Selçuk Küpçük

Türkiye’de yayımlanmış önemli müzik dergilerinden Roll’ün eski sayılarından birisinde besteci Michael Nyman ve minimalizm ilişkisine dair makale okurken rastladığım bir cümle beni direkt Pakistanlı eşsiz kavvali üstadı Nusret Fatih Ali Han’a götürdü. Orada şöyle deniliyordu: “1970’lerde Batılı besteciler, kaynaklarını Batı’nın dışında aramaya başlarlar. Minimalizmin de kaynaklandığı noktalar, Asya müziğindeki tekdüze yineleme örnekleri, Uzakdoğu’nun gizemli ezgileri ve Afrika’nın ritimsel çeşitliliğidir. Minimalist besteci, melodi, armoni, ritim ve biçim kaygısını tekdüze bir ortam ve kendinden geçiren bir müzik yaratma peşindedir(1)”. Geleneksel Pakistan sufî müziği biçiminde tanımlayabileceğimiz kavvali’nin yedi yüzyıldır süre gelen içe kapalı, artık kendisini tekrarlayan formunu zamanın ruhuna koşut şekilde güncelleyen, dolayısıyla bu otantik türe yeni yaşama alanları sunarak farklı bir dinamizm katan Ali Han’ın, en önemli temsilcisi olduğu bu estetik birikimi ülke toprakları dışındaki dinleyicilere açma kaygıları barındırdığı yıllar ile yukarıda bahsi geçen, Batılı müzik çevrelerindeki arayışın eşzamanlı nitelik taşıması hayli ilginç.

Ses aralıkları belirli sınırlılıklara oturtulmuş ve bu aralıklar dışındaki seslere dair âdeta dışlayıcı bir pratik otaya koyan Batı müziği birikimi 20.yüzyıla ulaştığında kendi içerisinde gidilebilecek nihai noktalara çoktan kavuşmuştu. Kuşkusuz sesin kaydedilmesi, çoğaltılması ve daha geniş alanlara ulaştırılması başta olmak üzere, ürettiği bütün teknolojik gelişimden müzik sektörünün hizmetine yönelik kıymeti tartışılmaz katkılar sunmasına rağmen Batı’nın, özellikle verili hale gelen ses sınırlarına hapsolmuş pratiği ile büyük bir bunalım yaşadığı söylenebilir. Bu yüzden Schönberg’in, Batı’nın sınırlılığını ifade eden tonal yapıya eleştiriler yönelten atonal arayışlarını sadece Batı müziğine dair bir sorgulama değil, onu da içine alan daha büyük bir arayış halinde düşünebiliriz. Dolayısıyla 1970’lere gelindiğinde artık tıkanan bir müzikal sınırlılık karşısında yeni seslerin bulunması, böylece karşılıklı etkileşim üzerinden Batı dışındaki müzikal evrenlerin, oryantalist ve dışlayıcı paradigmaların uzağında eşit biçimde yeniden ele alınmasının kapıları zorlandı. Bence bu sürecin en simgesel fotoğrafı Hint müziği enstrümanı “sitar”ı ellerine alarak fotoğraf çektirmek için sıraya giren Batılı pop müzik sanatçılarının halidir.

Batı müzik çevreleri kendi coğrafyalarının dışındaki ses birikimini merak edip, oradan alabilecekleri yeni müzikal zenginlik ve otantik enstrümanlarla tıkanmanın önünü açmaya çabalarken, dünyanın diğer tarafında (Nusret Fatih) bir başka müzikal arayış söz konusuydu. (Gerçi kendilerine özgü modernleşme pratikleriyle beraber yaşanan ekonomik, toplumsal, kültürel değişimlere paralel biçimde Türkiye gibi ülkelerde de aynı sürecin yaşandığını belirtelim. Orhan Gencebay ve Anadolu Pop-Rock bu arayışın en önemli adresleri). Bizde Mevlevilikle bağlantılı semâ törenlerine benzer özel icra yöntemleri olan, kuşaktan kuşağa aktarımı bütün Doğu müzikleri gibi meşk sayesinde gerçekleşen, dini öğretilere dair sufî şiirlere yapılan şarkıların yine dinsel ciddiyet içerisinde sunumuyla gerçekleşen kavvali müziğinin geleneksel formuna yenilikler katarak âdeta zamanın ruhunu yakalamasını sağlayan tarihsel müdahalesiyle Nusret Fatih Ali Han sadece kendi coğrafyasındaki kuşağı ve ardından gelen kavvalleri (bu tür müziği icra eden) değil, dünyaca üne sahip birçok Batılı müzisyeni de sarsıcı şekilde etkileyerek onlara yeni ilham alanları aralayan efsane bir isim oldu.

Batı dışı coğrafyalardaki ses zenginliklerini kendi ürettiği müziğe eklemleyerek biraz evvel bahsettiğimiz tıkanmayı aşmaya çabalayan, 70’lerin en etkili gruplarından Genesis’in solisti Peter Gabriel ile 1985 yılında tanışmaları kuşkusuz Ali Han’ın Pakistan haricinde tanınmasına çok katkı sundu. Laizer’in dediği gibi: “[…] Batılı olmayan müzik ve düşünce üzerine yaptığı araştırmalar, birçok müzikal yapının dinamik bir bileşimini biçimlendirmiş(2)” olan Gabriel’in arayışıyla Ali Han’ın yolculuğu kesişince, dünya müzik mirasına kıymeti tartışılmaz bir armağan olan albümler çıkmaya başladı. Peter Gabriel’e ait Virgin/Real World Record firmasıyla çalışmaya başlayan sanatçının geleneksel kavvaliye katkısı, başta caz olmak üzere, doğaçlama niteliği taşıyan performanslarla bu türün yorum zenginliğini birleştirmesi, daha sert bir ritim algısına sahip olan otantik icrayı kısmen daha yumuşak ritimle yürüyen bir sese eriştirmesi ve modern müziği tanıdıkça onun imkânlarından istifade ederek kendisine münhasır apayrı bir sahne sunumuna ulaştırmasıdır.

Üstadın etki alanının sadece temsilcisi olduğu müzik formuyla sınırlı kalmadığını belirtmiştik. Mesela bu etki alanına giren başlıca Batılı sanatçı hiç kuşkusuz Jan Garberek’tir. “Ayrıca hard-rock türünde kavvali motiflerin görülmesi onun etkisiyle olur(3)”. Massive Attack, Michael Brooks, Eddie Vedder, Bjork, Madonna gibi caz, pop ve rock müziği yapan dünyaca önemli isimlerin kimisi ile ortak çalışmalara imza atması, kimisinin onunla düet gerçekleştirebilmek için sıraya girmesi, sesinin ve müziğinin Martin Scorsesse’in yönettiği The Last Temptation Of Christ başta olmak üzere Natural Born KillersDead Man Walking filmlerinde kullanılması, vefat ettiği 1997 yılına kadar, gizemli ve sıradışı sanatçı olarak farklı coğrafyalarda kabul görmesine, müziğinin ve temsilcisi olduğu sufî inancından beslenen felsefesinin etki alanının genişlemesine imkân araladı.

Ben Nusret Fatih Ali Han’ın dünyada nadir insanlara bahşedilen sesinin yanısıra, sınırları aşan oktav gücüyle dinleyicilerine aşkın olanı anlatırken yaptığı doğaçlamalarının da bahsettiğimiz bu etkiyi meydana getirmesinde önemli katkı payı taşıdığını düşünmüşümdür hep. Sufî inancının gereği diz kırıp önüne oturan dinleyicilerini Allah aşkıyla manevi yolculuklara çıkararak nesnel dünyanın ağırlıklarından kopartıp manevi evrenin eşsiz tadına vardırmayı amaçlayan Ali Han’ın müziğiyle kimi zaman coşkuya, cezbeye ulaşılan, kimi zaman sukûnete davet edilen hâl, yazının başında belirttiğimiz ve Batı’nın aramaya çıktığı zenginliklerin başında gelen “doğaçlama” sayesinde kimlik kazanır aslında. Ki kavvalinin tesir gücü de kuşkusuz buradan geliyor. Bir bluesçunun performansını aşan doğaçlamalar yaparak sözlerle anlatılamayan aşkın hâlin ve yakarışın estetik ifadesini görmek mümkün onun müziğinde.

Yeri gelmişken doğaçlamanın psiko-müzikolojik çözümlemesinden de bahsedebiliriz. Çünkü bir şarkının “[…] doğaçlama bölümünde artık üst benliğin baskısı ortadan kalkmış ve sesler iç duygulanım için anlatım aracı olmuştur. [Ve bu duygulanım anında -S.K] benlik saygısında aşırı bir artış vardır(4)” artık. Kaldı ki bizdeki zikir törenleri ve kavvali sürecine eşlik eden, müzikle mânâ boyutuna yolculuğa çıkılmasının, performansa ortak olan bireyin “yeniden doğdum sanki” gibi pozitif cümlelerle kendisini ifade etmeye başlamasının, modern dünyanın baskı düzeneklerinden kurtulmaya çabalayan birey için müziğin çok ötesinde bir bilinç özgürleşmesine fırsat verdiğini de iddia edebiliriz. Biz buna daha geniş bir açılım ile Doğu müziğinin gizil sağaltım gücünü de eklersek karşımıza derin bir müzikal havza açılacaktır. Doğaçlamanın ürettiği özgürleşim sürecinin bir ucunda icracı kadar dinleyici/katılımcının da (kavvali müziği açısından) olduğunu hatırlatalım. Sınırları belirlenmiş, kısıtlanmış, doğaçlamaya kapalı bir müzik (1970’lerde tıkanan Batı müziği) bizim tahayyül, trans ve mânâ âlemine yolculuk imkânımızı da daraltır. Oysa doğaçlama sayesinde bu kapanın, “yalan dünya”nın, dışına çıkılıp bilincin dünyevi olandan özgürleşimi gerçekleşir ve imgesel olana varılarak bilinç başka ve zengin bir saygınlık alanına pekâlâ ulaşabilir.

Nusret Fatih’in başka kültürlere ait müzikal birikimlerden yararlanarak elde ettiği estetik mantığı kavvali icrasına taşıması onu, kendi otantik sınırlarından sıyrılabilen ve dünyanın her yerinde karşılık bulan nadir isimlerden birisi haline getirdi. Ayrıca sesine ilişkin olağanüstü hâkimiyeti, geniş aralıklarda dolaşabilmesi, tiz ve pes sesler arasında performanslı iniş çıkışları, algılamakta güçlük çekebileceğimiz kadar küçük parçalara bölünen seslerle art arda sıralanan gırtlak nağmeleri ve her şeyden öte ağzından değil, bizatihi kalbinden ivmelenen bir yakarışla Allah, peygamber, Ali ve evliya aşkını dile getirdiğini bütün samimiyetiyle dinleyene hissettirmesi onu tartışmasız son yüzyılın en büyük sanatçıları arasına sokmaya yeterli olmuştur. 

____

1. Serhat Günaydın, Minimalizm, Makine Mantığı ve Michael Nyman, Roll, Ekim 1997, Sayı 12, s.29

2. Sheri Laizer, Peter Gabriel, Metronom Kültür Müzik dergisi, Kasım-Aralık 1986, Sayı belirtilmemiş, s.42

3. Vural Yıldırım, Sufizm, Kavvali ve Nusret Fatih Ali Han, Folklar/Edebiyat dergisi, 2000/1, Sayı 21, s.118

4. Metin Kalender, Jazz, Depresyon ve Blues, ArtiMento Dergisi, Sayı 2, 1999

Arka Kapak dergisi 25. sayı