Kültigin Kağan Akbulut

İlhami Algör‘ün kendine has mizahı ve dil oyunlarıyla ördüğü romanı Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku aynı isimle beyazperdeye uyarlandı. Kadın erkek ilişkilerine getirdiği bakış açısıyla döneminde kült olmuş kitap mizah anlayışı ve yazarın dilsel biçimiyle de yeni Türkçe edebiyatta kendine has bir yer edinmişti. 2011 yılında Geriye Kalan adlı ilk yönetmenlik denemesinde de kadın erkek ilişkilerine odaklanan Çiğdem Vitrinel “Müzeyyen” gibi zor bir kitabı belli temel sorunlara rağmen hayranları üzmeyecek şekilde filmleştirmiş.

En başta Algör’ün kitabına roman değil de novella demek daha uygun olur diye başlayalım. “Müzeyyen” hem bir romanın verdiği karakter gelişimi özelliklerine sahip hem de bir hikayenin savrukluğuna. Bir pencereden baktığımızda kitabı edebi ve sinemasal referansları, metaforları, başının kalk gidelim dediği sonunun otur dediği cümleleri, nereden gelip benzerlik kurduğu bilinmez metaforlarıyla heyecan veren bir dil cambazlığı olarak tanımlayabiliriz. Başka bir pencereden baktığımızda ise kitabı bir türlü oturmak bilmeyen (istemeyen de) olay örgüsü, karakter inşa ederken yarattığı boşluklarla tamamlanmamışlık hissi veren, geleneksel olmayan bir karakter yaratma derdindeyken kadın erkek rollerine dair geleneğin girdabına giren sorunlu bir roman olarak da tanımlayabiliriz. İki şekilde de Algör’ün “Müzeyyen”ine varırız.

Vitrinel’in filmi de bilinç akışı anlatımlı bir romanı baştan sona hikayeleştirip izleten, ufak aksaklıklar dışında öykünün su gibi aktığı, ağlak ya da korkunç bir şekilde komik olmaya çalışmayan, oyunculukların, özellikle başroldeki Erdal Beşikçioğlu’nun Türkiye sinemasında az görünür şekilde performans sergilediği, sağlam bir sinematografiye sahip bir uyarlama olarak okunabilir. Aynı şekilde film, ana akım romantik filmlerin kalıplarından sıyrılmaya çalışırken kendi kalıplarını yaratan, her zaman tehlikeli olan içses metodunu oyunculuk sayesinde kurtaran, steril hatta fazla sinematografik sinematografisinin karakterlerde ve atmosferden kopardığı bir film olarak da okunabilir. İki şekilde de filmi tarif etmiş oluruz.

Gelelim kitabın ve filmin en sorunlu ve tartışmalı gördüğüm, ancak tartışılmayan kısmına. Son dönemin alternatif diyebileceğimiz Türkçe romanlarında kendini ele veren kadın erkek ilişkileri çözümlemeleri “Müzeyyen”de de kendine yer buluyor, hatta kitabın ve filmin ana aksı bu tema üzerinden ilerliyor. Nedir bu tema? Kadınları anlamayan başroldeki cool erkekler, içten içe anlaşılma isteği duyan ancak bunu dile getirmeyen, anlaşılmazlık duvarlarıyla örülü daha da cool kadınlar, sevdiği kadını anlamadığı için çırpınan, çırpındıkça aldığı eğitime, okuduğu kitaplara, izlediği filmlere referans vererek çözüm bulmaya çalışan erkekler, erkeklerden gelen her taarruza daha da zekice cevap veren kadınlar… “Müzeyyen” filmi ve kitabı bu tipolojinin en net şekilde görüldüğü eserlerden.

Bir sahnede başkarakter Arif (Erdal Beşikçioğlu) Müzeyyen’i (Sezin Akbaşoğulları) anlamaya ve anlatmaya çalışırken, onun aile, toplum, gelenek üçgenini kırdığını kendi üçgenini, şeytan üçgenini yarattığını söyler. Müzeyyen filmde iyi para kazandıran bir işte çalışan, kütüphanesinden anladığımızı kadarıyla çağdaş edebiyatı takip eden, cinselliğini özgürce yaşayan, kitabını yazması için sevgilisine çalışmamasını, ona bakacağını söyleyecek kadar geleneksel rolleri üzerinden atmış bir kadın. Arif’in tanıdığı kadınlara, annesine ya da başka kadın akrabalarına benzemiyor. Arif onun bu geleneksel üçgenin dışında olmasını severken kadına biçtiği yeni üçgen de şeytan üçgeni oluyor. Anlaşılan bir hikayede bir kadın varsa o kadına bir rol muhakkak biçilmeli.

Kitapta yer yer sezilen, ancak direkt olarak pek dile gelmeyen bu kadın tipolojisi ilginç bir şekilde filmde daha da vurgulu olarak önümüzde. İlginç bir şekilde çünkü Ceyda Aşar ve Çiğdem Vitrinel gibi iki kadın tarafından yazılan senaryonun kitabın bu yönlerini törpülemesi ya da yeniden yorumlaması gerekirken tam da üstüne gitmesi. Başka bir sahnede arif, Müzeyyen’in eski kocası Burak’la konuşurken Burak “Müzeyyen gibi kadınlar” tanımlaması yapar. Müzeyyen gibi kadınlar şöyledir, müzeyyen gibi kadınlar böyledir… Erkeğin kadını tanımlama çabası bitmez, sorgulanmaz da.

80 sonrası Türkiye’de kendine bir damar bulan feminizm kadın erkek ilişkilerinde belli sıçramalar getirdi. Her ne kadar kısıtlı bir nüfus içinde kalsa da bu yeni “biçim” edebiyatımıza ve sinemamıza güçlü bir şekilde yansıdı. “Ankaralı genç yazar” kitaplarında, popüler edebiyatta ve konumuz itibariyle “Müzeyyen”de gördüğümüz bu biçim geleneksel rollerin dışına çıkamayan erkek karakterleri ile iki taraf arasında bocalayan kadın karakterleri önümüze getirdi. Ancak bahsettiğim üzere yaratılan “yeni erkekler” ile “yeni kadınların” da yeniden kalıplaştırıldığını, özellikle kadın karakterlerin bildiğimiz anlamda geleneksel olmayan ancak yine steryotipler içine sığdırılmaya çalışıldığını görüyorum. İşin bir başka ilginç yönü de bu “yeni kalıplaştırmanın” popüler ya da toplumu şekillendirmeye çalışan sistem içi sanat eserlerinde değil alternatif, bağımsız ve sistem karşıtı diyebileceğimiz eserlerde yaratılması.

Yazıma gayet popüler bir yazarın, Game of Thrones serisinin yazarı George R. R. Martin’in kadınları kitaplarınızda çok iyi ve çok farklı anlatıyorsunuz, kaynağı nedir sorusuna verdiği kısa ve net cevapla bitireyim. “Biliyorsunuz, kadınları her zaman insan olarak değerlendirmişimdir.” Türkiye’de üretilen yeni kitaplar ve filmlerde de Müzeyyen gibi kadınlar yerine Müzeyyenler görmeyi istemek çok mu fazla olur?

Kitaba babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku

Senaryo: Ceyda Aşar, Çiğdem Vitrinel
Yönetmen: Çiğdem Vitrinel
Yapım yılı: 2014, Türkiye