Hasan Öztürk

Narsisizm, kökeni oldukça eskilere uzanan bir terim. Acısıyla yankısını bırakarak giden Ekho’ya yüz vermeyen Narkissos’un, yüzünü gördüğü suda yok oluşu, insanlığın kültürünü besleyen zenginliğe dönüşmüş geçen zamanla birikerek. Narkissos’u yutan su, bizi kendimize yansıtacak aynaya bakmayan narsisiste bir ceza mı vermiştir yoksa hayranı olduğu/olunacak güzelliği kendine mi çekmiştir bilinmez ancak söylencenin Ovidius ile metinselleştiği yaygın kanıdır. Edebiyattan tıbba, geniş bir alanda yıkıcı ve yapıcı biçimiyle sözü edilen narsisizmi, “sağlıklı işleyemeyen cinsel libidonun kendine edindiği yeni bir çıkış yolu” olarak tanımlayan Freud, 1914’teki “Narsisizme Giriş” yazısıyla mitolojik söylemi, bilimsel bakışla okumanın yolunu açmıştır, kaldı ki terimi edebiyatla ilişkilendiren de odur.

Narsisizm ve Yaratıcılık, Narkissos söylencesini bilimsel alana taşıyan Freud’un, “Narsisizme Giriş” yazısını referans alan, adlarıyla başka ortamlarda –Cogito, “Tuhaflık ve Yaratıcılık” (72, Kış-2012) karşılaştığımız yazar/akademisyenlerin ürünü ortak kitabın adıdır. Nilüfer Erdem’in yayına hazırladığı kitap, Avrupa’nın değişik üniversitelerinde düzenlenen “psikanaliz ve yaratıcılık” toplantılarının, adı geçen makalenin yüzüncü yılı nedeniyle İstanbul’da düzenlenen onuncusundaki bildiri metinlerinin oluşturduğu bir başucu kitabı. Sunuş dışında yirmi yazının yer aldığı kitapta Fransızca metinleri Sırma Palademir çevirmiş.


Narsisizm ve Yaratıcılık
Nilüfer Erdem
Yapı Kredi Yayınları

Var edicisi insanı unutturacak boyuttaki teknolojik gelişmelerin dünyasında narsisistliğimiz her geçen gün çoğalırken Narsisizm ve Yaratıcılık, “sanat” yüzümüzün yansıdığı bir ayna kitap. Narsisizm, psikiyatri için çözüm aranması gereken sorunlu bir dünya mı yoksa sanatçının yaratıcılığına alt yapı oluşturan bir davranış biçimi mi, tartışmaları bir yana, narsisist benlik, sanatçının yaratma eyleminde başat öge. Ekho’ya bakmamışken kendine hayran Narkissos’un, bu yalnızlık seçiminde nelerin etken olduğuna dair bilgilerden yoksunuz ancak yarattıklarıyla insanlığın kültürel belleğinde yer edinmiş sanatçıların her birinin bebeklik dönemimdeki ilişki kopukluğu mudur bunca üretkenliğin kaynağı diye hayret etmemek mümkün mü? Güçlü bir benlik duygusu edinememişlerin, varlıkları için edindikleri kanıt, sahte/yapay kimliklerle haz ve sonsuzluk edimi ise sanat yaratıcılığı, bu durumda içine doğduğu toplumun yerleşik kabullerini aşmak mı yoksa sanatçı “bir miktar dışarı çıkıp rejimin kendisine saldırmak, onu dize getirmek arzusu” duyup kazanımlarını terk ederek narsisist yıkıcılığı da göze alabilecek mi? Otobiyografi yazmak, suda kaybolan güzelliğe duyulan hayranlık mıdır acaba? Kendilerinin ilk okuru olan bunca yaratıcı sanatçının, nesneleşen eseriyle “dışarıdaki okurlara, yaratma sürecine özgü olan ve okurda yeniden canlandırılan narsisist meselelerin zihinsel örüntülerini” sunduğu “okur” da kendisini var ederek sanatçıya benzer bir narsisist tutumla mı okur okuduklarını? Açıkçası bu okur sorusunu, “Yapıtın Narsisist Değerleri: Okurun Ruhsal Çalışması” (Christian Guerin) yazısını okuduktan sonra sormamak mümkün olmuyor.

Narsisizm ve Yaratıcılık’ta “Yaratıcılığın Kökenleri ve Narsisizm” (Pınar Limnili Özeren) ile “Narsisist Kırılmaları Kendi Kendine Tedavi Etmenin Yolu Olarak Yaratıcılık” (Adela Albella), soruna kavramsal zenginlik kazandıran iki önemli yazı. Özveren, yaratıcı sanatçının olumlayıcı narsisist eğilimini “Sanki geçmişte kendi yansımasını aradığı annenin gözlerinin yerini, şimdi sanat yapıtına bakan başka gözler almış gibidir,” cümlesiyle belirleyerek sanatçının “yaratıcılık” ile “yokluk” arsındaki tarihsel açmazını vurguluyor: “Narsisist kişinin yaratmaktan başka çaresi yok mudur? Yaratamayan narsisist kişilere ne olur? Yaratıcılığını, güzelliğini ya da hayranlarını kaybeden bazı sanatçıların içsel iyi nesnelerini bir kez daha kaybettikleri için yıkıcılıklarıyla baş edemediklerini, hatta ölümü tercih ettiklerini hatırlayabiliriz.” Yeşim Korkut’un Cahide Sonku yazısını, Özveren’in bu vurgusuna somut bir örnek olarak okumak mümkün. Albella’nın şu cümlesini sormadan edemiyor insan: “Kendimizi öldürmek istediğimizde kendimizi öldürürkenki bir portremizi yaparız, fakat kendimizi öldürmeyiz.” Albella, narsisizmin “ötekini sevmenin karşıtı olarak kendini sevmeyi ifade eden” anlamından hareketle yaratıcı sanatçının “yalnızlık” gereksinimini vurguluyor. “Psikanalizde yaratıcılık mefhumu, zaman gerektirdiği gibi belirli derecede bir sessizlik ve yalnızlık da gerektiren içimizdeki en derin ve gerçek olanla temasa geçme arayışına vurgu yapar. (…) Sanatçı, deliliğin derinliklerine kadar iner ancak bu dalışına sanatsal bir form vererek paylaşılan gerçekliğe geri dönme yetisini korur. Psikotik hastayla aradaki fark, hastanın geri dönmemesidir; o deliliği tarafından kapana kıstırılır.”

“Yaratım onun varlığını dış dünyanın ve ötekilerin saldırılarından korumasını sağlar,” dediği Fernando Pessoa’nın, Huzursuzluğun Kitabı adlı günlüklerinden yola çıkan Bernard Chouvier’in “Boşlukla Tamlık Arasında Bir Yaratım” yazısını, Narsisizm ve Yaratıcılık kitabının yazı/edebiyat alanına kuramsal bir çerçeve gördüğümü belirtmeliyim. Pessoa için “En yüce şey, kayda değer bir eser gerçekleştirmek değildir, gerçekleştirme imkânımız olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen ondan vazgeçmektir. Başarının müstehcenleştirilmesindense yeteneğin israfı yeğ tutulur,” ise de Chouvier’in “yazı” belirlemesi önemli: “Kelimeler gerçeğin zehrini almayı sağlar. Şeyleri arındırıp lekelerini temizleyerek onların özüne ulaştırır. Gerçekliği, onu saran varoluş tabakasından kurtarmaktır dünyayla olan teması zamansızlaştıran dilin erdemi. (…) Sanat sayesinde -yazı sanatı ise belki de sanatların en soylusudur- dünya hakiki renklerine, iç dünyayı yeniden canlandıran renklere kavuşur. Dünya yaşanabilir hâle gelir çünkü kişinin içine yerleştirilmiştir, yani ruhsal olarak yeniden inşa edilmiştir.” Pessoa’nın tam da karşıtı biçimde, yazıyı bir tür “tutunma” ve “kendini inşa” olarak gören çağdaş Fransız yazar hakkındaki “Blaise Cendrars: Yara, Narsisizm, Yazı” (Alain Ferrant), da bu kuramsal çerçeveye eklenebilir.

Pessoa ve Cendrars ile açılan bu “yaratıcı sanat/yazı” vadisinde III. Richard (Shakespare), Kâtip Bartleby (Hermann Melville), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (Ahmet Hamdi Tanpınar), Fatma’nın Günahı (Suat Derviş), Narkissos ya da Kendi Kendinin Sevgilisi (Rousseau), Çirkin Ördek Yavrusu (Andersen), Cam Temizleyicisi (Pina Bausch) için yazılanları da eklemek mümkün.

Narsisizm ve Yaratıcılık, yazı/edebiyat ile sınırlı değil elbette. Fotoğraf eksenli “Zamanı Durdurmak” (Banu M. Büyükkal), Küba asıllı ressamı konu edinen “Ana Mendieta’nın Kanayan Yarası:…” (M. Tanık Sivri), çağdaş Fransız simgeci ressamların eserlerine eğilen “Aynalı Otoportre: Kayıp Bakışın Peşinde” (Nayla de Coster), “İçimizdeki Müzik” (Leyla Tavşanoğlu) ve “Robert Schumann’da Duygulanım Hareketi” (Eric Jacquet) edebiyat dışı yazılar.

Narkissos’un kişisel serüvenini, evrensel boyuta taşıyan yaratıcı sanat metinleriyle örneklendirerek yeni yönelişlere kapı aralayan Narsisizm ve Yaratıcılık, Türkiye gündeminin pek de uygun olmadığı bir zamanda yayımlanmış gibi görünebilir. Oysa kitap, “hayatı hayattan vazgeçerek bulan mistik keşiş” sanatçının yaratıcılığı konusunda yeni okumaları gerektirecek türde yoğun bir kitaptır. Belki bu nedenle ve bu dönemde sahici okunmaların muhatabı olacaktır. Yaratıcılığı dışında varlığını gösterme yöntemi olmayan sanatçının eseri, eserdekilerin toplamından fazla/başka bir şey ise ortada kıskanılacak bir hayranlık var demektir. Kaygısı, sanat ve yaratıcılık olanlara… 

Arka Kapak dergisi 18. sayı