Mehmet Atilla

Avusturyalı yazar Christine Nöstlinger, çocuk ve gençlik edebiyatının sıra dışı kalemlerinden biriydi. Önemli ödüllere değer bulunması da bunun kanıtı zaten. Aslına bakarsanız, ölüm haberini de oldukça sıra dışı bir şekilde öğrendik. Gerçekte 28 Haziran 2018 günü aramızdan ayrılan yazarın ölümü, tam 15 gün sonra yayıncısı Residenz Yayınevi’nin web sayfası aracılığıyla duyuruldu. Duyurunun satır aralarında ailesinin (belki de kendisinin) böyle bir tercih yaptığı belli oluyordu.

1936 yılında Viyana’da doğan Nöstlinger’in, 2-9 yaşları arasındaki dönemi Nazi işgali altında geçirdiğini biliyoruz. Bunun çoğu da sığınaklardadır ne yazık ki. “Vahşi ve öfkeli bir çocuktum,” demesini bu bağlamda ele almak gerek. Eğitimini uygulamalı sanatlar alanında tamamlayan Nöstlinger, grafiker olarak iş yaşamına atılır. Evlenip iki çocuk annesi olunca da gittikçe tekdüze hale gelmeye başlayan yaşantısına renk katmak ister. Amacı çocuk kitapları resimlemektir. İyi de, ortada resimleyebileceği bir dosya yoktur. Bakar ki olmayacak, oturur, bir de metin yazar. İşte bu metin, büyük bir serüvenin başlangıcıdır. Yayıncı, resimlerinden çok yazdıklarını beğenince ilk kitabını (Alev Saçlı Çocuk) 1970 yılında yayımlama şansını elde eder. Ressam değil yazardır artık.

Hemen her kitabında akılda kalıcı karakterler yaratmayı başaran Nöstlinger, 150’yi aşkın yapıt bırakarak ayrıldı bu dünyadan. Kitapları 30 dilde yayımlandı. Sık başvurduğu izlekler arasında dışlanmış çocukların yalnızlığı, boşanmış ya da sorunlu anne babaların açmazları, çocuk gözüyle yetişkin eleştirisi, bağımsızlığına düşkün kahramanların kimlik arayışı vb. yer aldı. Bu tür konulara ürkek yaklaşan çocuk edebiyatı alanına getirdiği cesur yaklaşım, kimi çevrelerden tepki de çekti elbette. Ancak o bunlara aldırmadan bildiği yoldan yürümeye devam etti.

Kendi sorunlarının yanı sıra çevrelerinde olup bitenlerle baş etmeye çalışan kahramanlar yaratmakta da başarılı oldu Nöstlinger. Üstelik bu kahramanlar yasal ve etik sıkıntılar barındıran bilinmeyenlerin peşine düştüklerinde, onlara yardım eden ikincil karakterlerin katkıları bile etkileyiciydi. Sürükleyici kurgu, mizah yüklü anlatım, gündelik yaşamdan yararlanan olay örgüleri de Nöstlinger’i tamamlayan özellikler oldu.

Şimdi herkes şu yargıda uzlaşıyor: Nöstlinger, okulların ya da onaylanmış kurumların dayatmacı yöntemlerine direnen çocuk kahramanlar üzerinden kapitalist sistemin acımasızlığını yansıtmakta mahir bir yazar. Irkçılık, ayrımcılık, yalnızlaşma gibi zor konuların üstesinden gelirken çekingen bir tutuma saplanıp kalmadı hiç. Kafasını meşgul eden konuları yazmaktan, gerektiğinde sivri bir dil kullanmaktan kaçınmadı. Bu süreçte kendiliğinden ortaya çıkan boğucu havayı yanılsamaların ve duygusallığın öne çıktığı cümlelerle aşmayı başardı.

Bu tür konularda yazarın sonuca adım adım gitmesinin önemi tartışılmaz, fakat daha da ötesi, oluşturulan düğüm noktalarının çözülmesinin okurda yarattığı doyum duygusudur. Buna ikna etmek ya da güven vermek de diyebiliriz. Nöstlinger bu güveni verebilen yazarlardan oldu hep. Kocaman sorunları mizahın ve rastlantıların saçmalığını kullanarak yalınlaştırmayı başarırken alt metin olarak okurunu düşünmeye çağırdı. Bizlere bıraktığı en büyük miras da bu oldu zaten; insan ilişkilerindeki çok yönlülüğü özgür çocukların yaydığı ışıklarla aydınlatmaya çalışmak… Arada ufak tefek sıyrıklar oluşturmuştur belki. Onu da “vahşi ve öfkeli” çocukluğuna verelim isterseniz.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 36.sayısında yayınlanmıştır.