Özkan Ali Bozdemir

Joshua Fields Millburn ve Ryan Nicodemus adlı iki arkadaş, kariyer merdivenlerini hızla tırmandıktan ve her şeye sahip olmayı başardıktan sonra yine de eksik bir şeyin kaldığını hissedip yeni bir arayışa doğru sürükleniyorlar. Başarılı iş hayatının ve maddi kazançların sonunda gerçekten huzurlu olmadıklarını anladıklarında da kendi ifadeleriyle “küçülmeye” karar veriyorlar.

Bir blog hazırlayıp küçülmeye doğru gittikleri bu süreci her detayıyla kaleme alıyor, bir yandan da şehir şehir dolaşarak tecrübelerini insanlarla paylaşıyorlar. Amerika’da büyük ses getiren bu zorlu yaşam biçimi, önce New York TimesForbesTimesWall Street Journal gibi önemli yerlerde haber oluyor ve daha sonra ünlerini tüm dünyaya duyuran “The Minimalists” belgeseli çekiliyor.

Minimalizm, Anlamlı Bir Yaşam adıyla Türkçeye çevrilen kitapta, Joshua ve Ryan’ın bloglarında yer alan yazıların bir seçkisi yer alıyor aslında. Bütün yazıları kitaplaştırmanın minimalizm ruhuna ters düşeceğini düşündükleri için yazılarda da küçülmeye gidiyorlar. Minimalizm elbette yabancısı olmadığımız, gerek mimaride gerekse edebiyatta sıklıkla karşımıza çıkan bir kavram. Kitapta da bildiğimiz anlamda işleniyor konu, ancak yazarların önerdiği kimi düşünceler böyle bir kavramın gündelik hayatın içinde de yer alabileceğini gösteriyor bize. Büyük bir evden, o evin kullanılmayan odalarından, mobilyalardan, vitrinleri dolduran öteberilerden, giyilmemiş kışlıklardan, yazlıklardan; biriktirilmiş poşetlerden, biblolardan, çerçevelerden… İnsanın yükünü düşününce, hatta kalem kalem saymaya kalkıştığımızda bile büyük bir yorgunluk duymuyor muyuz gerçekten de? Minimalistler işe önce eşyalardan başlamak gerektiğini belirtiyor. Bir-iki fincanın, birkaç kazak ve pantolonun temel ihtiyaçlarımız için yeterli olduğunu savunuyor. Kitabın girişinde Epiktetos’tan yapılan bir alıntı aslında meselenin düğümünü net bir şekilde ortaya koyuyor: “Bizi rahatsız eden, şeyler değil, o şeylere atfettiğimiz önemdir.” Gerçekten de varlığıyla bile bize yük olan onlarca nesne etrafımızı kaplamış bir hâlde. Her nesne yeni bir düşünce, zaman ve çabayı da beraberinde getirince ortaya çıkan kalabalık gittikçe artıyor. Minimalistler, kitabın girişinde mutlak amacın ne olduğu sorusunu soruyor ve kendilerinin bulduğu yanıtı detaylarıyla paylaşıyor. Onlara göre temelde mutluluğun değil, anlamın peşinde koşmak gerek. Daha zengin nasıl olunur veya daha şık nasıl giyinilir, güzel bir ev nasıl döşenir sorusunu sormaktansa daha anlamlı bir hayat nasıl yaşanır sorusunu sormak bizi gerçek huzura götürecek.

Sadeliğin ve basitliğin getirdiği anlam, elbette başka hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Bu gündelik yaşamda nasılsa sanatta da öyledir. Tarkovski sinemasını izlerken veya bir Çehov öyküsü okurken basitliğin içinden çıkan o gerçekliği hiçbir şeye değişemeyiz. Demek tıpkı sanatta olduğu gibi günlük hayatımızda da gereksiz olan her şeyi bir kenara itersek aradığımız o anlam da kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bu görüş bir yönüyle tasavvufa da yakın duruyor aslında. Erbainin, kırk günlük çilenin dolması için geçen sürede yapılması gerekenlerin de bu yaşam formuna benzediği büyük bir gerçek. Daha az yemek, daha az içmek, daha az konuşmak ve daha çok yoğunlaşmak ibadet için nasıl gerekliyse daha anlamlı bir hayat sürmek için daha azla yetinmeyi bilmek de o kadar önemli.

Anlamlı bir yaşam sürmeyi öneren minimalizm, gittikçe etrafımızı saran tüketim çılgınlığına karşı yapılmış bir hareket olarak da okunabilir bir yandan. Daha yüksek binalar, daha özellikli saatler, telefonlar; daha çok iş ve kariyer, daha çok kıyafet, yemek, daha konforlu araçlar… İnsanı mutlu edebilmek için tasarlanmış her “daha”da, büyük bir boşluk saklı oysa. Less is more’un, yani azın çok olduğunu ifade eden önermenin her zaman geçerli olduğu apaçık ortada. Anlamın peşinde ilerleyebilmek için yüklerinizden kurtulun, diyor minimalistler ve inandıkları bu yaşam biçimini şöyle özetliyorlar: “Kısa süreli ya da geçici mutluluk değil, disiplinli, dikkatli, bilinçli ve amaca yönelmiş bir hayatla desteklenen uzun süreli bir hoşnutluk. Mutluluk, yalnızca bir yan üründür.” 

Arka Kapak dergisi 32. sayı