Cüneyt Gönen

Paranoyağı erdem bekçisine, inkârcıyı inanç savunucusuna, art niyetliyi idealist kahramana, kendi içinde çelişen tutarsızı korkusuz bir şövalyeye dönüştürür ekseni kayan gerçeklik. Savunma mekanizmasının en kasvetli psikodinamik gücü olan inkâr, gerçekliği rotasından çıkararak yalan potasında öğütür, ikircikliliğin simyası ile şekillendirir, düzmece bir mantıkla da tekrardan anlamlandırır. Gerçeklikle arasına set çekilen hayatta artık yok saymak istenilenler yok sayılır, duymak istenilen duyulur, görmek istenilen görülür, bilmek istenilen bilinir. En büyük yalanları insanın kendisine söyleyebileceği bu dünyada, ham hayaller süslü hakikatlere, kör eden yanılsamalar coşku verici doğruluğa, uçuruma sürükleyen yanılgılar ise göklere çıkaran mucizelere kolay ve zahmetsizce dönüşür. Varlığın yumuşak zeminine yığılan bu çelişkiler ya benliği ikiye böler ya da benliği yok eder. Miguel de Cervantes’in günümüze uzanan bin sayfalık romanı, bu tektonik kaymaların yarattığı soylu divaneliğin, akıllıların hükmünce bilgelik olarak kabul edilmesinin bir hicvidir. Fakat çelişkiler zamanla süpürülmüş, kelime oyunları ile anlam boşaltılmış, tutarsızlık pürüzleri methiyeler ile maskelenmiş ve roman aslından başka bir hüviyete kavuşturulmuştur.

Cervantes’in 1605 ve 1615 yıllarında iki cilt olarak yayımladığı Mançalı Yaratıcı Şovalye Don Kişot, Thales’ten Platon’a miras kalan felsefenin dünya ile arasına koyduğu mesafenin tarihsel bir uzantısıdır. Dünyayı şekillendiren, anlamlandıran ve konumlandıran zihinde volta atan fikirlerin somut olandan daha gerçek olduğuna, gerçekliğin işaret ettiğinden daha yüksekte durduğuna inanır. Ve bu hikâyenin başkahramanının, günümüzde bilgelik ve kahramanlık olarak atfedilen “Donkişotluk” kavramıyla uzaktan yakından bir ilişkisi aslında yoktur. Michel Onfray, Gerçekleşmeyen Gerçeklik, Don Kişot İlkesi ile literatürde “idealist, adalete inanan, dürüst, cömert, dünyayı veya birilerini kurtarma yoluna kendini adayan” gibi tanımlarla anılan “Donkişotluk” sözünün veya “saftirik, cahil, bön, çıkarcı, vaatlere ve iltifatlara çabuk kanan” gibi sıfatlarla yan yana getirilen “Sançopanzalık” teriminin nasıl evrilerek simgesel ve mitolojik bir anlam kazandığını tartışıyor. Kibir, aç gözlülük, şehvet, kıskançlık, oburluk, yıkıcılık ve miskinlik gibi sakınılması gereken yedi ölümcül günahın düzenleyicisi Kilise’nin erdemlerine eleştiri olan bu roman için Papa XVI. Benoit’in 1982 yılında kahramanına atfen söylediği “Düşüncelerinde iffetli, sözlerinde dürüst, eylemlerinde gerçek, kara bahtında sabırlı, ihtiyaç içinde olanlara karşı merhametli ve sonuçta savunması yaşamına mal olsa da gerçeğin savaşçısı” sözleri, bu dönüşümün paradoksal dışavurumunun bir örneğidir.


Gerçekleşmeyen Gerçeklik
Michel Onfray
Çevirmen: Aytekin Karaçoban
Didem Nur Güngören
Everest Yayınları

Girdiği mücadelelerde sürekli başarısızlığa uğrayan, romanesk tüm atılımları boşa çıkan, düştüğü komik durumları kibriyle yücelten Cervantes’in Don Kişot’u, zamanla biçilen rolün çok ötesine geçer. Kurmacayı doğrusal bir hatta incelediğimizde ilk alay, kitapların yakılması olayında baş gösterir. Don Kişot’un zihnini dekore eden, yargı ve algısını biçimlendiren, düşlerini gerçeğe tahvil ettiren şövalyelik kitapları artık “her kötülüğün suçlusu” ilan edilir. Papaz ve piskopos, Don Kişot’un çekimine kapıldığı şövalye kitaplarının yakılması ile askıda olan aklının tekrar normalleşeceği hükmünü verirler. Fakat hangilerinin değersiz, tehlikeli ve zararlı olduğuna din adamlarının karar vermesi ve yakılacak kitapların arasında Cervantes’in bir kitabı olan Galetea’nın da bulunması oldukça ironik bir ikiyüzlülük örneğidir.

“Don Kişot için gerçeklik hiçbir zaman gerçekleşmez,” der Onfray ve ekler: “Var olduğu biçimiyle dünya hoşuna gitmez, onun yerine olması gereken dünyayı, başka bir deyişle kendi isteklerine boyun eğen, içinde yaşadığı andaki fantezilerinde bulunan dünyayı koyar.” Bu tutum aslında inkâr gardının çelikten zırhı, idealleştirilmiş deliliğin kalkanı, barok felsefenin betondan duvarıdır. Gülünç duruma düşmesi, eğlence konusu olması, maskara edilmesi, Don Kişot’un Platonculuğuna özgü çılgınlığını engelleyemez. Yel değirmenlerini devlere, pasaklı bir kadını âfet-i devrana, bakır berber leğenini altın miğfere, ölü kadar var olan bir kadını aşkı kazanılması gereken bir prensese, koyun sürülerini birbirine saldıran iki şövalye ordusuna, pis ve alelade bir hanı ele geçirilmesi zor bir şatoya dönüştürür hükmü değişmez düş gücünün emirleri.

Yel değirmenleri, tüm hikâyenin evrensel kümesi olacak kadar kapsayıcı ve semboliktir. Don Kişot, otuz kadar yel değirmenini dev alayı olarak gördüğü zaman onları yenerek ganimetlerine el koymak ve zengin olmak ister. Bu fırsat ile talihinin ona göz kırptığını inanan şövalyeye kulaklarını tıkadığı gerçekleri, gözleri şaşkınlıktan yuvalarından fırlamış Sanço Panza söyler. Bunların dev alayı olmadığını, kendi halinde basit yel değirmenleri ve kol olarak gördüğü şeylerinse kanatları olduğunu haykırır şaşkın yaver. Lakin Don Kişot, yel değirmenlerine karşı kuru saldırısı boşa çıksa da asla yanılmamıştır; gerçeğe toslayan zihni temyize gider ve sihirbaz Freston’un şövalyeye bu zaferi tattırmamak için devleri yel değirmenlerine çevirdiği yargısına varır. Diyalektik perspektifte iman ve inanç çekirdeğinin etrafında dönüp duran deliliğin hem sebep ve hem de sonucu olan “Kişotvari nihilizmin” kanıtı, bize yol gösteren veya bizi yoldan çıkaran bir büyücünün varlığıdır Don Kişot’a göre. Şövalye için büyü ve büyücünün varlığı, özgür bilincin üzerindeki örtüleri kaldıran bir güç olarak gerçeğin tek olmadığının kanıtıdır.

Don Kişot, kendinden başkasını inkâr etmez ve kendisini inkârdan başka bir şeyle beslemez. İnkâr, hikâye boyunca pek çok kez, farklı suretlerde görülür Don Kişot’un maceralarında. Şövalye, uzaktaki eşek üzerinde olan adamın kafasında ışıl ışıl parlayan bakır berber leğeni görür görmez kendinden geçer, Renaud de Montauban tarafından harpte kazanılmış “Mambrin’in altın miğferi” olduğuna hiç tereddüt etmeden hüküm verir. Sanço Panza’nın itirazları yine bir işe yaramaz. Mahsun yüzlü şövalye, düşünün gerçekteki yansımasına sahip olmak için adama saldırır ve fazla bir dirençle karşılaşmadan emelini gerçekleştirir. Bakır berber leğenini artık “büyülü altın miğfere” dönüşmüştür. Delillik, zihnin çelişkiden arınamamasıdır. Yargı değiştirilemiyorsa, gerçek değiştirilir. Gerçek onu yalancı çıkarıyorsa, yalancı olan gerçektir. Bu noktada, “gerçek gerçekleşmemiştir, tam tersine yerini kurmaca almıştır.”

Tıpkı şövalye romanlarında olduğu gibi başarılarını vakfedeceği bir sevgiliye ihtiyacı vardır Don Kişot’un ve bu kadın, hayal dünyasında çoktan yerini almıştır. Şövalyenin âşık olduğu Dulcinea bir hayalden, varlığı da sadece mücessem bir kavramdan ibarettir. İdealize edilmiş aşkın, kutsanmış bir düşün, azize ilan edilmiş bir güzelliğin şövalyenin dünyasındaki yansımasıdır bu kadın. Dulcinea’ya bir mektup ile aşkını ilan etmeye karar veren Don Kişot, bu ulvi görev için Sanço Panza’yu görevlendirir. Efendisinin arzusunu yerine getirmek için yollara revan olan Sanço, yanına almayı unuttuğu mektup yerine bir papaza yazdırdığı “metin cesediyle” var olan bir yokluğun peşine düşer. Uyanık ve pratik akıllı uşak, göremeden geldiği Dulcinea hakkında yalan söyler ve kadını efendisinin istediği bir gerçekliğe büründürür. Don Kişot’un ilahi niteliklerle donattığı ve mimetik arzuların sembolü olan bu kadın, mahzun yüzlü şövalyenin sonunu da getirecektir.

Don Kişot’un Sanço Panza’ya vadettiği düşsel krallık, düş ve düşesin sadist eğlencelere konu olacak krallığına dönüşür hikâyenin bir bölümünde ve Panza olmayan bir krallığa vali olarak atanır. Ahlakçı yaklaşımı, iyiliksever tutumuyla Panza, “Machiavelli’nin Prens’inin verdiği hayasız derslere” âdeta kafa tutar. Juan de Hoyos’un öğrencisi olan Cervantes, Panza’ya Erasmuscu ve Epikurosçu bir rol biçerek “aslanın gücü ya da tilkinin kurnazlığı” karşısına “bağışlayıcılık, dürüstlük, erdem, gösterişsizlik, ölçülülük” gibi vasıfları çıkarmaktadır. İyilik abat edilirken, kötülük yer ile yeksan edilir bu yönetimde.

Donkişotluk ve Sançopanzalık kavramlarını tekrardan ele alan Ofray öznel yargıların nasıl zamanla genel yasaya dönüştüğünün izini sürerken zamanla aşınan, yıpranan ve deformasyona uğrayan sıfatları kahramanlara tekrardan dağıtıyor. Ona göre, “Don Kişot, hastaların ve delilerin, kafadan çatlakların ve bilgiçlerin, sinir hastalarının ve gözü dönmüşlerin, softaların ve tasavvufçuların, ideologların ve diktatörlerin, aydınların çoğunun ve çok sayıda filozofun; Sanço ise, kuşkucuların ve deneycilerin, uygulayıcıların ve yararcıların, gerçekçilerin ve tez kanmazların, Rabelais’cilerin ve hazcıların temsilcisidir.” 

Arka Kapak dergisi 34. sayı