Ömer Ağca

Elias’a göre, doğa bilimlerinin günümüzde kazandığı önem dolayısıyla zaman da fizik biliminin konusu olarak anlaşılmaya başlamıştır. Halbuki zaman, her şeyden önce enstrüman nitelikli ve insan üretimi bir kavramdır. Üst düzey bir sentez düzeyinin ifade bulmuş şeklidir. Buna rağmen günümüze ulaştığı kadarıyla zamanın ne olduğuyla ilgili görüşler, zamanın bu toplumsal boyutunu göz ardı etmektedir. Bu görüşleri iki ana başlık altında toplamak mümkündür: Birincisi zamanın insanda a priori olarak bulunan, olaylar arasında ilişki kurma yetilerinden biri olduğu görüşüdür. Bu görüş, özellikle Descartes’ta ve Kant’ta temsilini bulur. İkincisi ise Newton’un temsilciliğini yaptığı, algılanamaz oluşuyla diğerlerinden farklılık gösterse de zamanın doğada bulunan bir nesne olduğu yönündeki görüştür. Kısacası birincisi zamanın öznel, ikincisi ise nesnel nitelikli olduğunu savunan ancak ikisi de insan faaliyetlerinden bağımsız veya ayrı olmak manasında “doğal” olduğu temelinde yükselen görüşlerdir. Bunlardan ikincisi, fizik biliminin üstün konuma geçmesiyle daha çok rağbet görmeye başlamıştır. Einstein da zamanın izafi olduğuna dair bulgularıyla Newton’un zamanın mutlak olarak her yerde aynı şekilde var olduğu tezine darbe vurmakla birlikte, zamanın doğal bir materyal olduğu görüşüne katkı sunmuştur. Elias’a göre, bu iki görüş de zamanın asıl niteliğini yansıtmaktan uzaktır.

Zaman; bugün toplum ve bilimlerce anlaşılan manasıyla, insan düzleminden kopuk olmak manasıyla “doğal” değildir. İnsanlığın doğuşundan beri, toplumların gelişmişlik düzeyine göre doğan her yeni ihtiyaca cevap vermek üzere değişen bir kavramdır. İnsan ürünüdür ve insanın olmadığı yerde zamandan söz etmek de mümkün olamaz. Peki bu ürün nasıl ortaya çıkmıştır ve daha önemlisi, bir enstrüman olarak ortaya çıkan kavram nasıl olur da zihinlerimizde doğal bir nitelik kazanır? Tam burada, zaman kavramının gelişim sürecinin iyi anlaşılması için “gelişim” ve şimdiye kadar bilimlerinden dilinden kullandığım “doğa” kavramlarından Elias’ın ne anladığının altını çizmek gerekiyor. Onun “gelişim”den anladığının, kendi ifadesiyle Aydınlanma’nın “ilerleme”si olmadığını vurgulayalım. O gelişimden, toplumun ihtiyaçlarının ve bunları karşılama biçimlerinin değişmesini anlamaktadır. Bu anlamda gelişmiş toplum, karmaşıklaşmış toplumdur. En basit haliyle ilerlemeci anlayış, tarihin ileri gittiğini ve ilerlemeyle toplumların da mutlu olmaya doğru evrildiğini anlatmaktadır. Aydınlanmacıların ilerlemede bulduğu mutluluk ise, bu konuyla alakalı değildir. Elias’ın bu konu üzerine verdiği örneği kullanacak olursak Darwin, “Maymunlar insan olduğunda daha mı mutlu olurlar?” diye sormamıştır. Sadece, Elias’ın da eserinde yaptığı gibi, bu sürecin nasıl işlediğini anlamaya çalışmıştır.


Zaman Üzerine
Norbert Elias
Çevirmen: Veysel Atayman
Ayrıntı Yayınları

Elias’a göre, soyut bir “zaman” kavramına ulaşmadan önce insan toplumları kendi ihtiyaçları doğrultusunda “zamanı ölçmeyi/belirlemeyi” öğrenmiştir. Zamanı ölçmekten yahut belirlemekten bahsettiğimizde, iki olay arasında kurulan bir ilişkiden bahsetmekteyiz. Olaylardan bir tanesini, diğerinin “zaman” bakımından hangi konumda olduğunu yahut başlangıcı ile bitiş arasındaki sürenin ne olduğunu göstermesi için baz alırız. Örneğin Dünya’nın Güneş etrafında dönüşünü, kendi etrafında dönüşünü, akrep ve yelkovanın saatleri sembolize eden rakamlar arasındaki hareketini baz alarak başka olayların bunlara göre konumunu belirleriz. Böylece münferit, bir daha tekrarlanması mümkün olmayan ancak kendinden önceki ve sonrakilere benzeyen olayları (Dünya’nın dönüşü gibi), bu benzerlikten dolayı bir olaylar dizisi oluşturacak şekilde sınıflandırır ve zamanı da bu diziler yardımıyla belirleriz. Elias’a göre bu, zamanı oluşturma yolunda insanoğlunun attığı adımlardan biridir. Peki, bizi bu adımları atmaya iten şey nedir? Elias burada, bir Afrika kabilesini örnek verir. Kabilede rahip, Güneş’in ve yıldızların konumuna göre ekin yapılacak tarihi haber vermektedir. Böylece zaman, yiyecek ihtiyacını karşılama yolunda bir toplumun kullandığı enstrümandan başka bir şey değildir. Kabilenin zamanla ilişkisi de bununla sınırlıdır. Antik Yunan’da ise hatiplerin konuşma sürelerini eşit tutmak amacıyla kum saatleri kullanılmıştır. Daha eski bir çağda yaşayan bu toplum, kendi ihtiyaçları doğrultusunda hayatlarının daha çok içinde ve daha karmaşık bir aletle zamanı ölçme faaliyetine girişmiştir. Bu örneklerin de gösterdiği gibi zamanı belirlemek Elias’a göre, toplumların ihtiyaçları doğrultusunda mecbur kaldığı bir faaliyet olmuştur. Elbette bu, soyut bir “zaman” kavramına ulaşmak için yeterli bir sentez düzeyini göstermez. Gelişmişlik düzeyi fazla toplumlarda Dünya’nın Güneş etrafında bir kez dönüşünü “yıl”, kendi etrafında dönüşünü “gün” olarak soyutlamak suretiyle yeni bir sentez düzeyine çıkılmıştır. Toplumun ihtiyaçları doğrultusunda takvimler hazırlanmıştır ve böylece aylar, haftalar, günler tüm tekilliklerine rağmen tekrar tekrar geri gelirler. Zaman, Şubat ayı yahut Çarşamba günü gibi kurgulanmış bir kavramdır ve bir sentezin ürünüdür. Yerleşik tarıma geçilmesi yahut ulusların ortaya çıkması gibi gelişmelerle ihtiyaçlar da çeşitlenmiş, zamanın kullanım alanı da bahsedilen soyut senteze ulaşmayı mümkün kılacak şekilde genişlemiştir.

Zaman, toplumların gelişim sürecinde üretilen ve geliştirilen bir kavramdır Elias için. Yüksek bir sentez düzeyini yansıtır. Toplumların ihtiyaçlarından doğmuştur ve ihtiyaçları ölçeğinde kullanılmıştır. Gelişmiş toplumlarda, toplumların karmaşıklığı nispetinde daha çok kullanılmaya başlanmış ve hayatın her alanına hâkim olmuştur. Yüzlerce yıl boyunca ihtiyaçları karşılamak maksadıyla kullanılmaktan sonra bunun ötesine geçmiş ve kendi “varlığını” kazanmıştır. Buradan sonra onu çözümlemek, onun aslında bir “varlık” olmadığını göstermek, izini sürerek uygarlık sürecinde de belli noktalara ışık tutmak gerekmektedir. Elias’ın kitap boyunca yapmaya çalıştığı şey, işte tam olarak budur.

Arka Kapak dergisi 2. sayı