Murat Acar

Tek bir ağaca bile zarar vermemiş bir mimarın dilinden, toprakla konuşarak eser ortaya koymanın hazzını yaşayan bir ozanın hikâyesini dinlemek… Sanatın tüm alanlarına kuşatıcı bir bakışla yaklaşan, dizeleriyle sadece zihinleri ve gönülleri değil bütün bir dünyayı güzel kılmanın derdini taşıyan bir şairin kelimeleriyle mimariye doğru seyahat çıkmak… Mimar Cengiz Bektaş’ın dilinden “Nazım Hikmet’in Mimarlığa Bakışı” eseriyle böyle bir gezi artık mümkün. Ünlü ozanımız Nazım Hikmet’in pek bilinmeyen bir yönüne ışık tutan bu eser YEM Yayınları tarafından geçtiğimiz Haziran ayında basılarak sıcaklığını hissedeceğiniz tazelikte raflardaki yerini aldı. Eseri özel kılan en önemli unsuru Nazım Hikmet’in daha önce değinilmemiş olan mimarlığa ait ortaya koyduğu fikirlerin bir bütün olarak derlenmiş olması oluşturuyor kuşkusuz. Bunun yanı sıra bu fikirlerin duayen bir mimar tarafından kaleme alınması da ayrıca kitabı okunmaya değer kılıyor.


Nazım Hikmet’in Mimarlığa Bakışı
Cengiz Bektaş
YEM Yayın

Nazım Hikmet’e göre mimari, güzel sanatların en gelişmişidir. Ve bu gelişmişliğini “tabiatın muhtelif unsurlarını toplayarak tabiatta mevcut olmayan fakat tabii olan bir bileşimden meydana geliyor” olmasına borçludur. Mimarlığı güzel kılan yalnızca bu özelliği değildir ona göre. Mimari, kendisi dışındaki tüm sanatların omurgası olma vazifesini icra eder ayrıca. Nazım Hikmet, mimarisi olmayan resim, musiki, edebiyat için, “Kemiksiz, iskeletsiz insana benzer adeta.” diyerek aslında mimariye sadece yapı sanatı olarak bakmadığını, onun için bundan çok daha öte bir anlam taşıdığını gözler önüne serer.

Nazım Hikmet’in mimarlık anlayışının temelinde halk yer alır. Hem de en yalın, en sade haliyle. Ona göre hiçbir başarılı mimar yoktur ki köklerini halkından almış olmasın, halkın sözlerine kulak asmasın. Onların kültürel zenginliğine, derin birikimine ulaşmamış bir eserin söyleyecek sözü de yoktur. Bu yüzden bu topraklardan yetişmiş en önemli mimari dehamız Sinan’ın eserlerindeki enginliği, muhteşemliği halkın içinden birisi oluşuna, halkın dilini konuşmasına bağlar. Modern mimarlığın yanı sıra usta mimarımız Sinan’ın da eserlerindeki ana prensibi oluşturan özün şekli belirlemesi ilkesinin Nazım Hikmet tarafından da vurgulandığına yer verilmektedir eserde. Ve bu kültürün yetiştirdiği en önemli ozanlardan birisi olarak kendi kültürünün usta mimarına övgüler dizer, onu ayrı olarak değerlendirir. Birçok ülkeyi, şehri ve mimari şaheseri görmüş olmasına rağmen Süleymaniye’de ruhu sükûna erer, onun eteklerinde güneşin batışıyla birlikte huzuru bulur ve “Adamoğlunun taş ve toprağı bir aydınlık şarkı biçiminde düzene koyarak yarattığı verimler üzerine Sinan’ın Süleymaniye’si kadar güzelini tanımıyorum.” der bütün içtenliğiyle. Yalansız bir güzelliktir onun eserlerindeki sanat, bu da onun bu halkın kökleriyle kurduğu manevi bağın bir sonucudur, diye ekler usta ozan.

Nazım Hikmet sadece yapıya bakmaz; değerlendirmelerini dile getirirken yapının ardını görür, ifade ettiği manayı çözümler ve onunla adeta konuşur. Onlardan beklentileri vardır ve onların oluşturduğu anlamlı bütünden yani şehirden de. Ve bunu en güzel yaptığı şekliyle şiiriyle dile getirir:

“Evler tek katlı da olabilir yüz katlı da
Yeter ki sokaklarımızı ezmesinler yeter ki tertemiz çevik
Güler yüzlü görsünler hizmetimizi
Çıplak duvarlara diyeceğim yok taze ve canlıysalar
Dar pencereler giyotini hatırlatır bana
Pencere dost sözü gibi rahat ve geniş olacak
Ağaçsız asfaltı sevemem

Arka Kapak dergisi 11. sayı