Nihal Yormaz

Cimri eseriyle tanıdığımız Molière, soyluluk ve budalalık kavramlarını yıllarca irdeledi durdu ve 21. yüzyılda dahi tartıştığımız eserler bıraktı. Peki, neydi Molière’i Molière yapan? Neydi onu yüzyıllar boyu konuşulmaya layık kılan?

15 Ocak 1622’de Jean-Baptiste Poquelin ismiyle Paris’te doğdu. Babası kralın emrinde çalışan ve sarayın döşemelerini yapan bir mobilya ustasıyken annesi ise zengin bir burjuva ailesinin kızıydı. 10 yaşındayken annesini kaybetti Jean-Baptiste ve hayatta arasının pek de iyi olmadığı babasıyla kalakaldı. Collège de Clermont’da okuduğu yıllarda birçok asilzade ile tanıştı ve arkadaş oldu. Bu arkadaşlıklar ilerleyen zamanlarda yazacağı ve oynayacağı eserlerine malzeme oluyordu aslında. Okulda Latince de öğrendi ve bu sayede antik yazarların eserlerini okuyabilecek hale geldi. İçinde çok küçük yaşlarda, büyük babasının onu sık sık Hôtel de Bourgogne’da sergilenen oyunlara götürmesi sayesinde uyanan tiyatro tutkusunun peşinden gitmek istedi. Buna rağmen okulu bitirmesinin ardından babası onu kendi işini yapması için saraya, döşemecilik işlerine soktu. Jean-Baptiste, XIII. Louis’nin kendisini gönderdiği bir gezide Madeleine Béjart adlı güzel bir oyuncu ile tanıştı ve bu güzel kadına âşık oldu. İşte bu aşk Jean-Baptiste için bir dönüm noktasıydı. Béjart’a duyduğu aşk, ondaki sahneye çıkma arzusunu körükledi ve 1643’te 23 yaşındayken aniden babasının işini bırakıp Paris’ten ayrıldı. Madelaine Béjart ile Illustre Théâtre adlı bir tiyatro topluluğu kuran Jean-Baptiste için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Kurdukları bu toplulukta Jean-Baptiste adı yerine sahne adı olarak Molière’i kullanmaya başladı. Fransa’nın Midi bölgesinde yer alan Vigan şehri civarındaki bir köyün adı olan Molière, artık Jean Baptiste ile özdeşleşecekti.

Illustre Théâtre Dönemi

Molière’in sanat kariyerinde oldukça önemli bir yere sahip olan Illustre Théâtre, ilk kurulduğu zamanlarda zamanın en moda türü olan trajedide şansını denedi. Oynadıkları tüm oyunlar başlarda büyük bir ses getiriyordu ve bu başarıda en önemli etken Madeleine Béjart’ın yeteneğiydi. Bu topluluğun kendine özgü bazı kuralları vardı. Bunlardan en önemlisi; başrolleri yalnızca belirlenmiş üç ismin oynayabilecek olmasıydı. Bu üç isim; G.Clerin, Joseph Béjart (Madeleine Bejart’ın ağabeyi) ve Molière idi. Madeleine Bejart ise kendisi hangi rolü isterse o rolü oynama hakkına sahipti.

İlk üç yıl için Porta de Nesle yakınında bir spor evi kiralayıp burayı bir tiyatro salonu haline getiren topluluk, tüm çabalarına rağmen başlardaki başarısını devam ettiremedi ve Paris’in Hôtel de Bourgogne ile Théâatre de Marais gibi büyük tiyatrolarının getirdiği sesi getiremedi. Bunun üzerine Madeleine, oyun yazarı olan akrabalarından birinden kendilerine vermesi için iki farklı oyun istedi: “La Morte de Sénèque” (Sénèque’in Ölümü) ve “La Morte de Crispe” (Crispe’in Ölümü). Madeleine her iki oyunda da üstün bir performans sergilemiş olsa da Illustre Théâtre beklentinin çok altında bir seyirci kitlesi toplayabiliyordu. İşler bekledikleri gibi gitmiyor ve özellikle de Madeleine bu soruna bir çözüm bulmaya çalışıyordu. Bu amaçla Gaston d’Orleans asilzadelerinden Baron de Modene’in aracılığıyla krala ulaşmaya ve kralın korumasını almaya çalıştı. Çünkü işler sarpa sarmış ve topluluğun tüm üyeleri borçlanmıştı. Hatta zaman içinde bu borçlar o kadar arttı ki sonunda Molière hapse girdi. Molière babasının ve dostlarının yardımıyla hapisten kurtulmuş olsa da artık Illustre Théâtre tarihe karışmıştı. (1646)

Gezici Tiyatro Dönemi

Yaşanan olumsuzluklar Molière’i tiyatrodan uzaklaştırmaya yetmemiş, aksine Madeleine ve Illustre Théâtre topluluğundan birkaç kişi ile beraber 12 yıl sürecek yeni bir maceraya atılmıştı. Başlarda başka bir gezici grubun yanında çıktıkları bu serüvene sonraları kendi topluluklarını kurarak devam ettiler. Bu yeni topluluk, kazandığı başarı sayesinde Orleans Dükü I. Philip’in koruması ve desteğini almayı başardı ve bu sayede Fransa’nın dört bir yanını dolaştı. Bordeaux’da, Nantes’de, Toulouse’da, Nabon ve Lyon gibi önemli şehirlerde temsiller veren, oyunculuğunu ve yazarlığını ilerleten Molière, Lyon’ da bilinen ilk eseri olan “L’Etourdi” (Savruk) adlı oyununu sergiledi. Lyon’da, aralarında Corneille ve Racine’in de bulunduğu birçok ünlü yetenekle tanışan Molière ve ekibi, artık ünlenmeye başlamıştı. 12 yılın ardından Paris’e yeniden döndüğünde Paris’te tekrar şansını denemeye karar veren Molière ve gezici topluluğu, bu dönemde kralın önünde Nicomedes’i oynadı. Molière kralın oyunu beğenmemesi üzerine büyük bir çıkmaza girdi. İşte tam bu sırada Molière, Le Docteur Amoureux (Aşık Doktor) adlı İtalyan tarzı tek perdelik komediyi sahneye sürdü ve bu kez şans yüzüne güldü. Kralın bu oyunu beğenmesi durumu kurtardı ve kralın izniyle Molière ve ekibi Petit-Bourbon tiyatrosuna yerleşti. İşte Molière’in tırmanışı bu şekilde başladı. Sırasıyla “Küskün Âşıklar” ve “Küskünler” oyunları sahneye konuldu ve büyük ilgi gördü.

Molière’e göre komedi yalnızca bir güldürme aracı değil güldürürken düşündürme amacı güden bir türdür. Bu görüşünü tüm eserlerine yansıtan sanatçı, eserlerinde gündelik ve sade bir dil kullanmış ve doğallıktan uzak her türlü tutumu sonuna kadar eleştirmiştir. Tüm sahte değerler, kendini beğenmişlik, soyluluk, aile yapısı ve sınıf ayrılıkları, Molière’in eleştirdiği konuların başında geliyordu. Kiliseyi eleştirmiş olması ise ölümünden sonra dahi başına iş açmış ancak o, bildiği yoldan hiçbir şekilde sapmayarak kendini çağının ötesine taşımayı başarmıştır. Onu tanımamızı sağlayan en ünlü oyunu Cimri’de de Molière’in bu eleştirel tarzını görmemiz mümkün. Komedi tarzında bir eser olan “Cimri”de, paradan başka hiçbir şeye değer vermeyen, çok zengin olmasına rağmen hastalık düzeyinde cimri bir adam olan Harpagon’un son derece kusurlu davranışlarına ince ince dokundurmalar yapılmıştır. Cimri’de Harpagon karakterinin şahsında, cimri bir adamın düştüğü gülünç durumlar ve verdiği anormal tepkiler işlenerek ince bir toplum eleştirisi yapılmıştır. Molière ve tarzıyla henüz tanışmamış olanlar için bu oyun iyi bir başlangıç olacaktır.

Trajik Ölümü

Molière yaşadıklarını, hayat görüşünü, sıkıntılarını, hüzünlerini ve doğuştan gelen yeteneğini hayal gücüyle birleştirerek adeta yaşamını bir tiyatroya çevirmiştir. Öyle ki; 17 Şubat 1673 günü öldüğünde, ölümü dahi bir çeşit tiyatro oyunu gibiydi. Verem hastası olan Molière o gün, başrolünü oynadığı “Le Malade Imaginaire” (Hastalık Hastası) oyununun dördüncü sahnesini sergilerken kanlı öksürük krizine tutuldu. Doktorların ve ekip arkadaşlarının tüm ısrarlarına rağmen krizin ardından tekrar sahneye çıkarak rolünü tamamladı. Fakat bu, onun sonunu getirdi. Zira oyundan birkaç saat sonra evinde yeniden fenalaşarak 51 yaşında hayata gözlerini yumdu. Kiliseyle barışık olmadığı için Molière’e ne bir dini tören düzenlendi ne de Hristiyan mezarlığına gömülmesine müsaade edildi. Ne acıdır ki hayatını tiyatroya adamış, günümüzde dahi eserleri büyük bir beğeniyle okunan ve sergilenen, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biri olan Molière, Paris’in Saint Joseph mezarlığının ücra bir köşesine törensiz, duasız ve azılı bir suçluymuşçasına gizlice gömülmüştür. Molière, yaşadığı sürece toplumun yaralarını deşmeyi kendine görev edinmişti. Düşünceleriyle, gözlemleriyle ve eleştirileriyle, geride bıraktığı eserleriyle Molière daima kalplerde yaşayacaktır.