Kaan Murat Yanık

Bu kitapla köyümün uçsuz bucaksız kızıl arı tarlalarında dolaşan kahraman ruhlara ve haksız yere ölenlere sesleniyorum. Ben sizin soyunuzdan gelen bu değersiz, soya sosuna batırılmış kalbimi söküp parçalara ayırdım, üç kâseye koyup darı tarlalarına bıraktım. Sizlere adağımdır bu! Gelin yiyin!”

Mo Yan, yani gerçek adıyla “Guan Moye” Çin edebiyatının en ilginç yazarı olarak kabul ediliyor. Hem kendi ülkesinde hem de dünya kamuoyunun ilgi odağı haline dönüşmesi 2012 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülü sonrasında oldu. O günden sonra yazarın adı “yasak, sansür, oryantalizm, delilik” kelimeleri ile aynı paragraflarda yer aldı. Bazıları onu Çin mitolojisinden, halk masallarından ve gerçekçi köylü tiplemelerinden beslenerek oluşturduğu eserlerini Batı’ya esrarengiz bir “Çin” algısı yaratıp bunu pazarlamak için kullanmakla suçlasalar da, kimi eleştirmenler ise Mo Yan’ı Çin edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük yazarı olarak nitelediler. Elbette ülkesinde onu bu iki kutbun dışında safsatalar kralı olarak tanımlayanlar da var.

1955 yılında Çin’in ücra bir köyünde, kalabalık bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen yazar, küçük yaştan itibaren çiftçilik ile uğraşmış. Kültür Devrimi’nin en hararetli dönemine denk düşen ergenlik yıllarında okulunu bırakmak zorunda kalmış. Sırasıyla pamuk tarlalarında yağ ve çelik fabrikalarında çalışmış. Yazarın edebiyat ile güçlü bir rabıta kurması bu yıllara rastlamış. Kültür Devrimi’nin kıskacında var olmaya çalışan aksak, kısıtlı bir entelektüel dünya içinde eserler vermeye çalışan özgürlükçü yazarlardan etkilenmenin yanı sıra, resmi ideolojinin kurumsallaşmasını sağlamak amacıyla daha propagandist metinler üreten, dönemin toplumcu gerçekçi ve sosyal epikçilerinden etkilenmiş Mo Yan.

1976 yılında Kültür Devrimi’nin sonra ermesiyle birlikte Halkın Kurtuluşu Ordusu’na katılmasına kadar geçen zaman içinde başta kendi köyü olmak üzere, Çin’in taşralarını gezerek halk hikâyeleri, şarkıları ve efsaneler toplamış. Orduya katılması sonrasında ise merkezinde yoksul köylülerin başından geçen olayların konuşlandırıldığı ilk eserlerini oluşturmuş.

2012 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülü, siyasi tartışmaların gölgesinde kalsa da, Nobel edebiyat komitesi ödülün gerekçesini; “Sanrısal gerçeklikle, halk masallarını, moderniteyle tarihi bir arada, yetkin bir dille harmanlandığı için verdiğini söyledikten sonra edebiyat otoriteleri onu modern bir masal anlatıcısı ilan etti.

Yazarın en büyük eseri olarak kabul edebileceğimiz Kızıl Darı Tarlaları için onun edebi renginin, karışık belleğinin, sivri üslubunun, satır aralarında erittiği siyasi göndermelerin, şiddeti ve şehveti aynı kadraja dâhil etme isteğinin, doğaüstü tasvirlerinin ve elbette mitoslarla örülmüş büyülü bir kurmacanın bileşkesi diyebiliriz. Postmodern minör destan türünde kabul edebileceğimiz eser, hüzünlü, argolu ve ironiyle sıvanmış bir dille kaleme alınmış.

Köylü bir aile olan Shandong ailesinin elli üç yıllık öz serüveninin üç kuşak etrafında anlatıldığı hikâye, “Yan” isminde bir anlatıcının ağzından veriliyor. Japonların saldırısına maruz kalan bir köyde yaşanan dramatik olayların gro-naturalist bir şablon içine yerleştirilen kurmaca denklemi ile akıtılması esnasında zaman mefhumu farklı bir şekilde kullanılmış. Faulkner’in zamanı kırıp yeniden inşa ederek metnin bütününe dağıtmasına benzer bir teknik kullanan yazar, kronolojik bir sıralamaya bağlı kalmıyor.

Eserde 1920’li yıllar ile 1970’li yıllar arasında ülkenin odak noktası hasar görmüş birçok meselesi ele alınırken, hayal-hakikat, ölüm-kalım, eski-yeni, hurafe-bilim gibi ikilemler deşilmiş.
Japon-Çin savaşının sonrasında komünist-milliyetçi çekişmesi, ölüm ve kahramanlık temasının etrafında, ölüm ve siyaset felsefesi üzerine uzun çıkarımlar yapılarak anlatılmış. Canlı canlı derisi yüzülen askerlerin, tecavüze uğrayan yaşlı kadınların, kuyuda sıkışanların, kan gölüne dönen pirinç tarlalarının görünümü realist ifadelerle tasvir eden yazar, tarihi olayların seyrini de resmi ideolojiye karşı protest bir tavır sergilemek adına kasti olarak çarpıtmış. Aynı zamanda soğukkanlı bir anlatımı yeğlemesi ile ölümün sıradanlığına ve acının sürekliliğine dair ilginç saptamalarda bulunmuş. Budizm, Taoizm, Konfüçyanizm gibi disiplinlerden devşirdiği hurafeleri metoforlar içinde eriterek verirken bu inançlarla inceden de olsa bir alay etmeyi ihmal etmemiş. Bununla birlikte komünizmin sistematik eleştirisini yapan yazarlardan farklı olarak ideolojiyi elle tutulabilen bir nesne kıvamında işlemiş.

Mo Yan’ın karakterine gelince eserlerinin genel yapısından, yani evhamlı, kanlı ve kara mizaha batık ambiyansından azade değiller. Çelişkilerden, zayıflıklardan ve tutarsızlıklardan dokunmuş karakterlerin psikolojik boyutu, coğrafya ve kader arasındaki bağ üzerinden yapılandırılmış. Aslında karakterlerin çoğu; havada kalan, kafası karışık insanlar olsa da, yazarın üslubundaki destansı taraf yeri geldiğinde ayakları yere sağlam basan, aklı başında, mücadeleci karakterlere evrilebiliyorlar.
Yani, tıpkı zaman kavramının parçalarında olduğu gibi, kahramanlar da âni değişimler yaşayabiliyorlar. İyi karakter kısa zaman içerisinde kötü olabilirken korkak, cesur birine dönüşebiliyor. Bu durum karakterleri aşıp duyguların yönünü de tayin edebiliyor bazen, söz gelimi korkunun içinde cesaret, zalimliğin içinde mazlumluk gibi şaşırtmacalı haller peydahlanabiliyor.

“Köyümüz aslında sazlık ve çalıların bol olduğu, içinde tilki ve yabani tavşanların gezindiği bir oyun bahçesiymiş, daha sonra çobanlar için birkaç kulübe yapılmış, ardından bu kulübeler azılı katillerin, sefil sarhoşların, umutsuz kumarbazların yuvası olmuş. Ev yapıp toprak sürerek köyü kendi oyun bahçelerine çevirmişler, buradan zorla sürülen tilki ve yabani tavşanlar, ayrılırken insan ırkını kınayan çığlıklar atmış. Köy şimdi harabe halindeymiş, onu insanlar inşa etmiş ve yine insanlar yıkmış. Şimdi gerçekten de yıkıntıların üzerine inşa edilmiş, acı ve neşenin birbirine karıştığı, üzgün bir oyun bahçesiymiş”

Güçlü, büyücü, otacı, şifacı olarak öne çıkan yaşlı kadınların ve ninelerin öncülüğünde teşekkül eden mistik hava; mitoslar, halk hikâyeleri ve efsanelerle desteklenmiş. Elbette büyük bir cesaretle, kahramanca savaşan dedeyi de atlamak olmaz. Bu noktada Latin Amerika’nın neredeyse milli üslubu kabul edilen büyülü gerçeklik akımını anımsatan izlekler görmek mümkün ki, Mo Yan’ın Marquez’den etkilendiği söylemi yazarın üstüne yapışan bir hal almış. Yazar, sonraki kitaplarında Marquez’den etkilendiğini kabul etmekle beraber, Kızıl Darı Tarlaları’nı yazarken henüz Marquz’i keşfetmemiş olduğunu üstüne basa basa söylüyor.

Köklerini arama refleksine büyük önem veren yazar, aslında seksenli yıllarda Avrupa’nın ve Amerika’nın sömürdüğü birçok ülkenin yazarlarında ortaya çıkan yolu adımlayarak başta Kızıl Darı Tarlaları olmak üzere eserlerinin genelinde epik bir tavırla, iç içe geçmiş destansı perspektifleri alt kurmacaya yerleştirerek yerli şuurla bir meydan okuma yapıyor.

Aynı zamanda kapitalizme direnerek suni, alternatif bir kapitalizme maruz kalarak değişen Çin’i, yeni Çin’e ait tiplemeleri, bürokrasinin dengesizliğini, adaletsiz dünyanın ardını, taşranın psiko-portresini, toplumun cılk yaralarını ve her şeyin ötesinde tensel ve tinsel aşkı bazen mizahi, kimi zamanda şiirsel bir dil ve dahi sanrısal bir bakışla anlatıyor.

Mo Yan’ın, Ertem Kurtuldu’nun başarılı çevirileriyle Türkçede yayınlanan kitapları; Kızıl Darı Tarlaları, Yaşam ve Ölüm Yorgunu, Değişim, İri Memeler ve Geniş Kalçalar, Saydam Turp / Seçme Öyküler.

Dünyanın en fazla kitabı toplatılan yazarı olan Mo Yan’ın garip bir tutkusu var. Kitaplarındaki hemen her karakterin bir biblosunu yapıp bunları saklıyor.

Son olarak; Mo Yan ismi, yani yazarın kendine seçtiği mahlas; Çincede “Konuşma!” anlamına geliyor. Yazar bir röportajında bunun sebebini gençlik yıllarında ailesinin sürekli evin dışında konuşmamasını, düşüncelerini uluorta söylememesini tembihlemesi olarak açıklıyor. 

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 25.sayısında yayınlanmıştır.