Ümit Sami Şahin

Tek tanrılı dinlerin tanrısı, insanlara peygamberler göndermekle yetinmemiş, kitap göndermeyi de zorunluluk saymıştır âdeta. Peygamberler ve onların mucizeleri kitleleri peşinden sürüklemek için bir hayli etkili olsa da Tanrı “Sadece bunlarla olmaz” diye düşünmüş olsa gerek ki, çok isabetli bir kararla kitap da göndermiştir. Peygamberlerin sınırlı yaşam süreleri karşısında, tanrının çağlara nüfuz etmesini istediği öğretileri iletme yönteminin bile “yazı” olması bu anlamda çok manidardır. “Yazı”nın varoluşu ise “okur” kişi ile anlamlanmakta, anlaşılmakta veya yanlış anlaşılmaktadır. Nitekim kutsal kitaplara sarılıp kendini iyi işlere adayan da okurdur, yine aynı kutsal kitaplara sarılıp terör ve şiddete başvuran da. Görünen o ki iyi bir “okur” olmak ve Alberto Manguel’in deyişiyle “okumaların okuması” aşamasına ulaşmak, kolay bir iş olmadığı gibi her okurun harcı da değildir. Arjantinli yazar Ricardo Piglia’nın “okur” olmayı ve okurluğun hallerini didiklediği kitabı Son Okur da buna vurgu yapıyor. Pınar Savaş’ın çevirisiyle Türkçeye kazandırılan ve son okurun kim olduğunu sorgulayan bu kitap, nitelikli okurun çokça faydalanacağı bir rehber niteliğinde. Piglia, salt okumakla yetinmeyip, okuduğu metni kazıyan ve onun özüne ulaşmayı düstur edinmiş kişiler için güzel bir kaynak kitap hazırlamış diyebilirim.

Mikro evren olarak “edebiyat”

Kitabın giriş bölümünde yazar, “Sanat evrenin sentetik bir formu, dünyanın özgüllüğünü yeniden üreten bir mikrokozmostur,” diyor. Bu bağlamda, edebiyatın yapıcıları ise âdeta her yapıtta baştan yaratılan mikro evrenlerin tanrılarıdır. “Bana yazdığım her şeyin unutulacağını söyleselerdi şayet, bu haberi neşeyle, memnuniyetle karşılayacağımı sanmam; yine de yazmaya devam ederdim,” diyor Juan Carlos Onetti. Elbette yazar için yazdıkları bir varoluş ve duruş meselesidir, ancak yazı, okuru için yazılmaktadır. Bu noktada da okur edilgen kimliğinden sıyrılıp Piglia’nın deyimiyle “eylem insanı”na dönüşmektedir. Piglia, “Okur aynı zamanda kötü okuyan, okuduğunu çarpıtan, karmaşık algılayandır. Okuma sanatında, görüşü en sağlam olan her zaman en iyi okuyan değildir,” diyerek okurun hatalı veya farklı okuma biçimlerine değinir. Bu farklı okumalar beraberinde farklı kavrayışları ve bunun neticesinde de okurun kendisinin hükmettiği mikro evrenleri yaratır.

Manguel, Merak adlı yapıtında okuma sanatının birçok açıdan yazma sanatının tam karşısında yer aldığına vurgu yaparken, okumanın yazar üzerindeki etkilerini deşifre eder: “Okumak, yazar tarafından düşünülmüş metni zenginleştirir, derinleştirir ve daha karmaşık hale getirir, onu okurun kişisel deneyimini yansıtacak şekilde yoğunlaştırır, evreninin en ücra köşelerine ve ötesine ulaşacak şekilde genişletir.” Okumak, aslında bir yandan okurun kendisinin hükmettiği evrenler yaratmasına neden olurken bir yandan da eserlerinde yarattığı mikro evrenlerin tanrısı olan yazara hükmetmekte ve yazarın metinini derinleştirip dönüştürmektedir.

Peki okur kimdir ya da nedir? Piglia, “Okur nedir?” sorusuna şöyle bir cevap veriyor: “Edebiyatı bu soru oluşturur; edebiyatın dışında değildir ve onun varlık koşuludur. Yanıtı da gerçek, fakat kusurlu okurlar olan hepimizin yararına bir hikâyedir: kaygı uyandırıcı, tekil ve her zaman farklı.” Bir başka paragrafta ise: “‘Okur nedir?’ sorusu aynı zamanda ‘öteki’nin de sorusudur. Okuyana bakanın bazen ironik, bazen saldırgan, bazen merhametli ama daima politik sorunudur,” diyerek eylem insanı olan okur ile “okuyana bakan”ı, farklı düzlemlerde değerlendirir. Manguel de, her yazarın ve her okurun bir metinle meşgul olduğunda karşılaştığı temel bir soruna dikkat çekerken, son okurun ayırt edici özelliğine işaret eder gibidir: “Okumanın, dile ve çok övülen iletişim kabiliyetine inancımızı tasdik etmek anlamına geldiğini biliriz. Ne zaman bir kitabı açsak, daha önceki bütün tecrübemize rağmen, işte bu sefer metnin özünün bize iletileceğine itimat ederiz. Ve ne zaman son sayfaya ulaşsak, tüm bu cesur umutlara karşın, bir kez daha hayal kırıklığına uğrarız.” Eylem insanı olmaktan uzak, sıradan okur ya da kötü okur, kendisine bu hayal kırıklığını yaşatan kitaba burun kıvırıp, şüphesiz bir daha yüzüne bakmaz. Oysa eylem insanı olarak “okumaların okuması”na varan son okur, tükenmeyen bir ümitle o kitabın şifrelerini çözmek için didinmeye devam eder. Manguel bu durumu şöyle açıklar: “Daha kesin bir tanımın yokluğundan ‘büyük edebiyat’ deme konusunda uzlaştığımız kitapları okuduğumuzda, metnin o çok katmanlı karmaşıklığını kavrama kabiliyetimiz, isteklerimizin ve beklentilerimizin gerisinde kalır ve bu defa amacımıza ulaşacağımız ümidiyle, bir kez daha metne dönme mecburiyeti duyarız.” İşte bir kez daha metne dönme cesaretini gösterecek olan, son okurdur. Öte yandan şunun altını da çizmek gerekir: Büyük edebiyat sınıfına giren kitaplar, yine de her bir okura “kendi yeteneklerinin elverdiği ölçüde idrak edebildiği” bir zenginlik katacaktır.

Okumak da politiktir

Son Okur’a dönecek olursak, kitap nitelikli okur olma yolunda aksak adımlarla ilerlemeye çalışan okurları Ricardo Piglia eşliğinde keyifli bir edebiyat yolculuğuna çıkarıyor. Bu yolculuk Franz Kafka’yla başlıyor. Kafka’nın, Felice Bauer ile “sonsuz mektuplaşmaları”nda, Felice’ten beklentileri neticesinde şekillenen diyaloglara değiniyor. Okur, bu mektupların ve diyalogların üzerinden bazı eserlerin okumasına tanıklık ediyor. Yolculuğun devamında, Defoe’nun Robinson Crusoe’undan, Cervantes’in Don Quijote’una, Melville’in Bartleby’sinden, Tolstoy’un Karenina’sına kadar birçok eser, yazarın edebiyatı damıtma yöntemleriyle saflaştırılmış olarak, farklı bir perspektif kazandırılmak üzere okura sunuluyor.

Kitapta, 68 kuşağının meşhur söylemlerinden “Her şey politiktir” sloganını doğrularcasına, okumanın politik yönüne de dikkat çekiliyor. Piglia, okuyuşun ve bunun sonucu olarak politikleşmenin en iyi örneği olan Che’nin yaşamına da değiniyor. İyi bir okur olan Ernesto Che Guevara, kitapları dışında hiçbir şey biriktirmemiş, gerilla yaşamının gerekliliklerine zıt bir şekilde, kararlılıkla kitaplarını da yanında sürüklemiş ve ölüme beş kala, yaralı halde geçirdiği son gününde dahi okumayı sürdürmüştür. Che, o son gününde, yaralıyken sığındığı okuldaki kara tahtaya yazılmış olan cümlenin imla hatasının düzeltilmesinde ısrarcıdır. “La Higuera’daki okulun kara tahtasında yazılı cümle ‘yo sè leer’, yani ‘okumayı biliyorum’dur. Hayatının sonunda bunu görmesi bir kehanet gibidir; neredeyse kusursuz somutlaşmadır.”

“Bu kitap yorucu olmayı amaçlamadı”

Ricardo Piglia, “Bu kitap yorucu olmayı amaçlamadı. Okumakla ilgili tüm sahneleri yeniden kurmak yerine belleğimdeki bazı okuma biçimlerinin arasında keyfi bir yolculuk yaptım. Kendi okur yaşamıma bu kitapta yer verdim, bu nedenle muhtemelen yazdığım en kişisel ve mahrem kitaptır,” diyerek noktalıyor Son Okur’u. Günün birinde “yazmak” hayalini gerçeğe dönüştürmeyi uman okurlar, bu işin çıraklığının okumak olduğunun bilincindedir. Öte yandan yazmak, hep çırak kalmayı gerektirir. Bu bilinçle Son Okur’un sayfalarında yol almak, samimi duygularla mahremini herkesle paylaşan Piglia’nın yanında çıraklık yapmak gibi bir şans sunuyor okura. 

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 36.sayısında yayınlanmıştır.