Necip Tosun

Orhan Veli’nin öyküleri, 1947-50 yılları arasında Tanin gazetesi ile Seçilmiş Hikâyeler ve Yaprak dergilerinde yayımlanır. Öyküler ilk kez ayrı bir kitapta Yapı Kredi Yayınları’nca Hoşgör Köftecisi adıyla bir araya getirilir. Kitapta Orhan Veli’nin altı öyküsü bir de William Saroyan’dan çevirdiği öykü yer alır. Bir şairin öykü kitabı önemli, zira türler arası “geçişler” daha çok öykü ile roman arasında gerçekleşir. Bu bağlamda da öykü ile roman arasındaki yakınlaşmadan söz edilir. Edebiyat tarihine baktığımızda roman kadar yaygın olmasa da şairler de öykü türünde ürünlere imza atmışlardır. Peki edebiyatın farklı türlerinde yazan yazarların bu tutumlarını nasıl değerlendirmek gerekir? Kuşkusuz bir sanatçı hangi türde yazarsa onu türün kendi içinde değerlendirmek, o tür bağlamında yorumlamak gerekir. Çünkü sanatçının seçimi her şeyden önemlidir. Aslolan o türün gereklerini yerine getirebilmektir. Kuşkusuz yazar hangi türü seçmişse orada yoğunlaşır. Bu anlamda yazar ancak ortaya koyduğu metinle değerlendirilmelidir, seçimiyle değil. Her yazar kendisini, duygularını en iyi ifade ettiği türde yazar. Kaldı ki farklı türlerde yazan ve her türde başarılı olmuş yazarların sayısı hiç de az değil. Buradaki temel ölçüt hangi türde yazılırsa yazılsın o türün hakkını vermek, nitelikli ürünler ortaya koymaktır.


Hoşgör Köftecisi
Orhan Veli Kanık
Parodi Yayınları

Yaygın anlayış, roman ve öykü arasında yakın bir ilişki olduğudur. Yaşananlar da bunu doğrular. Ağırlıklı olarak öykü yazarlarının roman yazdığı, roman yazanların da öykü yazdığı bilinir. Tür olarak da birbirine yakınlığı hep söylenir. Oysa modern öykünün geldiği yere bakıldığında öykünün romandan daha çok şiire yaklaştığı söylenebilir. Çünkü günümüzde artık geleneksel formunu terk ederek imgesel, simgesel anlatımın peşine düşen öykü, şiirin doğasına daha bir yaklaşmıştır. Modern öykü artık kelimenin gücünden ve çağrışımından yararlanırken konuşma diline ve gevezeliğe uzak durarak vurucu ve net bir anlatımı hedefliyor. Sese yönelik ritim çabaları ile akışkanlık ve sözdizimi titizlikleriyle, kelime dokusunu gözeten işçilikle şiirselliğe ulaşılıyor. Bütün bunlar da tartışılmaz bir şekilde şiirin ve öykünün doğasının benzerliğini gün yüzüne çıkartıyor. Julio Cortázar’ın, “öykü ile şiirin yaratılışı, doğuşu aynıdır: Birden ortaya çıkan bir yabancılaşma ‘normal’ düzeneğini yerinden oynatan bir değişim,” derken kastettiği tam da budur.

Bu nedenle şairlerin öykü yazması önemli ve heyecan verici. Şairlerin öykülerine topluca bakıldığında bir şairin elinden çıkma olduğu hemen görülür, çünkü bütünüyle coşkulu bir lirizmle örülmüştür. Dil işçiliği iyice incelmiş, felsefi boyut derinleşmiş, anlam soyutlama/metaforlarla zenginleştirilmiştir. Akıcı, şiirsel bir dil metne hâkimdir. Dil, düz, yaygın ve ilk anlamlarından çok farklı, çok katmanlı bir biçime dönüştürülerek kullanılmıştır. Ama yine de ortaya şiir değil öykü çıkmış, yoğunluk ve şiirsellikle anlam parlatılmıştır. Bütün bunlar da modern öykünün önemsediği anlatım biçimidir.

Orhan Veli’nin öykülerine bakıldığında, onun şiir anlayışının öyküye de yansıdığı görülür: Sade, yalın, anlaşılır ama derin. Biçimsel anlamda ise daha çok hayale, rüyaya yaslı anlatımı tercih eder. Öykülerinde gündelik yaşamımızda varlıklarını bile hissetmediğimiz insanların sıradan yaşamlarını, “tutunamayanları”, bir köşeye itilmişleri, balıkçıları gündeme getirerek Sait Faik çizgisini sürdürdüğü görülür. Bir sohbet havasında, müdahil yazar tavrıyla âdeta okurla birlikte öyküyü kurgular. Diğer yandan, küçük insanları anlatırken mevcut düzene/yapılanmaya eleştirel ve muhalif bir tutum sergiler. Ama bu muhalefeti bir teklife dönüşmez. Yani sadece tespit eder, okura bir ideolojik görüş dayatmaz. Çünkü onun peşinde olduğu, adı konmuş toplumsal bir proje yoktur. İnsanların hayallerinin gerçek olduğu, herkesin mutlu olduğu, haksızlıkların olmadığı özgür bir dünyayı arzuladığını vurgulamakla birlikte, bu beklentilerini bir siyasi hareketle irtibatlandırmaz.

Öykülerde anlatıcının sosyal meseleler ile bireysel tutkular arasında bir denge gözetmeye çalıştığı görülür. Öykülerde bohem hayat, avarelik, özgürlük, deniz tutkusu öne çıkarken fakirlik ve eşitsizlik vurgusu da gözden kaçmaz. Herkesin temel problemi işsizliktir. İnsanlar hayatın güzelliklerini yaşamak isterler ama fakirlik buna engeldir. “Baharın Ettikleri” öyküsünde bir yazar olan anlatıcı da iki mesele arasında gider gelir: “Biz tanımadığımız o büyük sınıfın, o fakir sınıfın adamıyız. Ama tanımadığımız için de onlardan, onların hayatından bahsedemeyiz. Üstelik tehlikeli bir iş o. İnsanlar sol diyorlar, komünist diyorlar. İyisi mi, bir yazar hep suya sabuna dokunmayan yazılar yazmalı. Ben de öyle yapacağım.” “Baharın Ettikleri”nde yazar öykünün içinde öykünün sorunlarını tartışır. Öyküde, zengini mi anlatacak fakiri mi anlatacak, olay gerekli mi gereksiz mi sorularının peşine düşen anlatıcı, bugün bile tartıştığımız yazarın konumunu oldukça sağlıklı bir yere oturtur: “Hikâyede konunun pek o kadar mühim olmadığını söyleyenler çıktı. Ama ne olursa olsun, bir vaka lazım. O vakanın bir başı bir sonu olması lazım. Üstelik vaka da alışılmış bıkılmış vakalardan olmamalı. Réalisme’i artık başka türlü anlamalı. Bir eser, içine dünyanın en çirkin realitelerini doldurmakla réaliste olamaz. Sefaletleri, ıstırapları, sınıf tezatlarını en keskin hatlarıyla canlandırmak isteyen çok kere mübalağaya düşer. Dünyayı hep kara gözlükle görmek, pertavsızı sadece pisliklerin üzerinde dolaştırmak bence romantisme’nin ta kendisidir. Yirminci yüzyıl adamınınsa romantique olmaya hakkı yok artık. Cemiyete faydalı olabilmek, insanları, söylediklerimize inandırmakla mümkün. Realiste yazarla romantique yazarı konu bakımından da ayıramayız. Çünkü yeryüzünde realiste olay yahut romantique olay diye bir şey yoktur. Bir yazarın edebî hüviyetini sadece işçiliği tayin eder.” Öyküde bir yazar neyi anlatacak nasıl anlatacak oldukça tutarlı bir şekilde gündeme gelirken, gerçek ile kurmaca iç içe geçirilerek tüm öyküye yazarın damgasını vurduğu örneklenir.

Orhan Veli’nin rüyaları olan küçük insanları (denizci, meyhaneci vb.) anlattığı “Hoşgör Köftecisi” adlı öykü de çalışan, namuslu, güzel insanlara bir saygı sunumudur. Anlatıcı, bir meyhanede tanıştığı, hayatlarına, rüyalarına tanıklık ettiği insanları hikâye eder. Bu insanların dünyayı güzelleştirdiğini düşünür. İşinde, gücünde dünyayı güzelleştiren insanların hikâyelerini dinlemek için hep oraya gitmek ister.

“İşsizlik” öyküsünde yine işsiz anlatıcı düşler görmeye başlar. Geldiği bir bahçede, petrol arama kampında kendisine teklif edilen işle ilgili düşler görür. “Eğer işi başlamış olsaydı ne olurdu”nun hikâyelerini kurgular. Bu arada anlatıcının bizzat Orhan Veli olduğu belirtilir. Bu bölümlerde de Orhan Veli kendi şiir anlayışına yöneltilen eleştirileri hayal eder: “Orhan Veli mi? Onlar da mı şair? Bu tür maskaralıklar Avrupa’da çoktan geçti. Yazsalar ya vezinli, kafiyeli doğru dürüst şiir. Yazamayınca ne yapacaklar? Tabii böyle bin bir şaklabanlıkla nazar- dikkati celbetmeye çalışacaklar.” Ne var ki Orhan Veli (anlatıcı) böyle peşin hükümlülere cevabım yok diyecektir. “Denize Doğru” öyküsünde, işsiz dolaşırken çok küçük bir ücrete razı olup çalışmaya başlayan anlatıcının deniz arzusu işyerini terk edip denize doğru yürümesine neden olur. Öyküde yine deniz tutkusu, özgürlük tutkusu, yaşama isteği içindeki anlatıcı fakirlik yaşamaktadır. Yaşanan bozuk düzen nedeniyle okumuş da olsa kendisi yoksul kalacak, babası zengin olduğu için müteahhit zengin olacaktır.

Öykülerde ki mekânlar genelde, yenilmişlerin gittiği meyhaneler, kahvehanelerdir. “Öğleden Sonra” öyküsü, boğaz kenarındaki bir meyhanede anlatıcının gözlemlerinden oluşur. Burjuva, memur, yoksulluk, deniz, aşk kavramları etrafında dönen öyküde, kadın erkek ilişkisi öne çıkarken, fonda sosyal meseleler vardır. Öyküde özellikle memurun ezilmişliği, fakirliği, çıkışsızlığı gündeme gelir. Meyhanedeki insanların sohbetleri, öykünün ana çatısını oluşturur.

Orhan Veli çok az sayıda olmasına karşın, öykü sanatının modern yapısının farkında bir yazar olarak düzeyli öyküler yazmıştır. Ne var ki bu öyküler sadece onun şair kimliğini tamamlayan bir işleve sahipler. Genç yaşta ölmesi, şairliği yanında öykücülüğünün de eksik kalmasına neden olmuştur.

Arka Kapak dergisi 36. sayı