Ayşe Yılmaz

Yıl 1912. Adana’nın haziran sıcağında, İç İşleri tarafından Hicaz Demiryolu yardım bedellerinin tahsili hususunda yazışmalar yapılmakta. Derken şu ibarede yer almayan kelime kafaları karıştırıverir: “Tiyatro vesair oyun kumpanyalarına ait biletlerin her birine yirmişer paralık Hicaz ilmühaberi ilsak ettiriliyor”.

Hangi kelime sizce? Tabii ki sinematograf, nam-ı diğer sinema.

Yukarıdaki ifadede yalnızca tiyatro ve ona benzer oyunların kastedilmesi ve açıkça sinema ifadesinin geçmemesi dikkatleri çeker. Durum Maliye Bakanlığı’na ve Valilik’e bildirilir. Bunun üzerine defterdarlık sinemanın da aynı addedilerek tarifenin bu yönde değiştirilmesini uygun görür. Ancak İç İşleri ve Valilik bu fikirde değildir. Çünkü tarifeye bakılırsa mevzubahis tiyatro ve diğer oyun kumpanyalarıdır. Hâlbuki sinematograf tiyatrodan ve diğer oyun kumpanyalarından farklıdır. Tiyatro birçok kişiyle ortaya konan bir kumpanyayken sinematograf tek bir kişi tarafından tersten yansıtılan ışıkla gösterilir ve hayal türünden kabul edilir. Nasıl ki hayal bir oyun kumpanyası değilse sinematograf da oyun kumpanyası veya tiyatro sayılamaz. Bu yüzden mevcut tarifenin dışında tutulmalıdır. Ayrıca sinemadan da aynı verginin alınabilmesi için tarifenin değiştirilmesinden öte, ona bir ilâve gereklidir. Basit bir çıkarım yoluyla bu verginin sinemayı da içine alacak şekilde genişletilmesi Kanun-i Esasi’ye aykırıdır ve her verginin bir kanunla çıkartılması şarttır.

Yazışmalar sinemadan da tiyatro gibi yirmi akçe yardım pulu alınabileceği yönünde ilerleyince Vali Nedim Bey, önceki izahını yineleyerek madde madde niçin bu uygulamanın yapılamayacağını açıklamaya sıvanır. Bir kere bu akçe yabancı sinemalardan alınamaz. Sonra sinema biletleri tiyatronunki gibi değerli de değildir. Çocuklar için kırk, büyükler için yüz para bedelinde. Tüm bunların yanı sıra hükümet, Adana’da düşünce dünyasını zenginleştirecek eğlenceler bulunmadığından fuhuş, kumar ve içkiye yönelen insanlar için yararlı eğlenceleri yaygınlaştırmalıdır.

Hayâl-i zî-ruh: Ruhun Hayalini Temâşâ

Bu tarz bir tartışma, günümüzde entelektüel faaliyetler ekseninde yürütülürken, ta o dönemlerde tiyatro ve sinema arasındaki farka işte böyle, hem de resmi bir yazışmada işaret ediliyor. Bu ayrıma karşın Türk sinemasının şimdiye değin birçok kavram sorununu halledememesinin ardında yatan en önemli sebeplerden biridir, hayale doğan, tahayyül ve yaratımla kendine yol bulan sinemanın, Türkiye’deki dünyaya gelişini tiyatroya borçlu olması ve bu borcu uzun yıllar sırtında bir kambur gibi taşımaya devam etmesi.

1926 yılında çıkmaya başlayan Artistik Sine dergisinin daha ilk sayısının “Sinemayı Neden Tiyatroya Tercih Ediyorum?” yazısında bir oyuncu tarafından sinema ve tiyatro daha başka yönleriyle karşılaştırılır. Norma Talmadge’a göre tiyatro oyuncusundan iyi bir film yıldızı yaratılması neredeyse imkânsız. Çünkü ikisi çok ayrı sanatlardır. Metotları da birbirinden oldukça farklı. Hatta bu sanatlara meyletme bir fıtrat meselesidir. Bir tiyatro sanatçısı bulunduğu şehir veya ülke için önemli ve değerliyken bir sinema artisti ismini bütün dünyaya duyurabilir. Ayrıca maddi bakımdan tiyatro sanatçısından hem daha çok kazanır hem de ailesine daha fazla vakit ayırabilir. Sanatının esiri değildir o. Erken yatar ve düzenli bir hayatı vardır. Tiyatro kumpanyalarındaki gibi nerede akşam orada sabah anlayışıyla hareket edip eziyet çekilmesi gibi bir durum yaşanmaz. Tiyatroda birçok hilelerle iş görülür ama sinemada bu tarz durumlar vahim hatalara yol açabilir. Her şey en ince ayrıntısına kadar tasarlanır ve uygulanır. Sinemayı tiyatroyla kıyaslamak, talebenin hocasıyla, bir çocuğun zihin yapısının babasınınkiyle mukayesesi gibidir.

Bir diğer örnek yine Artistik Sine’nin 13. sayısındaki John Emerson’ın “Halk ve Sevdiği Tiyatro” yazısında sinemanın yükselişiyle tiyatronun ikinci plâna itilmesi üzerinde durulur ama bunun sanat açısından değil, maddi bir gerileme olduğundan söz edilir. Ayrıca adının zıddına, daha çok sinemadan bahsedilen makalede, sinema biletlerinin ucuzluğu da sinemaya rağbetin sebeplerinden biri şeklinde sunulur.

Belgeden ve diğer dergi yazılarından da görüldüğü gibi, o dönemden bakıldığında, hayalin çocuğu sinema daha çok halkın rağbet ettiği vülgarize bir çaba, tanrıların oyuncağı tiyatro ise sesini daha üst bir sınıfa duyuran sanatsal bir gayret.

Peki ya şimdi?

Evet, sinema bir tiyatro değil ama sadece kendinden hareketle anlam üretmede yetersiz kalınan bir mecra artık. Neredeyse tüm disiplinlerden yararlanılarak oluşturulmuş bir zeminde dans eden bir “yaratık.” Tiyatro ise her yönüyle daha bir sinemazede… 

Arka Kapak dergisi 19. sayı