İrem Uzunhasanoğlu

‘‘Kusursuz arınma, ancak yaşamı kanla yazılmış bir şiir dizesine dönüştürerek mümkündür’’

Murakami’nin ünlü romanı Yaban Koyununun İzinde 25 Kasım 1970 tarihinde başlar, o tarihte başlaması tesadüf değildir çünkü o gün Japon Edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Yukio Mişima’nın bir garnizon askerin önünde harakiri yaparak kendini öldürdüğü gündür. Murakami’nin ise harlı ateşle yanan edebiyat meşalesini Mişima’dan devraldığı gün…

1925 yılında doğan yazarın seksene yakın öyküsü, yirmi romanı, otuzdan fazla tiyatro oyunu mevcuttur. Denizini Yitiren Denizci, Bir Maskenin İtirafları, Bereket Denizi dörtlemesi ve Yaz Ortasında Ölüm gibi kitapları da Türkçeye çevrilmiştir. Mişima, yazarlığının doruğunda bir edebiyatçı olmasının yanı sıra oyunculuk, fotomodellik yapmış, ayrıca kılıç ve dövüş ustasıdır. Aşırı sağ görüşü benimsemiş olan yazar, Japonya’nın “modernizm” adı altında yozlaştığını düşünmekte ve ülkenin eski Samuray geleneklerine göre yönetilmeye devam etmesini savunmaktadır. Mişima aynı zamanda Fuji dağları manzaralı bir şehrin ismidir, Yukio ise “karlı” demektir. Mişima’nın editörünün onun için seçtiği bu mahlas onun zorluklarla dolu doğayı, buz gibi dağları ve romantikliği aynı bünyede barındırabildiğinin bir işaretidir belki de.

Mişima üç kez Nobel ödülüne aday gösterildiği halde ödül, en yakın arkadaşı Kawabata’ya gider. Japonya’ya gelen ilk Nobel edebiyat ödülünün ardından Kawabata şöyle der: Ödülü hak eden Mişima’ydı. O, dünya çapında üç yüz yılda bir doğan dâhilerden biri, benden çok daha yukarılardadır.

Mişima, Samuray geleneğinden gelen bir aileye mensuptur. On iki yaşına kadar büyükannesi Natsu tarafından sadece kızlarla oynamasına izin verilerek ve oyuncak bebeklerle oynatılarak büyütülür. On iki yaşında ailesine döndüğünde askeri disipline sahip sert bir babaya toslar. Hayatının kırılma noktasını orada yaşar, erkeklerden zevk almaya başladığını hisseder ve bunu yirmi dört yaşında kaleme aldığı ilk otobiyografik romanı olan ‘Bir Maskenin İtirafları’nda sansürsüz anlatır. Radiguet, Oscar Wilde ve Rilke hayranı olan yazar bir sene kadar finansla ilgilense de ardından tüm zamanını yazmaya ayırma karar verir ve en üretken yılları başlar.

Mişima, ölüme hayran bir yazardır. Neredeyse tüm eserlerinde ölümün kıyısında oynar, çoğu zaman sınırı ihlal eder ve onu öyle estetik bir şekilde tarif eder ki; okur ölüme hayran olacak noktaya varır. Ölüm karşısında çırılçıplak kaldıkça, siz de yazara hayran olursunuz. Cinselliğin ve hazzın vardığı son noktayı bile ölümle özdeşleştirir. Çoğu öyküsünde şiddetle haz birleşir. Tıpkı Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’da birini öldürmek istediğini söylemesi gibi Mişima da “birini öldürmek ve kan görmek istiyorum” der. Cinsel dürtülerini kadınlara yöneltmek ister ama tatmin olmaz çünkü onun için esas haz, kandır.

Henry Miller ve Yourcenar gibi birçok yazar Mişima’yı inceler, üzerine kitaplar yazar, onu tahlil etmeye çalışırlar. Kitaplarında ölümü nasıl bu kadar estetik anlatabildiğini araştırırlar. Mişima’nın ölümü ise en az yazarlığı kadar ses getirir. Ölüme olan hayranlığı ona bu ölüm biçimini seçtirmiştir. 25 Kasım 1970’te dört arkadaşı ile Japon Silahlı Kuvvetleri içigaya Kışlası komutanına samuray kılıcı hediye etme bahanesi ile içeri sızar ve komutanı rehin alırlar. Mişima, garnizondaki tüm askerleri toplar ve bir konuşma yapar. Yönetimin, Japon imparatorunun mutlak hâkimiyetine verilmesini ve ülkenin yozlaşmış modernizmin elinden kurtulup, Samuray geleneklerine geri dönmesi gerektiğini söyler. Konuşma bittikten sonra ise “seppuku” yani harakiri yöntemiyle karnını deşmek suretiyle canına kıyar. Yine samuray geleneğine göre gövdenin başından ayrılması gerekmektedir, arkadaşı Masakatsu ilk iki darbede başarısız olunca Mişima’nın yaralı kalmasına dayanamayan bir diğer arkadaşı kılıcı alır ve yapılması gerekeni tek kılıç darbesiyle uygular. Son sözleri “beni yeterince iyi duyduklarını sanmıyorum” olur. Halk arkasından gözyaşı döker, buna karşın annesi serinkanlı bir açıklamayla “ona acımayın, hayatında ilk kez yapmayı arzu ettiği bir şeyi yaptı” der. Seppuku, Japon geleneklerine göre bedeni ve aklı kontrol ettiğinin göstergesi olan, saygın bir ölme biçimidir, adeta bir mertebeye ulaşmaktır. Daha sonra onun bir ‘vatansever’ olduğu ve geleneklerin yitmesine karşı sert muhalif duruşu yüzünden ölümü seçtiği söylenecektir. Oysa farkındalığı çok yüksek bir yazar olan Mişima son röportajında “Artık bittiğimi hissediyorum. Piyesler, uzun romanlar, öyküler yazdım. Artık yapacak bir şeyim kalmadı.” demiştir. Yazarı bu farkındalığa iten uzun yolda yarattığı eserlerden dilimize kazandırılmış olanlarına kısaca bir göz atalım.

YAZ ORTASINDA ÖLÜM: Mişima’nın öykü kitabıdır. Aynı isimli öykü bir yaz tatili sırasında iki çocuğu birden boğularak ölen bir ailenin o yaz sonrasında yaşadıkları büyük acıyı ve acıyla nasıl başa çıktıklarını anlatır. Unutuş sürecini, unutmanın doğal bir hak olup olmadığını tartışırken yoğun psikolojik tahlillerle öyküsünü süsler. “Vatanseverlik” ise bir diğer önemli öyküsüdür. Bu öykü adeta kendi intiharının provasıdır. Karısıyla karşılıklı harakiri yaptıkları sahne akıllardan çıkmayacak tasvirlerle donatılmış ve ölüm olabilecek en estetik şekilde anlatılmıştır. İlginçtir, karnından fırlayan bir iç organı anlattığı sahnede bile iğrenmezsiniz.


Yaz Ortasında Ölüm
Yukio Mişima
Çevirmen: H. Can Erkin
Can Yayınları

DENİZİNİ YİTİREN DENİZCİ: On üç yaşında oğlu olan dul bir kadının kendine ikinci eş olarak bir denizciyi seçmesiyle başlayan roman daha sonra oğul Noboru’nun denizciye olan hayranlığının sönmesiyle dehşetengiz bir hikâyeye dönüşür. Proust’la başlayan “anneye hayran olmak, anneyi gizlice izlemek” gibi temaları Mişima da kullanacak ve ardından Murakami bu geleneği devam ettirecekti. Marguerite Yourcenar bu romanı ‘‘ince, bıçak ağzı gibi dondurucu bir kusursuzlukta’’ diye tanımlar. Şefkati ve şiddeti aynı romanda beraber işlemiş olması yazarın kendinden de bir ipucudur bizim için.


Denizi Yitiren Denizci
Yukio Mişima
Çevirmen: Seçkin Selvi
Can Yayınları

BEREKET DENİZİ (dörtleme): Bereket Denizi dörtlemesi; Bahar KarlarıKaçak AtlarŞafak Tapınağı ve Meleğin Çürüyüşü isimli romanlardan oluşur. Dört kitapta da yirmi yaşında ölüp reenkarne olan karakterimiz sayesinde Japonya’nın seksen yılına şahit oluruz. Bir kitapta Taylandlı bir prenses, diğer kitapta bir militan, ötekinde ise yetim bir çocuk olarak karşımıza çıkabilir, hepsinin ortak noktası sahip oldukları lekedir. Cinsellik ve ölüm temalarının harmanlandığı, modern ve gelenekselin birleştiği bu dörtleme onu 20. Yüzyılın en önemli yazarlarından biri olmasını sağlar. Dörtlemenin sonuncusu olan Meleğin Çürüyüşü isimli kitabı editörünün teslim etmesini beklediği tarihte teslim eder ve ertesi gün intihar eder. 

Arka Kapak dergisi 15. sayı