Röportaj Çeviri: Tuğçe Nida Sevin

Patrick Ness sekiz roman ve bir kısa hikâyenin yazarıdır. En iyi, genç edebiyatı romanları ile bilinir, Kaos Yürüyüşü serisi ve More Than This bunların en bilinenleridir. Çocuk ve genç kitapları için İngiltere’nin en değerli ödülü Carnegie Medal’ı iki sene üst üste kazanmıştı. Patrick, Oxford Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık dersleri vermiştir ve Guardian gazetesinde edebiyat eleştirileri yazmaktadır. Virginia da doğmuştur ancak yaşamına Londra’da devam etmektedir.

Bu söyleşi için her zamanki gibi bir sürü okuma yaptım, geçmişini araştırdım ve bu adam her daim düşünceli, yaratıcı, nazik, komik ve fazlasıyla açık (kanıt için aşağıya bakın). Ayrıca Suriyeli mültecilerle ilgili başa çıkılması zor bir felakete izleyici olmak yerine bir şeyler yaptı ve başlattığı bağış kampanyasına birçok yazar, yayıncı ve okurun katılımıyla yüklü miktarda para toplandı. Yeni kitabı Biz, Ölümlüler raflara çıkmışken bu söyleşiyi de daha fazla saklı tutamadım, saklı kalmak için fazla iyi.

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

Her genç kadar karmaşık ve çelişkilerle doluydum. Felaket derecede utangaç ama aynı zamanda bütün sınıfı güldürebilecek kadar komik. Çoğunlukla ben orada masumca otururken onların başı derde girerdi. Fazlasıyla telaşlı ama içinde tutmayı başaran. Her zaman, her zaman, her zaman, her zaman gözü üniversiteye gideceği günlerde… Trajik bir saç modeli. Sadece… trajik.

Büyüdüğünüzde ne olmak istiyordunuz? Neden?

Bir yazar olmak istiyordum ama bunun geçerli bir kariyer olduğundan bihaberdim. Tuhaf bir mantıkla sadece ünlü insanların yazar olduğunu düşünüyordum. Bana olacağını asla düşünmezdim. Yine de İngiliz Edebiyatı okudum ve şaşkınlık içinde bir kitap sözleşmesi yaptığım esnada da kurumsal yazar olarak çalışıyordum. Bu kesinlikle bir sürprizdi. Güzel bir sürpriz. Lise yıllarında bir restoranda garsonluk yapıyordum; bu arada bu durumu Biz, Ölümlüler’de aynen görebilirsiniz, ve işim harikaydı. İyi para kazanıyordum, evden uzaklaşıyordum, her pazar sabahı mesaisini talep edebiliyor, böylece kiliseye gitmekten kurtuluyordum… Fakat işin aslı lise biraz bekleme odası gibiydi.

Yazarken hedefinizin değiştiği hiç oluyor mu? Son cümlenin değiştiği hiç oldu mu? Eğer olmadıysa o sonu göz önünde tutarak nasıl etkili bir gözden geçirme yapabiliyorsunuz?

Biz, Ölümlüler’de kendimi korkutmak istedim. Kanaatkâr olmayı asla ve asla istemedim, bu yüzden düşümdü ki, “Biliyor musun, güvenlik ağlarını boş ver ve ne olacağına bak.” Böylece başladığımda elimde olan tek şey kilit bir sahneydi, “Nereye gidecek bakalım,” dedim. Süreç ürkütücüydü ama kesinlikle doğru hissettiriyordu, gerçekten doğru ve yeni bir mücadele.

Gözden geçirme…?

Bilemiyorum. Keşke tek bir doğru yöntem olabilseydi. Çoğunlukla nereye varmak istediğimi biliyorum, bu yüzden kitabın gözden geçirmesi, kitabın oraya vardığına emin olmak adına oluyor. Bazen şaşırıyorum, bazen bazı şeyler yerli yerine oturuyor, tam istediğim gibi ama bu nadiren oluyor. Her kitap farklı ve her birinde, “Ah Tanrım, bunu yapmayı tamamen unutmuşum,” diyorum.

Söz konusu genç olmanın çoğunlukla karmaşık, yalnız, keyifli ve çalkantılı deneyimini ele almak olduğunda olağanüstü derecede hassas ve öngörülü davranıyor, sorumluluk alıyor ve gerçekçi yazmak için özel çaba gösteriyorsunuz gibi duruyor. Daha önce de bir yerde dediğiniz gibi, “Gençler için karanlık şeyler hakkında yazmazsak… onları bunlarla kendi kendilerine yüzleşmeye bırakıyormuşuz gibi düşünüyorum her zaman. Ve bu pek de… faziletli bir davranış değil.”Aynı zamanda “Her kitap, özellikle gerçekten otobiyografik olarak yazılmamış olsa bile, her zaman duygusal olarak otobiyografiktir,” diye tanımlıyorsunuz, gençler için yazıyorsanız, aslında genç hâliniz için yazıyorsunuz demektir, “kırk yılda bir de olsa ciddiye alınmayı bekleyen” o çocuk için. Genç olarak size ciddiye alındığınızı hissettiren, size “karanlık olan hakkındaki gerçekten” aynı zamanda umut verecek şeylerden bahseden kitaplardan bahseder misiniz? Bu kadar çok yetişkinin “mecburi bir unutkanlıkla” karşı karşıya olduğu bir zamanda nasıl gençlik deneyimine karşı bu denli saygılı ve empatik kalabiliyorsunuz?

Benim teorim, içimizde geçirdiğimiz her yaşı taşıyoruz, her zaman. Ben hâlâ sekizim ve on altıyım ve yirmi dokuzum. Hepsi içimizde ve tamamen onu yeniden hissetmeye bağlı. Bahsettiğiniz unutkanlıktan birçok yetişkinin mustarip olduğunu ben de bi- liyorum ama yine de o yetişkinler, gençlik edebiyatı kurgularına sürüler hâlinde akın ediyorlar. Bu yüzden, bunların kendimize itiraf etmek istediğimizden daha çok bize hitap ettiklerini düşünüyorum. Her şeyin bu denli önemli olduğu o yılların nasıl hissettirdiğini hatırlamak istiyoruz çünkü aynı şeylerin şimdi de bizim için önemli olmasını istiyorum. En azından ben böyle düşünüyorum.

Bir gençken Judy Blume vardı ve hepsi buydu. Gerçekten buydu. Ben, bir gençken okumak isteyip de okuyamadığım kitapları yazmak istiyorum. Tek yaptığım bir zamanlar olduğum/hâlâ olduğum genç için kitaplar yazmak. Beni ciddiye alan kitaplar istiyordum benim düşüncelerimi, mücadelelerimi ciddiye alan ve benim karmaşık, çelişkili bir birey olduğumun farkında olan kitaplar. Hepsi bu. Çocuğunuz ya da öğrenciniz olmayan bir genci dikkatle gözlemlerseniz herhangi birisi kadar meraklı, akıllı, endişeli, duyarlı, tutkulu, acımasız ve harika olduklarını görebilirsiniz. Diğer bir deyişle onlar insan, bu nedenle sadece onlara hak ettikleri şekilde muamele etmeye çalışıyorum; ve tabii yüreğimdeki trajik saçlı gence de.

Ernest Cline’dan bir soru: Selam Patrick! Yazmaktan kaçınmak için ne gibi şeyler yapıyorsun?

Her zamanki şeyler: Joyce okumak, kediye armonika çalmayı öğretmeye çalışmak, reiki…

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 17.sayısında yayınlanmıştır.