Cemil Üzen

1) Yakın zamanda kaybettiğimiz büyük romancı Umberto Eco’nun muzip ve zeki arkadaşı Pierre Bayard, okumadığımız kitaplar hakkında nasıl konuşuruz?[1] adındaki zihin açıcı denemesinde “okumama”nın ne kadar saygın ve bilinçli bir tercih olduğunu anlatarak giriyor söze. Evvela okumamanın okumaya göre çok daha zorlu bir uğraş olduğu, bir okumama ediminin dolayımında, Musil’in kahramanından yola çıkarak örnekleniyor. Sonrasında sosyal yaşamın çeşitli anlarında hayatımızı kurtaracak “okumama” hilelerini muhtemelen sinsi bir gülüş eşliğinde kaydederken, yine edebiyat dünyasının seçkin örneklerine ait okumama deneyimlerine başvurmaktan çekinmiyor. Musil, Prost, Eco, Valery, Balzac gibi ünlü edebiyatçıları “kötü niyetine” alet ediyor.  Bayard, her ne kadar başlangıçta kazmayı epistemolojik bir damara vursa da, kitabı yazmaktaki asıl amacının entelektüel çevrelerdeki gülünç “okumuş gibi yapma” geleneğine saldırmak olduğunu açıkça ifade ediyor.


Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz?
Pierre Bayard
Çevirmen: Aysel Bora
Everest Yayınları

Enis Batur bir sohbet esnasında bu ülkede herkesin klasik metinleri “annesinin karnındayken” okuduğunu söylemişti. Bayard da bu eli görüyor ve arttırıyor: Entelektüel çevrelerde asıl problem “okumuş gibi” yapıldığında değil, bu durum ifşa edildiğinde ortaya çıkar. Bir İngiliz edebiyatı kürsüsünde Shakespeare okumadan okumuş gibi yaptığınız takdirde kimse bunu tuhaf karşılamayacaktır. Nasılsa anlam okur tarafından üretilen kaygan bir zeminde var olmaktadır. (Aslında Bayard’ın bu noktada kuramsal olanı, eleştiride klişeleleşmiş olanı da okumamak adına bir savunma mekanizmasına çevirdiğini söyleyebiliriz. Hemen topu x kuramsal tartışması veya y eleştirel klişesine getirin ve serbestçe top çevirmeye başlayın!) Bu konuda kimse aynı fikirde olmak zorunda değildir ve okumadan edindiğiniz fikirlerinizi bu nedenle rahatlıkla savunabilirsiniz. Nasılsa okunan ve okunmayan tüm kitaplar bir “iç kitap”la ilgilidir ve biz aslında hep bu iç kitaba dair konuşuruz. Fakat açıkça Shakespeare okumadığınızı söylerseniz kırmızıçizgiyi ihlal etmiş olursunuz. Doğrusu bu, kabul edilemez bir şeydir. Aslında entelektüel camia ehlisünnet benzeri bir inancın mensubudur. Çok büyük günahlar işleseniz dahi, inancın temel ilkelerini reddeden bir şey söylemediğiniz sürece aforoz edilmezsiniz. Fakat “okumadım” demek, bakın bu küfür sayılır!

İkiyüzlü topluluklar içindeki sahtekârlar aslında birer sanatçıdırlar. Herkesi kandırdıktan sonra köşelerinden kıs kıs gülmeyi fazlasıyla hak etmişlerdir. Elmyr de Hory nasıl sanat piyasasının yozlaşmış bir düzen olduğunu gösteriyorsa, Pierre Bayard da akademik ve entelektüel cemiyetin adına “kültür” denen, “bireysel cehaleti gizlemekle yükümlü” bir tiyatro olduğunu açık ediyor. Gelgelelim, “Kral çıplak” dese de Don Kişotluğa soyunmuyor. Şarlatanlığın keyfini sürüyor.  

2) Pierre Bayard’ın okumadığımız kitaplar hakkında nasıl konuşuruz? isimli denemesi keskin bir zekânın sarhoşluğu olarak değerlendirmemiz mümkün. Bayard, besbelli satır satır okumuş olduğu kitapları “okumamış gibi” yaparak, “okumuş gibi” yapan entelektüel çevreyle alay etmenin konforlu bir yolunu buluyor. Metin boyunca zekâsının tüm yetkinliğini sergileyen Bayard, daha en başından okumadığı kitaplar hakkında nasıl konuşacağını anlatan bir kitabı okutarak okuyucusuna büyük bir tuzak kuruyor. Kitap boyunca da okuyucuyu yer yer aptal yerine koyan bu tuzaklar devam ediyor. Her, “Hay aksi, bu adam okumadığı kitaplar hakkında nasıl bunları yazabilmiş,” dediğinizde kendinizin ne kadar aptal, Bayard’ın ne kadar zeki olduğu gerçeğiyle yüzleşmeniz gerekiyor. Aslında okuma ediminin sonunda hâlâ okumadığınız kitaplar hakkında rahatça konuşabilecek bir konuma erişmiş olmuyorsunuz. Çünkü Bayard kendi entelektüel “iç kitabından” konuştuğu gerçeği gözümüzün önünde bir sır olarak kendini muhafaza ediyor. Kitabın sonunda toplumun “okur gibi yaptığı” gibi beylik bir gerçek ve Bayard’ın zeki bir adam olduğu dışında bir şey kalmıyor aslında elinizde.

Aslında Bayard’ın “okumuş gibi” konuşma tüyoları editörlerin arka kapak yazılarında, kitap eklerinin kitap tanıtım metinlerinde gördüklerimizin çok da ötesi değil. Temelde sadece kitabı okumamış olanlar üzerinde başarılı olacak numaralardan söz ediyor. Oysa az da olsa “okumuş” birileri vardır ve bir gün fena halde foyanızı açığa çıkarabilir. Bayard’ın tek dayanağı okumuş olanların da “okumuş gibi” yaptığı kimi eserlerin varlığına güvenip pençelerini saklayacak olması. Bayard’ın bir konuda dürüstlüğünü teslim etmek gerekiyor: Okuma ediminden ziyade sosyal yaşamda bir performans olarak okumaktan söz ettiğini açıkça ifade ediyor. Peki, bunun için iç kitabımızdan, anlamın varoluş zeminin kayganlığından söz edip okuma ediminin bizzat kendisinden ürettiği referanslara gerçekten ihtiyaç var mı? Sosyal ilişkilerinin dışsal zeminine getirdiği haklı eleştirileri savunmak için okuma ediminin içsel dinamiklerini de oyunun bir parçası haline getirerek tam da bir politikacı seçici geçirgenliği göstermiyor mu?


Bayard ,dobra biri gibi davranıyor ve böyle davranmasında bir sorun yok. Ancak kitap boyunca estirdiği –kişisel gelişim kitaplarından tanıdığımız– bir “Siz de yapabilirsiniz!” havası var ki, bu dobralığı epeyce töhmet altında bırakıyor. İkincil kaynakları okuyarak yazdığı makaleleri yayımlatmayı başaran bir yeni yetme akademisyenin heyecanıyla bunu söylemesi de cabası. Kurnazlık güzeldir, fakat emeğin yerini tutamaz. Bayard’ın bir başarısından söz edeceksek, bu öğle birası içen iki akademisyenin geyik muhabbetini entelektüel bir forma dönüştürmeyi başarmış olmasıdır denebilir. Yine de halis okuyucunun bu ucuz numaraları yutacağına inanmıyorum.[2]

Dipnotlar 

[1] GAK++

[2] Bu bölümün ilhamı için, Bkz: P. Bayard,“fikirlerini dayatmak”, okumadığımız kitaplar hakkında nasıl konuşuruz, çev. Aysel Bora, Everest Yayınları, 2015

Arka Kapak dergisi 7. sayı