Yazar Nermin Yıldırım‘ın dördüncü romanı Unutma Dersleri geçtiğimiz günlerde okurlarla buluştu. Yıldırım’ın ilk üç romanı gibi bu da Doğan Kitap etiketiyle çıktı. Nermin Yıldırım ilk romanı Unutma Beni Apartmanı‘ndan beri kişisel ve toplumsal bellek meselesine, rüyalar ve hakikatler ikiliğine odaklanmış bir yazar. Son romanı Unutma Dersleri de yine bu temaların etrafında örülmüş bir metin.

Nermin-yildirimRomanın kahramanı olan ve aşk acısıyla boğuşan Feribe, acı veren tatlı hatıralarından kurtulmak için soluğu Mazi İmha Merkezi‘nde alır. Ne var ki burada verilen unutma dersleri ve her hafta yapmak zorunda kaldığı ödevler, hayatını büsbütün allak bullak edecek, kahramanımız bir yandan sabık sevgilisini unutma yolunda ilerlerken bir yandan da aklının köşesinden bile geçmeyecek maceralara sürüklenecektir.

Biz de Unutma Dersleri’nin bir bölümünü yazarın izniyle burada yayınlıyoruz. 

Nihayetinde bir cumartesi günü soluğu internetten adresini bulduğum Mazi İmha Merkezi’nin önünde aldım. Boyacıköy’de, içinde böyle eksantrik işlerin döndüğünü katiyen tahmin edemeyeceğiniz, beş katlı, beyaz, mütevazı bir binaydı. Bir müddet tereddütle etrafında gezindikten sonra, kendime duyduğum saygı dahil, kaybedecek pek bir şeyim kalmadığına kanaat getirip, vazgeçmekten korkarak hızla içeri daldım. Girişin tam karşısına yerleştirilmiş danışma bankosunda dikilen aşırı güler yüzlü bir kadın tarafından, mübalağalı bir misafirperverlikle karşılandım. Ne diyeceğini bilemeden boş boş bakan şaşkınlara alışkın olmalı ki, doğrudan ders için mi, yoksa kayıt için mi geldiğimi sorarak işimi kolaylaştırdı. Tam cevap vermeye davranacakken, gözüm bankonun ardındaki duvara yaldızlı harflerle nakşedilmiş iki cümleye takıldı. “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” ve “Elbet bir gün unutacağız, bu böyle yarım kalmayacak.” İlkinin altında anonim yazıyordu, ikincisi ise M. Kemal Atatürk diye imzalanmıştı. Bir an kendimi sefalet borsasının tavan yaptığı bir batakhanede hisse senedi almaya çalışıyormuş gibi hissedip gerisingeri kaçmak istedim. Ama kadın Gülen Gözler’deki Ayşen Gruda tebessümüyle yüzüme bakmaya devam edince, çaresiz, bilgi almak için geldiğimi söyledim. Elime bir broşür tutuşturup işine bakacağını ummuştum. O dikkatini başka yere çevirince ben de usulca sıvışırdım. Ne var ki öyle olmadı.

“O zaman sizi Malumat Departmanı’na alayım, arkadaşlarımız ilgilensinler” deyip, sağdaki kapılardan birini gösterdi. Tek kaşını hafifçe yukarı kaldırarak, teşrifimi beklediğini ima etti. Yüzündeki Ayşen Gruda esanslı melaike tebessümü, yerini Godzilla selamına, cehennem zebanisi teşrifatına, Cavs ısrarına bırakmıştı ya da bana öyle geldi. “İyi, peki, ben sonra gelirim” diyemeyip, “Ha, şu oda mı yani?” türünden manasız bir şeyler geveledim. Lafım bittiğinde çoktan kapıdan içeri girmiştim.

Burası, boydan boya dosyaların kapladığı raflarla dolu, beyaz bir odaydı. Raflar, dosyalar, masa, masanın önüne konmuş koltuklar, yer döşemeleri, pencerelerdeki jaluziler, her şey bembeyazdı. İçeride beyaz gömlekli esmer bir kadın vardı. “Hoş geldiniz” deyip gülümseyerek yüzüme baktı. İşe başlarken aldıkları oryantasyonda öğrendikleri ilk şey, gelen müşterinin gözünün içine bakıp pişmiş kelle selamı vermek olmalıydı.

“Ben… maziyle ilgili olarak, geçmişle… imha etmek istediğim şeyler vardı da…”

“Elbette. Oturun lütfen.“

Gösterilen koltuğa iliştim. Aynı anda da içimden derin bir pişmanlık yükseldi.

“Size” dedi, “işleyişimiz hakkında biraz bilgi vereyim isterseniz.”

“Sanırım istenmeyen lekeleri hafızadan siliyorsunuz, o filmdeki gibi.”

“Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ı diyorsunuz. Hayır ama danışanlarımızın çoğu böyle bir işlem umarak geliyor. Fakat burada ilk etapta beyne yönelik kimyasal ya da fiziksel bir işlem yapmamız söz konusu değil. Öncelikli olarak ders veriyoruz.”

“Ne dersi?”

“Unutma dersleri. Yani danışanlarımız hatıralarından uzmanlar eşliğinde, ama kendi iradeleriyle kurtuluyorlar. Beyin zarar görmüyor, irade güçleniyor. Derslere ilaveten bir de kişiye özel destek programlarımız var. İhtiyaç duyarsanız, minik bir ekstra ödeme karşılığında alabiliyorsunuz. Onların da epey faydası oluyor.”

Ne zaman sinirlerim bozulsa böyle olur; ağzım yanaklarıma doğru gevşeyiverdi. Demek burası da, ufak bir meblağ karşılığında hayatın sırrını vermeyi vaat eden o dandik kurslardan biriydi. Gidersiniz, parası neyse vererek sizin için ambalajlanıp renkli rafyalarla süslenmiş bir nebze mutluluk satın almaya heveslenirsiniz. İncelmiş bir cüzdan ve kendinize söylediğiniz şifacı yalanlarla birlikte evinize dönersiniz. Ben, dağılmış bir hayatın, minik haplarla yola geleceğine inananlardan değildim. Filmdeki gibi, biri beynimin bir parçasını silecekse yahut kesip kenara koyacaksa, belki buna razı gelebilirdim. Fakat beyaz tahta önünde hayatımı analiz edip, neticelerinden uydurdukları aforizmalara inanmamı bekleyecek şarlatanların düzmece derslerine güvenecek kadar aptal değildim. Bilirsiniz, aptallığın ilk şartı, öyle olmadığınıza inanmanızdır.

“Anladım” deyip yerimden kalkmaya yeltendim. Beyaz yakalı, Tarkan’ın kurdu gibi atıldı.

“Hemen karar vermeyin lütfen. Müsaade edin, işleyişimizden bahsedeyim.”

“Açıkçası ilgimi çekeceğini sanmıyorum, sizi boşuna yormayayım.”

“Olur mu öyle şey, benim işim bu!”

“Yorulmak mı?”

“Anlatmak. Bana birkaç dakikanızı ayırın, anlatayım. Sonra yine gidersiniz.”

İşinin ehliydi, gözünü avının gözbebeklerine dikmiş iştahlı bir aslan gibiydi. Nezaketin ve merakın kurbanı olup sandalyeme mıhlandım.

“Bakın size istatistiklerimizi vereyim. Her yedi danışanımızdan altısı, buradan unutmak istediklerini unutmuş, en azından eskisi kadar önemsemekten kurtulmuş olarak ayrılıyor.”

“Ha, unutmuyorlar yani? Sadece önemsemekten kurtuluyorlar.”

“Unutmuyorlar demiyorum, en kötü ihtimalle önemsemekten kurtuluyorlar. Unutma ihtiyacının, bir şeyi hayatı zindan edecek kadar önemsemekten kaynaklandığı düşünülürse, bu hiç de yabana atılacak bir sonuç değil.”

Haklıydı. Beyinde boş arazi gerektiğinden değil, biteviye üzüntüden yaka silktiğinden unutmak istiyordu insan. Artık acı vermeyecek olduktan sonra, ömür boyu hatırlamanın kime ne zararı vardı?

“Ne anlatıyorsunuz peki o derslerde?”

“Bu biraz da içinde yer alacağınız gruba bağlı. Uzmanlarımız her grup için ayrı program belirliyor.”

Grup lafını duyunca yerimden sıçradım.

“Grup mu? Bir de başkaları mı olacak yani yanımda?”

Yedide altı iyi olasılıktı, ama Amerikan filmlerindeki o terapi grupları gibi yan yana oturup, el ele tutuşacağım birtakım dangalaklara mahrem hikayelerimi anlatmaya katlanamazdım. Anlatabildiğim için alkışladıklarını filan düşününce… Dudaklarım titreyerek gevşedi, hayali bile sinirlerimi lime lime etmeye yetti. Fakat aslan kardeş her ihtimale hazırlıklı gibiydi.

“Aklınıza bildik terapi grupları gelmesin. Grup derslerimiz çok verimli geçer.”

“Yo, hayır, sağ olun. Ben cemiyet içinde verimli biri değilim.”

Tam kalkmaya hamle edecektim ki aslan ağzı bir kere daha zarafetle kükredi.

“Öyleyse sizi özel derslere yönlendireyim. Ama tabii fiyat biraz değişecek.”

Koyun can derdinde kasap et derdinde buyuran ecdadımın, ta ruhuna Fatiha okuturcasına sarf edilen o son cümlenin iticiliğine aldırmamayı deneyerek, bütün iyi niyetimi toplayıp sordum.

“Ne oluyor özel derslerde?”

“Uzmanımız durumunuzu değerlendirip sizin için hususi bir kur hazırlıyor.”

“Anladım.”

Külliyen yalandı. Hiçbir şey anladığım yoktu. Ama işte bir şey beni oturduğum koltuğa görünmez iplerle bağlamıştı. Hem bir an evvel o fazlasıyla beyaz odadan ayrılmak istiyordum, hem de bunu yapmak için bir türlü harekete geçemiyordum. Karşımdaki beyaz yakalı, aldığı oryantasyonun hakkını vererek, ağzımdan girip burnumdan çıkmak suretiyle aklımı çelince, bundan daha kötü ne olabilir ki, deneyivereyim bari dedim. Beterin beteri olduğunu göz ardı etmişim.

Böylece ne olduğumu anlayamadan kendimi kayıt odasında buldum. Burası baştan aşağı mavi renkte dekore edilmiş pırı pırıl bir tımarhaneydi. Mavi raflarda mavi kaplı dosyalar, mavi masalarda mavi ekranlı bilgisayarlar, mavi koltuklar, mavi sehpalar, mavi döşemeler ve pencerelerde sabırsızca kıpraşan mavi jaluziler. İçeride iki kadın vardı, biri genç, öbürü orta yaşlı; elbette mavi gömlek giymişlerdi. Diğerinden daha kıdemli görünen orta yaşlı, abanoz saçlı hanımefendi tarafından buyur edilince oturdum. Hemen çay söylendi ve resmi bir devlet dairesindeymişim gibi formlar çıkarılıp masaya serildi. Adım, soyadım, doğum tarihim, eğitimim, medeni halim, ailem, mesleğim, hobilerim filan hepsi tek tek kaydedildi. Bunlar bitince, kadın o saate dek takındığı otomatik tavrı bir yana bırakıp yüzüme şefkatle baktı ve cevap vermeye utanacağım o malum soruyu yöneltti.

“Sizi buraya getiren nedir?”

“Aşk acısı.” Sesim yerin dibine geçmişim de oradan konuşuyormuşum gibi boğuk çıkmıştı. Oysa kadın hiç de şaşkın yahut küçümser görünmüyordu. Muhtemelen buraya benzer sebeple gelen çok kişi vardı ve o da hayatta şapşallara da yer olduğunu kanıksamış durumdaydı.

“O zaman büyük ihtimal derslerinizi dördüncü katta göreceksiniz.”

Suratımdaki bön ifadeden bağlantıyı kuramadığımı anlamış olacak ki,

“Aşk kaynaklı acıları unutma servisimiz, diğer orta yoğunluklu travmalar gibi dördüncü katta” diye ekledi.

Orta yoğunluklu travma yaşadığımdan haberim yoktu, neyse ki birileri sonunda nezaket gösterip bana da haber vermişti. Aşk kaynaklı acılar da kulağıma dış kaynaklı hafif müzik gibi gelmişti. Velhasıl kadının yaptığı açıklama, kafamı büsbütün karıştırmaktan başka işe yaramamıştı. Mavi yakalı, verdiği hizmetin verimliliğini sorgulamadan tam gaz devam etti.

“Sizden unutmak istediğiniz hikâyeyle ilgili her şeyi detaylı bir biçimde anlatmanızı isteyeceğim.”

“Filmdeki gibi sesimi kasete mi kaydedeceksiniz? Hayatta olmaz!”

“Hayır, siz anlatırken arkadaşım bilgisayara geçecek. Dersinize girecek uzmanın hikâyenin tüm ayrıntılarına hâkim olması gerek.”

Battı balık yan gider diye düşündüm. Hatta hızlı anlatırım, bilgisayara geçecek olan da hepsini yazamaz diye bile düşündüm. Öyle saçma şeyler düşündüm ki şimdi hatırlayıp kendimden soğumak istemiyorum aslında.

“Peki” dedim, “nereden başlamalıyım?”

“En başından, tanışmanızdan.”

Sanırım hayatımdaki en utanç verici anlardan biriydi. En azından o vakte kadar. Zira sonrasında olabilecekleri henüz kestiremiyordum. Kestiremediğim için de hiç tanımadığım bir, hatta iki kadına, daha evvel kimseyle paylaşmadığım o hikâyeyi anlatmaya başladım.

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Unutma Dersleri – Nermin Yıldırım
Doğan Kitap