Garip dendi mi akla önce Orhan Veli, sonra onun da öncülerinden biri olduğu şiir akımı gelir. Kendisini “meraklı” olarak tanımlayan ve 2015 yılında Bir Roman Kahramanı Orhan Veli kitabını kaleme alan Haluk Oral ile Orhan Veli’nin yaşamını, şiirini ve belki de hiç yazılmamış romanını konuştuk.

Röportaj: Adalet Çavdar, Cemil Üzen

Kitabın motivasyonundan başlayalım isterseniz. Sizi Orhan Veli’yi araştırmaya, ondan kalanları bir araya toplamaya teşvik eden şey neydi? Ona dair merakınız nasıl başladı? Neden bir Orhan Veli kitabı yazma ihtiyacı hissettiniz?

Orhan Veli’nin benim için en önemli tarafı, önem verdiğim şairler içinde ilk tanıdığım şair olması. Ortaokuldan ilkokuldan beri tanıdığım, şiirlerini bildiğim ve önemini daha sonraki yıllarda da kaybetmeyen bir şair. Şöyle düşünün; ilkokulda, ortaokulda çeşitli kitaplar okursunuz, o yaşlarda çok hoşunuza gider bunlar. Ama belli bir yaştan sonra o kitaplara ilginiz biter. Elli yaşından sonra o kitapları bir daha okumazsınız, ama Orhan Veli’nin şiirlerini her yaşta okursunuz. Özellikle Orhan Veli’nin düz yazılarını okuduğunuz zaman ne kadar derinlikli bir şair olduğunu görüyorsunuz, o basit görünüşlü şiirlerin altında ne kadar önemli fikirlerin yattığını anlıyorsunuz ve Orhan Veli’ye olan ilginiz hiç kaybolmuyor. Ömrün bir dönemine hitap eden bir şair değil Orhan Veli, her dönemde farklı, kendinize göre tatlar alabileceğiniz bir şair. Edebiyatçı değilim. Edebiyatçı gibi görünmeye de uğraşmıyorum. Ama Türk şiirinin de en önemli üç şairi kim diye bana sorarsanız Nâzım Hikmet, Yahya Kemal, Orhan Veli derim. Orhan Veli’nin hayatıyla ilgili neredeyse hiç kitap ve kaynak yoktu. Yazılar, kardeşinin yazıları, gazete köşelerinde kalan yazılar bir de ölümünden sonra yayımlanan küçük bir kitap. Sürekli kaynak aradım ve her bulduğumu sakladım. Sonra yavaş yavaş elime onunla ilgili daha çok belge ve bilgi geçmeye başlayınca yazılar yazmaya başladım. Sonra bu yazıların epey biriktiğini gördüm. Orhan Veli’nin kız kardeşiyle tanıştım ve onun da yardımıyla ve Yapı Kredi Kültür Yayınları’nın büyük desteğiyle bu kitap ortaya çıktı. Şimdi Nâzım Hikmet için de benzeri bir çalışma yapıyorum.

Yine aynı motivasyonla mı yöneldiniz?

Çok iddialı sayılır mı bilmiyorum ama bence Türk dilinin en önemli şairi Nâzım Hikmet. Çok ilginç bir hayatı ve çok güzel şiirleri var. Nâzım Hikmet’le tanışmam çok daha geç oldu. Politik sebeplerden ötürü. Ben ortaokula liseye giderken Nâzım Hikmet’in adını anmak yasaktı. Gizli gizli adını andığımız, birkaç dizesini bir yerlerde şans eseri gördüğümüz bir şairdi. Nâzım Hikmet’le lisede ilgilenmeye başladım. Onun dizelerine de vuruldum. Yıllar içinde onunla ilgili belgeler, bilgiler, mektuplar, imzalı kitaplarını topladım. Şimdi onunla ilgili bir kitap yazıyorum.

Bu tür belgeleri toplamak zorlu bir süreç olmalı. Çoğu kez kamusal erişime açık olmuyorlar. Örneğin söz ettiğiniz Nâzım Hikmet’e dair bir evrakı İnkılâp Kitabevi’nde çalışırken hususi arşivde görmüştüm. Yurtdışına gitmeden önce Kuva-yı Milliye Destanı’nın daktilo edilmiş halinin üzerinde el yazısıyla yaptığı düzeltiler vardı. Dosyayı bırakıyor, parasını alıyor, o para ile gidiyor. O belgeyi görebildiğim için kendimi şanslı hissetmiştim. Siz nasıl bir belge toplama süreci yaşadınız?

Şiir Hikâyeleri kitabımda da o kopyayı anlatmıştım. Yanlış hatırlamıyorsam elli beş sayfa pelur kâğıda yazılıdır ve üç bin lira para almıştır. Aslında onun hikâyesi çok ilginç. Onu önce Ahmet Emin Yalman basmak istiyor, fakat “ben Memleketimden İnsan Manzaraları’ndan ayırmam” diyor bu kitabı. Ama dünya değişiyor, Münevver Hanım hamile kalıyor, dışarı çıkıyor, paraya ihtiyacı var. Tamam diyor, ver parayı yazacağım. Yazıyor, teslim ediyor İnkılâp Yayınları’na, ama yurtdışına gitmek zorunda kalıyor.

Orhan Veli’ye gelince, hakkında yapılmış çalışmalara baktığınızda üç beş sayfa hayatı yer alır, sonra şiirlerini basarlar. Orhan Veli, şiirleri en çok talan edilen şairlerden biridir. Hayatına dair neredeyse hiç bilgi yoktur. Yayımlanan fotoğraflar zamanın dergilerinde çıkmış fotoğraflardır. Nahit Hanım’ın arşivinden fotoğraflar çıktı, onlara Yapı Kredi Yayınları ulaştı. Kız kardeşinin arşivinden epey bir fotoğraf çıktı. Zaten biliyorsunuz Yapı Kredi’nin yayımlandığı Sakın Şaşırma Orhan Veli Yüz Yaşında adında bir sergi kataloğu vardır, orada Orhan Veli’nin pek çok fotoğrafı ilk kez yayımlandı.

Orhan Veli nasıl bir genç peki? Onun ve Garip akımını oluşturan diğer şairler Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in ve okurlarının dünyayla, kendilerini çevreleyen toplumsal hayatla nasıl bir derdi var? Bu kadar derin ve sürekli etki bırakmalarını neye bağlıyorsunuz?

Orhan Veli çocukluğundan bu yana sanata çok meraklı. En meraklı olduğu sanat tiyatro. Hatta evlerinin bahçesinde sahne kurup daha ortaokul lise öğrencisiyken, o sahnede Orhan Veli’nin yazdığı piyesi sahnelemişler. Bunu kitapta da anlattım. Portakal sandıklarından sahne yapıyorlar. Oyunculardan biri üzüntüyle kendini yere attığında portakal sandıklarının içine düşer, insanlar ağlamak yerine gülmeye başlarlar. Bildiğimiz yayımlanan ilk yazısı da aslında bir monolog. Hatta belki de son eseri diyebileceğimiz eser de bir tiyatro eserinin çevirisidir. Tabii şiir işin içine giriyor. Fransızca biliyor, Fransız şiirini de çocuk yaşlarından itibaren takip ediyor ve analiz ediyor. Aslında Orhan Veli’nin yaşına çok dikkat etmek lazım, 1914 doğumlu ve okula başladığı yaşlar, yer ve tarihler Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu zamanlar ve yerler… Dolayısıyla Orhan Veli doğrudan toplumsal olaylarla ilgilenen şiirler yazacak durumda değildi. Şiirlerinin toplumcu, toplumsal olduğunu kendisi de hiç iddia etmedi. Ama şunu söylemek gerekir, 1945 sonrasında yazdığı yazılarda toplumcu bir görüşe doğru gittiğini görebiliyoruz, bu benim fikrim elbette. Fakat bir iki şeyi hatırlatmak gerekir, 1950’de Nâzım Hikmet açlık grevi yaptığı zaman Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet de üç gün açlık grevi yapıyorlar. Hatta bundan dolayı komünistlikle suçlanıyorlar. Nâzım Hikmet’e mektup yazılıyor, meclis yeniden açılana kadar açlık grevine ara ver, diyorlar. O mektubu imzalayanlardan biri de Orhan Veli. Oktay Rifat’ın ve Melih Cevdet’in şiirde nereye geldiğine dikkat edecek olursak, garip akımını sevmeyen şiir için daha klasik düşünen insanların da dikkat etmesi gereken şey şu, Oktay Rifat ve Melih Cevdet ölene kadar Türk şiirinin en önemli iki şairi olarak bilindiler, anıldılar. Sadece Garip şiiriyle yükselen insanlar değillerdi. Orhan Veli de 36 yaşında ölmeseydi, yetmiş yıllık bir hayatı olsaydı her yazdığı şiirle Türk şiirine katkıda bulunacaktı. 36 yaşında vefat etmesine rağmen bu kadar anılıyor, seviliyor düşünün daha uzun yaşasaydı kim bilir neler yapacaktı, yazacaktı.

Melih Cevdet Orhan Veli’nin son dönemlerinde şiirinde bir kırılma olduğunu, Eyuboğlu’ndan etkilendiğini belirtiyor…

O Melih Cevdet’in kendi fikri. Melih Cevdet halk kültüründen yararlanarak yazılan şiirlere, şiir gözüyle bakmıyor. Akan Zaman Duran Zaman kitabında bir anısını anlatır. Bir gün bilet almış piyano konserine yanlış hatırlamıyorsam. Sabahattin Eyuboğlu da Aşık Veysel’in konseri var, ona niye gelmiyorsun demiş. Piyano konserini bırakıp Aşık Veysel’in konserine gider miyim, demiş. Bu bir tercih meselesi, bir şey diyemeyiz. Fakat Sabahattin Eyuboğlu, Orhan Veli’nin hayatında hep olumlu katkılarda bulunmuş birisi. Onun en kötü günlerinde ona destek olmuş. Ölümünden evvel en son görüştüğü insanlardan biri. Önce Eyuboğlu’nun haberi oluyor Veli’nin ölümünden, o aileye haber vermek zorunda kalıyor. Mezar yerine karar veriyor, onun yapılmasını sağlıyor. Sabahattin Eyuboğlu, Orhan Veli’nin gerçek dostu. Askerde mektuplaşıyorlar, o mektuplar Orhan Veli hakkında pek çok ipucu veriyor. Eyuboğlu’nu tanıyan insanların hemen hemen hepsi ne kadar iyi bir insan olduğunu anlatırlar. Ayrıca Eyuboğlu Veli’nin İstanbul Üniversitesi’nden hocası, Veli okulu bitirmiyor gerçi… Öğrencisinin üzerinden elini çekmiyor Eyuboğlu. Ankara’da tercüme bürosunda çalışırken Orhan Veli’yi de yanına alıyor. Askere gittiğinde yalnız bırakmıyor. Yaprak dergisini beraber çıkarıyorlar. Yaprak dergisinin birinci sayısında “Alışveriş” diye bir şiir vardır, o şiiri hep beraber oturup yazdılar, Sabahattin Eyuboğlu, Melih Cevdet, Orhan Veli…

Biraz daha geriye liseden çıkış zamanlarına gelirsek, bu akılları buluşturup beraber şiir yazmaya ikna eden şey ne?

Bu kafadarlar lise arkadaşları. Ercümend Behzad’la hem halkevlerinde tiyatro yönetiyor, hem Ankara Radyosu Müdürü, Orhan Veli’nin babası Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda çalışıyor ve Ercümend Behzad’ın çok yakın arkadaşı. Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet, Ercümend Behzad’ın yönettiği oyunlarda rol alıyorlar. Hatta o zamanın gazetelerinde haber oluyorlar. Şiire ilişkin yenilik arayışları da lisedeyken başlıyor. Orhan Veli’nin öyle bir anısı var. O zamanki şiir anlayışından çok farklı bir şiir yazıyor, çekine çekine arkadaşına gösteriyor, bakıyor o da ona benzer bir şiir yazmış, hep beraber farklı şiirler yazmaya başlıyorlar. Daha sonra Yusuf Ziya’nın dalga geçtiği, ama Orhan Veli’yi de meşhur eden şiirler bunlar.

Etkilendikleri bir yer var mı? Nasıl böyle bir şiiri keşfediyorlar?

Direkt olarak şuradan etkilendiler diyebileceğim bir şey yok, ama herhalde Fransız şiirinden etkilenmişlerdir. Orhan Veli kelimeleri çok dikkatli kullanıyor. Necati Cumalı ile yaptığı konuşmalar var. Şiiri şiir yapan, uzunluğu, kısalığı, kelimeleri… Onları çok düşünen birisi, serbest vezinle yazıyor ama serbest veznin en iyi şekilde ortaya çıkması için çok uğraşıyor. Hatta bir röportajında diyor ki “Eski şiirle şiir yazmak daha kolay; çünkü oturmuş sanatları var, kuralları var, onların hepsine uyduğun zaman her şey ortaya çıkıyor. Biz bu şiirin kurallarını henüz bilmiyoruz, o yüzden bizim yaptığımız şey çok daha zor.” Ve onun da en iyi temsilcisi olmak için epey uğraşıyor. Her yazdığı mektubun bile müsveddesini hazırlıyor, sonra temize çekiyor.

Orhan Veli için belirlenmiş bir imaj var. “Hercai,” aklına eseni yapan, çapkın, umursamaz biri gibi gösteriliyor. Sizin anlattığınız Orhan Veli pek öyle biri gibi görünmüyor? Neden Orhan Veli böyle biriymiş gibi anlatılıyor?

Çünkü şiirlerinin arkasında ne olduğu, onları yazmak için çektiği sıkıntılar ve o şiirlerde esas söylemek istedikleri bilinmiyor. Ben bir ilkokul çocuğu olarak sevdim, üniversiteyi bitirdiğimde de hâlâ ilkokulda nasıl sevdiysem öyle sevmeye devam ettim. Onun için söylenen sıfatlar önemli değil. Ben Orhan Veli’yi tanıyan pek çok kadınla görüştüm, hepsi nasıl inanılamayacak kadar kibar ve zarif olduğunu anlatıyorlardı. Nâzım Hikmet de Orhan Veli vefat ettikten sonra kendisiyle yurt dışında yapılan bir röportajda Orhan Veli için çok güzel şeyler söyler, bir şiirinde Orhan Veli’yi hatırlatır. Nâzım Hikmet, 1955’te Budapeşte Radyosu’na bir röportaj veriyor, bunun ses kaydı mevcut. O röportaj esnasında vatanının çantasında taşıdığı kitaplar olduğunu söylüyor. O kitaplardan biri de Orhan Veli’nin şiirleri ve o radyo yayınında Orhan Veli şiirlerini okuyor. Askerde yazdığı mektuplar Orhan Veli’nin aslında ne kadar derin bir insan olduğunu gösteriyor. Üzücü olan, düşündüklerinin çok azını yazabilmiş olması. Mesela şahane bir roman yazacaktı. Bunun en büyük sebebi elbette maddi sorunlar. Tercüme bürosu geçindiriyordu elbette. O dönem Hasan Âli Yücel’i mahkemeye veriyorlar komünistleri işe alıyorsun, diyerek; ama sonra o istifa ediyor. O ayrıldıktan sonra daha tutucu bir adam bakan oluyor ve herkes işini kaybediyor. Bu adamlar oradan kazandıkları parayla geçiniyorlardı, o iş bitince ellerinde bir şey kalmadı. Melih Cevdet değişik gazetelerde yazılar yazmaya başladı, Orhan Veli ömrünün son bir buçuk yılında Yaprak dergisini çıkartmakla uğraştı ama para kazanmak yerine üstündeki paltosunu, Abidin Dino’nun ona hediye ettiği tabloları satıp dergiyi çıkartmaya devam etti.

Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in arkadaşlıklarının merkezinde hep şiir var. Bu aralarındaki ilişkiyi nasıl tarif edersiniz? Beraber hazırladıkları bir kitap dahi var.

Bir şeyler yaparken insan hep birilerine anlatma ihtiyacı duyar ya, bence öyle bir ilişkileri vardı. Aslında o ilişki de Orhan Veli’nin askere gitmesiyle bitti. Daha sonra elbette görüştüler ama o paylaşım son buldu. Bütün bunların haricinde hazırladıkları Garip kitabının başında Orhan Veli şiir üzerine düşüncelerini yazıyor. Arkasından da şiirler geliyor. Oktay Rifat diyor ki üçümüzün ismi olmasın, sadece Orhan Veli’nin adı olsun. Çünkü kitap Garip akımı üzerine bir poetika ile başlıyor. Sonra herkesin şiirleri ayrı bölümler halinde kitabın içinde yer alıyor. Bütün bunlar hazırlanırken Melih Cevdet askerde ve hastanede. O da, sizin kararınız, diyor. Onun üzerine Garip sadece Orhan Veli’nin adıyla çıkıyor. O kitabın bende iki kopyası var, ikisinde de Orhan Veli sadece kendi adının geçtiği yerin altını imzalıyor, diğerlerine alan bırakıyor. Orhan Veli bu kitapla Garip şiirinin manifestosunu yayımlıyor.

Peki Orhan Veli’nin yazmak istediği ama yazamadığı romanla ilgili ne biliyorsunuz? Türk Edebiyatı’nın yazılmamış en güzel romanı olduğunu ve Orhan Veli’nin de romanın kahramanı olduğunu belirtmişsiniz. Siz onun hayatını kurgularken Orhan Veli ve dünya arasında nasıl bir mesafe buldunuz ya da koydunuz?

Orhan Veli yazmak istediği kadar yazamadı, yazmak istediği kadar rahat da yazamadı, çünkü para kazanması gerekiyordu. Tercüme yapmak yerine şiirleriyle, yazılarıyla uğraşsaydı, uğraşabilseydi, çok çok daha büyük eserler ortaya çıkardı diye düşünüyorum. Orhan Veli’nin askerlik zamanında yazdığı mektuplarda ne kadar geniş ve zengin bir dünyası olduğunu görünüyor. Ama o dönemin Türkiye’sinde, hatta dünyasında onun dünyası yok, onun dünyasına yer de yok. Orhan Veli kendini içinde kurduğu dünya ile özdeşleştiremedi, çünkü bambaşka bir dünyada yaşayıp onun işlerini yapmak zorundaydı. Aynen Oğuz Atay gibi. Hiçbir zaman mühendislikle alakası olsun istememiş, babasının zoruyla mühendislik okumuştu, ama Türk edebiyatının en iyi romanlarından birini yazdı. Orhan Veli’nin tutunamayan olduğunu en iyi fark eden Oğuz Atay. Onca cümlesi içinden “dünyalarının dışında”yı alıntılıyor. Ve Oğuz Atay bilmiyor adamın böyle bir roman yazmak istediğini.

Peki bu romanın ne kadarı var?

Yok, hiçbir şey yok. Yarım sayfa bir özet var. Orhan Veli ben yazdım diyor ama bence kafasında yazdı onu. Ya da kayboldu notlar. Belki Nahit Hanım’a gönderdi, ancak ben Nahit Hanım’dan hiçbir şey almadım. Kayboldu onlar. Yarım sayfa bir özet var, bir de ilk cümle olduğunu düşündüğüm bir cümle; “Değirmen deli deli dönmeye başladı mı hava poyrazladı demektir.” Bir köyü anlatıyor. Bütün o köyde yazdığı şiirleri beraber okursak o atmosferi aslında o kadar güzel yansıtmış ki… “Bir Roman Kahramanı” adında bir şiiri var. Bu adamın roman yazmaya başladığını bilmiyorsan sıradan bir şiir, ama roman yazmak istediğini biliyorsan bambaşka: “Çadırımın üstüne yağmur yağıyor, Saros Körfezi’nden rüzgâr esiyordu.” Ben Adil Han Köyü’ne gerçekten gittim. Saroz Körfezi’nin yanında. Oradaki bir adamla tanıştım, onu tanıyan birini bulacağımızı düşünmüyordum ama… Gittik köye 2009 yılında, “Orhan Veli burada askerliğini yapmış,” dedik. Yaşlı bir amca, “Evet, çadırını da şu ağacın dibine kurardı,” dedi. Tüylerim diken diken oldu. Adam bize çadırın kurulduğu yeri gösterdi, Orhan Veli ile ilgili anılar anlattı. 1941-1945 arası askerlik yapıyor orada. O adam o zaman 15-16 yaşlarında, Orhan Veli’de 26 yaşında. “Çadırımın üstüne yağmur yağıyor / Saros Körfezi’nden rüzgâr esiyordu / Ve ben bir roman kahramanı / Ot yatağımın içinde / İkinci Dünya Harbinde / Başucumda zeytinyağı yakarak / Meczupluğumu yaşamaya çalışıyordum / Bir şehirde başlayıp kim bilir nerede ne zaman bitecek mevzuumu…” Orhan Veli o şiirde kendini roman kahramanı olarak koyuyor, Saros Körfezi’ni koyuyor, çadırının yerini koyuyor. Başka bir şiirinde de “Yoksa biz bu dünyadan değil miydik” diyor. Dünyalarının dışında demek işte. Bu şiirinin adı “Giderayak”. Demek istediğim, her şeyi bir araya getirdiğinde o atmosferi ortaya çıkarıyor. Mesela Yol Türküleri kitabının parçalarına bakarsan yine oradaki askerlik sahnelerini bulursun. Bu adama nasıl hercai denir? Hiç anlamıyorum.

Türk şiirinde bıraktığı izleri daha sonra hangi şairlerde nasıl görüyorsunuz?

Orhan Veli şiir üzerine o kadar çok düşünerek şiirlerini yazıyor ki Orhan Veli’yi birebir taklit eden herkes başarısız oldu. Orhan Veli ve Garip şiirinin açtığı bir yol vardı, onlar kendilerine hiçbir zaman birinci yenici demediler. Ondan sonra gelen bir yol vardı. Bir gazeteci buluşudur aslında İkinci Yeni lafı, öyle adlandırıldılar. Ve tabii ki birebir Orhan Veli’nin, Melih Cevdet’in, Oktay Rifat’ın şiirini taklit etmediler. Birebir Nâzım Hikmet’i de taklit etmediler. Başka bir çığır oldu. Yeni kapıların açılabileceğini Orhan Veli ve arkadaşları göstermiş oldu. Bazı şairler bunu tek başına yaptılar, bazı şairler grup olarak yaptılar, ama eğer bir şair kendisinden önce o dilde şiir yazan hiçbir şairden etkilenmediyse zaten o şair değildir bence. 

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 36.sayısında yayınlanmıştır.