Kaan Canan

Ekim ayının sonlarında Can Yayınları uzun zamandır basılmayan iki kitabı, Ziya Osman Saba’nın öykü ve şiir kitaplarını yeniden basarak yazarın okurlarını sevindirdi: Cümlemiz (şiirler) ve Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi (öyküler)… Uzun zamandır yeni baskısı olmayan bu kitaplar ancak sahaflarda ve oldukça yüksek fiyatlara bulunabiliyordu.

Yazarın kitapları ilk kez kendisinin de vefatından evvel bir müddet çalıştığı Varlık Yayınları tarafından basılmıştı. Daha sonraki günümüze en yakın baskı ise 2003 yılında Alkım Yayınları tarafından yapılmıştı. On bir senedir kitapçılarda bulunamayan ve yeni baskısı da ne yazık ki yapılmayan kitaplar Ekim ayında nihayet yeni baskı yaptı.

Ziya Osman Saba, Yedi Meşalecilerin genç denilebilecek bir yaşta hayata gözlerini yuman neferi, önce Galatasaray Lisesi’nde ve daha sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’nde iyi bir eğitim almış fakat Hariciye sınavında başarılı olamayınca hukukla uğraşmak yerine bir bankada işe başlamayı tercih etmiştir. Şair kısa süren hayatı boyunca yazdıklarıyla hayatını idame ettirme imkanı bulamamış ve fakat başka bir mesleği kimliği haline getirmesi de elbet mümkün olmamış. Hatta bitirdiği okulları da birer sene uzatarak tamamlamış, lise yıllarında bu sayede Cahit Sıtkı ile tanışıp edebiyat dünyasının en sıkı dostluklarından birisine sahip olmuştur.

Ziya Osman Saba hayatta kalabilmek için çalışmış ve yazabilmek için hayatta kalmış diyebiliriz. Ailesini erken yaşta yitirişi, ilk eşinin akli melekelerinin yerinde olmayışının onda bıraktığı yaralar, üzüntüler elbette şiirlerine yansımış. Onun şiirlerini okumak her insanda çocukluğuna ve dönemin İstanbul’una dair bir özlem uyandırır.

En İstanbullu, İstanbul aşığı şairimiz deyince sadece Yahya Kemal geliyorsa aklımıza, Ziya Osman Saba’ya haksızlık ediyoruz demektir. Çalıştığı banka onu Ankara’ya tayin ettiği vakitler kaleme aldığı “Bıraktığım İstanbul” adlı anı-öykü başta olmak üzere yazdığı her şiire, öyküye sinmiş bir İstanbul sevgisi vardır. Ve bu İstanbul sevgisi birçoklarının zannedeceği gibi güzel bir kadına duyulan hayranlıktan öte bir anne, vatan sevgisi gibidir. En melankolik dönemlerinde dahi çalıştığı müessesenin penceresinde Galata Köprüsüne bakıp şükreden, bu şehrin dışında “bahtsız bir adamın mesut olma ihtimalini” pek mümkün görmeyen bir İstanbullu. Bahtsız olmak, karnının aç olması, tramvay bileti alacak kadar parasının olmaması onun için bir üzüntü vesilesi olmaktan çok Eminönü’nden Galata’nın ara sokaklarına uzanan bir gezinti vesilesidir. Şehirden ayrı kalmaya da ancak kısa bir süre tahammül edebiliyor, “Orada belki daha fakir yaşardım, belki orada, buradaki gibi asfalt üzerinde yeni kunduralarım gıcırdamaz fakat eski kunduralarım ayağıma daha hafif, daha rahat gelir, incelmiş tabanlardan İstanbul kaldırımlarını daha iyi hissederdim.” diyor ve istifa edip şehrine dönüyor.

Ziya Osman Saba şiirlerini hece ölçüsünün hakim olduğu bir dönemde yazmaya başladı. İlk şiiri 17 yaşındayken Servet-i Fünun dergisinde yayınlandı. Yine bu dönem lise yıllarından dost olduğu Yaşar Nabi ve Sabri Esat gibi isimlerle bir arada bulunması ona edebiyat dergilerinin kapısını açmış, çok genç yaşta onu edebiyat dünyasına sokmuştur. Yedi Meşale kitabı yayınlanıncaya kadar Türk ve Fransız, özellikle sembolist şairleri okumuş ve alaka duymuştur. Bu dönem şairlerinin birçoğunda olduğu gibi Necip Fazıl, Ahmet Hamdi, Ahmet Kutsi neslinin etkisinde kalmıştır. Necip Fazıl için Varlık dergisindeki bir yazısında “Necip Fazıl belki en büyük Türk şairi değildir, fakat Türk edebiyatının en kuvvetli şiir kitabı herhalde Ben ve Ötesi’dir” diye bahseder. Yazar 1940 sonrasında ise serbest ölçü ile şiirler yazmaya başlar.

Şiirlerindeki kanaatkar üslup bir söyleşisinde büyük hayranlık duyduğunu ifade ettiği Yunus Emre ile büyük benzerlik gösterir. Tıpkı Yunus Emre şiirlerindeki gibi onun şiirlerinde de ölüm korkulan bir şey değil, aksine “Birer ağaç altında sevgilimiz ve annemiz”in bizi beklediği, kavuşmak için sabırsızlık duyulan bir kavramdır. Şiirlerinde ve öykülerinde azla yetinen, çocukluğundaki ufak mutlulukların peşinde gezen orta halli bir İstanbullu olarak Yunus Emre gibi derviş ruhlu bir tarafı olduğunu söyleyebiliriz. Karamsar şiirlerinde, özlem dolu öykülerinde dahi büyük trajediler, ağıtlar yoktur.

Eserlerine yansıyan naiflik bütün hayatına hakimdir, yazdığı kitap eleştirilerinde daima beğendiği şeyleri ifade eder. Bu elbette her şeyi beğendiği manasına gelmemekte yalnızca beğenmeme halini daha naif bir lisanla, görmezden gelerek, hakkında konuşmayarak ifade etmek şeklinde olmuştur. Döneminde sık rastlanan yazarlar arası polemiklere, tartışmalara hiç girmemiştir.

Kendisinin de ifade ettiği üzere öykülerinde kişiliğinden sıyrılmamış ve genellikle anı-öykü şeklinde kaleme almıştır. Bu sebeple yazdıklarının tam manasıyla öykü olmadığını ve o dönem pek yaygın olan inanışı dile getirerek, şehir görmemiş bir insanın öykü yazamayacağını ifade etmiştir. Fakat bu daima kendinden ve çevresinden yola çıkarak yazdığı öyküleri “Her sanatçıyı olduğu gibi kabul etmek zorundayız. yasak değilse, ben de kendi kendimi anlatmış olayım. İnsan insana benzer; bana benzeyen ve daha sonra dünyaya gelip bir gün benzeyecekler, kendilerini bende bulacaklar çıkar.” şeklinde savunmuştur.

Ziya Osman Saba kırk yedi yıllık ömrüne 168 şiir, 15 hikaye ve 35 yazı sığdırmıştır.

Can Yayınlarının Ekim ayında okurlara sunduğu yeni baskılarda yazarın bitirmeye ömrünün yetmediği romanının parçalarını oluşturan ve önceki baskılarda Değişen İstanbul ismiyle yayınlanan öyküleri, diğer öyküler ile birlikte Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi ismiyle basıldı. Bütün şiirleri ise Cümlemiz ismiyle yine Can yayınlarının tarafından çok hoş bir kapak tasarımı ile on bir yıl aradan sonra okuyucu ile buluşturuldu.

Yazara babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.