinlerinizde mesajın değil her zaman anlatımın, sanatın, edebiyatın ön planda olduğunu görüyoruz. Çocuklar için yazma motivasyonunuzdan söz eder misiniz? 

Çocuk kitabının çocukların da okuduğu kitaplar olduğunu kabul ederek, çocuklar için yazdığımı söylemem doğru olmaz. Çocuk edebiyatı üzerine çalışıyorum ve çocukların dünyasını çok seviyorum ama çocuklar için yazmıyorum. Çocuk kitabı okurları olduğunu bilerek, çocuk edebiyatı üzerine çalışıyorum. Çocuk edebiyatını her daim hayatının merkezinde tutan pek çok okur var dünya üzerinde. Öte yandan sorunuza dönecek olursam çocuklardan öğrendiğim çok şey var, onların güzelim dünyaları bana büyük bir keyif veriyor. Mesaj için yola koyulmanın sanatın alanı olduğunu düşünenlerden değilim. Her eser buluştuğu kişiye göre bambaşka anlamlar hatta farklı mesajlar barındırabilir. Bu işin güzel ve bana heyecan veren kısmı da bu.

Öte yandan çocuk kitapları dışındaki tüm sanatsal üretiminiz yetişkinlere yönelik. Bu bir ikilik yaratıyor mu? Kafanızda oluşturduğunuz çocuk edebiyatı sınırları söz konusu mu?

Çocuk edebiyatında diğer tüm dallarda olduğu gibi sınırlar var. Ressamsanız ve bir sergi açmayı tasarlıyorsanız, açacağınız galeriye göre çalışırsınız, seçkiyi buna göre yaparsınız. Dış alanlara tasarladığınız yirmi metreye beş metre bir işinizi yedi metre tavanı olan bir galeriye koymayı planlamanız kadar anlamsız bir şey olamaz. Ben bunu bir sansür ya da sınırlama olarak görmüyorum. Diğer tüm sanatlarda olduğu gibi çerçevelerin içinde olmaktan söz ediyorum.

Her hikâyeniz elinizde olan ya da o an elinize aldığınız alana göre şekilleniyor sadece.

 Bir söyleşinizde “Babamla oynadığım uydurma oyunlara dayanıyor benim seçebildiğim, hatırladığım dönem. Uydurukçuluk oyunuma aynı keyifle devam ettim şimdiye kadar,” diyorsunuz. Gianni Rodari de Düş Kurma Kuralları’nda benzer bir şekilde uydurukçuluk teknikleri anlatıyor. Bu sizin için bir metot mu yoksa refleks mi? Ne dersiniz?

Uydurmayı çok seviyorum, evet. Bırakmadığım, doğrusunu söylemek gerekirse bırakırsam başka ne yapacağımı da bilmediğim de bir oyun benim için. Bir yaşam biçimi denebilir. Bu oyun beni bulduğu için değil de ben bu oyunu bulduğum, bununla hayatımı sürdürebildiğim için şanslı ve mutlu olduğum da muhakkak. Bir teknik benzeri büyük çatılar kurulabilir mi bu oyunun üzerine? Kurulabilir muhakkak ama benimki daha çok oyundan keyif almak, onsuz kalmayı aklımdan bile geçirememek.

Rodari çok sevdiğim, iyi ki var dediğim yaratıcılardan biri.

Haliç’ten Bulutlar Geçerken kitabınız Balat’ın ara sokaklarını çok canlı tasvir ettiği için olsa gerek, bana gerçek hayattan çok izler taşıyormuş gibi hissettirdi. O romanın başkahramanı Balat’tan tanıdığınız bir çocuk mu?

Balat’ta bir dizinin çekimleri sırasında çalıştığım bir roman Haliç’ten Bulutlar Geçerken. Oyuncu olarak görev yaptığım bir sette beni şansın gelip bulması. Her zaman çok şanslı olduğuma inanırım. Bu dönem ve öncesinden bahsetmek isterim:

Mehmet Güreli’nin filmi Gölge’de bir femme fatale katili canlandırdıktan sonra kendi ellerimle saçlarımı kısacık kesmiş ve Mahmut Fazıl Coşkun’un Uzak İhtimal filminin senaryosu için çalışmaya başlamıştım. Orada rahibe olmak isteyen bir karakteri canlandıracaktım, İki film boyunca yanımda yazmayı tasarladığım bir çocuk karakter taşıyıp onun için notlar alıyordum.

Bu çocuğun nerede yaşadığını henüz bilmiyor ama hikâyeyi, onun dünyasının ana hatlarını oluşturmaya gayret ediyordum. Gölge eski İstanbul dokusunun hâkim olduğu ve Venedik’te çekimlerini yaptığımız, o atmosferlerde çalıştığımız bir filmken, Uzak İhtimal yoğunlukla Beyoğlu bölgesinin filmiydi. Bulunduğum dokulara istediğim hikâyeyi bir türlü uyduramıyordum. Belki de iki filmin de ağır duygusu içinde dönüp dolaşmak karakterimi oralara yerleştiremememe sebep olmuştu.

Birden karşıma televizyon için yapılan bir dizi projesi çıktı. Oynadığım karakterin evi Balat’taydı. Bir sette oyuncuysanız kamera arkasında olduğunuzdan daha fazla zamana sahip olursunuz. Bu şanslı zaman kazanımı, bana sokakta oynayan çocuklarla ve Balat’ta yaşayanlarla tanışma fırsatı sağladı. Zamanla bir de baktım ki Haliç benim romanımın da mekânı oldu.

Seçimlerim ilk ikisi beni karakterimle uygun mekânla buluşturmazken, üçüncüsü benim bu roman için seçebileceğim, beğendiğim, o dönem için çok uygun olan bir yerdi.

Romanın başkarakteri Haliç’e yerleştirdiğim biri. İsmini orada tanıdığım birinden aldı, tanıştığım biriyle aklımdaki buluştu diyebilirim en basit biçimiyle. Bana büyük keyif veren bu çalışma dönemini ve bu dönemin şansını bu biçimde anlatabilirim.

Haliç’ten Bulutlar Geçerken’in kahramanın hayali bir arkadaşı var. Tıpkı sizin Radikal Kitap’taki Çikolata köşenize konuk olan arkadaşınız Çikolata gibi. Sizin de çocukken hayali arkadaşlarınız var mıydı? Bunun özel bir şey olduğunu düşünüyor musunuz?

Hayali arkadaşı olmayan biri var mıdır bu dünya üzerinde? Evcilik oynarken bebeklerimizle konuşmamız, tahtadan yaptığımız ya da bize hediye edilen bir arabayı hareket ederken hayal etmememiz söz konusu olabilir mi? Yaptığımız bir resmin yaşadığına inanmaz mıyız oyun kurarken? Özel olduğunu düşünüyorum elbette, güzellikler dünyasının kapılarının oralarda açıldığına, açılan kapılardan geçenlerin de bambaşka güzelliklerle buluştuklarına inanıyorum. Mesele bu oyunları kaybetmemekte.

Buyaka Çocuk Evi üç kitaptan oluşan nispeten uzun bir kurgu. Bu tür uzun kurgular söz konusu olduğunda hikâyeyi çetrefilleştirmek için uyguladığınız yöntemler neler? Bunda sizi zorlayan bir yan oluyor mu?

Buyaka Çocuk Evi, Roma seyahatim sonrasında şekillenen bir seri. Uzun süre içimde taşıdığım, yaşadığım, üzerine çok çalıştığım için hikâyeler ve karakterler birikmişti. Üç kitabı üst üste tamamlayabildim. Bu büyük bir şanstı benim için. Evin her yanında karakter isimleri ve özelliklerinin yazıldığı notlarla, karakter ve mekân çizimlerin saçılı olduğunu hatırlıyorum. Çok güzel bir dönemdi benim için, karakter devamlılıklarını sağlamak, yazmak ve çizmek. Serinin üç kitabını bitirdiğimde Hale Karpuzcu’yla çizimler için geçirdiğimiz dönemi de çok seviyorum. Sonraki çizimlerini Büşra Çakmak yaptı. Her ikisinin de harikulade dünyasının kitaplarım için büyük şans olduğuna inanırım.

Zorlanmak… Tüm işlerimde üretim aşaması zorlamıyor. Niye zorlasın ki, kimseye bir borcum olmadığı, sadece kendime yapma sözü verdiğim için yaptığım işler bunlar. Yapmak zorunda değilim, yapmasam kimseyi üzmem, öte yandan yapmak zorundayım kendim için. Üretim yolculuğunu kendime borç olarak görüyorum ben öncelikle. Programlı çalıştığım için zorlanmıyor, mutlu oluyorum. Zorlanmak aklımdan hiç geçmemiş bir kelimeydi bu alanda, keyif almayı tercih ederim sanırım.

Çocuk kitabı yazarı olduğunuz kadar iyi bir de çocuk kitapları okurusunuz. Bana sanki çocuk kitapları okumak, yazmak halen küçümsenen bir şeymiş gibi geliyor. Sizin için çocuk edebiyatı ne anlam ifade ediyor? Diğer sanat üretimlerinizde okuduğunuz çocuk kitaplarınızdan beslendiğinizi hissediyor musunuz?

Her alanın birbirini beslediğinden eminim. Çizgi roman merakım sayesinde filmlerdeki renk geçişlerini daha iyi çalışabiliyorum. Edebiyatla senaryo ve şarkı sözlerinde çalışma kolaylığı kazanıyorum. Oyunculuk sayesinde yönetmen olarak, kukla dikip resim yaptığım için pek çok alanda daha rahat adım atabiliyorum. Çocuk edebiyatının bambaşka bir yeri var elbette içimde, o bana yaşama sevinci ve üretme gücü veriyor. Hayal dünyamı diri ve zengin tutup sayamayacağım kadar çok besin sağlıyor.

Özellikle Mehmet Güreli’nin ve kendi resimlediğiniz kitaplarda çizimlerin sanki bir çocuk elinden çıkmış gibi bir havası var. Bu durum özellikle mi tercih ettiğiniz bir şey?

Mehmet Güreli, benim hayatımda en değer verdiğim ustalarımdan biri olması ve pek çok alanda üretmesinin yanı sıra iyi bilinen, resimlerine hayranlıkla baktığım bir ressam. Onun seçimleri her zaman profesyonelliğinin kanıtı.

Benim çizimlerimin eğitimsiz, iyi çalışmamış, tamamen keyfime göre çıktığını düşünmemizde sakınca yok. İkisi birbirinden çok farklı, aynı yerde değerlendirilmeleri şimdilik mümkün değil.

Kendi resimlediğim iki şiir kitabım var. Çok Şiir Bir Salıncak ve Kısa Boyunlu ZürafaŞiirleri yazarken resimleyerek yazarım, tıpkı sinemada storyboard benzeri çizimlerle çalıştığım gibi. Kendim görmek için, kendim bileyim diye. Benim resimle ilişkim böyle amatör bir ilişki. Şiirlerimin çizimlerini gören o andaki genel yayın yönetmenimiz İlknur Özdemir, bu resimlerle basmak istediğinde, çevremdekilerin beni yüreklendirmesiyle bu basımlar gerçekleşti. Yüreklendiren kişilerden biri de elbette Mehmet Güreli’ydi.

Şiirlerimi videolarla gönderen çocuklar, öğretmenler beni çok mutlu ediyorken, şiirleri çizimlerime bakarak resimleyip gönderenlerin hediyelerini gördükçe üzülüyorum. Onların gerçek işi bu olanların, yaratıcı, harika ellerin işlerini görmesini tanımasını hayal ediyordum.

Bu nedenle şu an hazırlanan çocuk şiirleri kitabımda benim de hayranlıkla eserlerini izlediğim isimler yer alıyor. Her birine sonsuz teşekkür borçluyum ve onlarla tanışacak okuyucuları düşündükçe de çok heyecanlanıyorum.

Pek çok kurgunuzda “ben” anlatıcı tercih ediyorsunuz. Bu tercihin çocuk duyarlığını aktarmakta daha avantajlı olduğunu mu düşünüyorsunuz yoksa bilinçli bir tercih değil mi?

Kimisinde anlatıcının kimisindeyse karakterin anlatmasını seçiyorum. Bu, o dünyanın bende şekillenen karşılığı oluyor genellikle. Tüm kitaplarımı göz önüne alırsak hesaplı yapılan bir şey değil. Öte yandan her hikâyeye uygun seçimlere yöneldiğim muhakkak. Şiirlerimde karakterin sesini daha çok seçmem de oyuncu olmamın da bir yansıması sanırım.

Başucunuzda duran, sık sık dönüp ilham aldığınız çocuk kitapları var mı?

Her zaman vazgeçemediğim beş kitabım var: Küçük Kara Balık, Küçük Prens, Asteriks, Ağaca Tüneyen Baron, Pıtırcık.

 Bu ara çocuk edebiyatıyla alakalı yeni projeleriniz söz konusu mu? Üç romanınızın yeni çizimleriyle çıkacağından bahsetmiştiniz. Belki bunlardan bahsetmek istersiniz.

Üç romanım yeni çizimleriyle yeni yayıncısında, iki renkli resimli büyük boy kitabım yeni çizimleriyle bir diğer yayıncımızda, çok beğendiğim çizerlerin ellerinde yeşeriyor. Bir de bahsettiğim, beni çok heyecanlandıran ve resimlerine bakmaya doyamadığım şiir kitabımın çizimleri tamamlandı, tasarım hazırlıkları sürüyor.

Cevaplarınız için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.