Tuğba Güner

CİNAYET GÜNLÜĞÜ (2003): Yıl 1986. Güney Kore, askeri dikta altındadır. Sansür, baskı, yasaklar, şiddet…Tüm bunlar devam ederken vahşice katledilmiş bir kadın bulunur ve soruşturma başlar. Olayı çözmek için görevlendirilen dedektifler başarılı olamayınca işler içinden çıkılmaz hale gelir. Polisiye filmleri her zaman aksiyon ve gerilimle iç içedir. Çözülmesi gereken cinayet, seri katil gibi hikâyeler klasik senaryolardandır fakat bu film klasik olanı orijinal bir kurguyla işliyor. Başından sonuna kadar muhafaza ettiği gizem, ince işlenmiş soruşturma sahneleriyle gerçek bir kesit izliyormuş havası uyandırarak bu türün müptelalarının sevdiği filmler listesinde başı çekiyor. Güney Kore sineması şaşırtıcı derecede başarılı işler çıkarmıştır ve bu filmi de gördükten sonra çekik gözlüler sinema yapmaya ilelebet devam etsin demekten başka bir şey kalmıyor.

ÖLÜMLE YAŞAM ARASINDA (2003): Alan Parker’ın son zamanlarda yaptığı en iyi filmlerden olan “Ölümle Yaşam Arasında” gizem ve gerilimi bol olan, sosyolojik alt yapısı bulunan, diğer polisiye filmlerden çok daha farklı bir amaca hizmet eden bir yapım. Kate Winslet ve Kevin Spacey’in başrolde olduğu filmde idam cezasının kaldırılması için verilen bir mücadele var. Akademisyen olan David Gale bu mücadele için çabalarken tecavüz ve adam öldürme suçlamasıyla hapse düşer. Gazeteci Elizabeth Bloom ile röportaj yapmayı kabul eden David ona olayı açıkça anlatır. Ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını film ilerledikçe öğrenir, finaliyle büyük bir şok yaşarız. Bu filmi bunca zamandır neden izlemediğinize pişman olabilirsiniz ve idealizmin, savunulan düşüncenin arkasında durmanın nasıl bir şey olduğunu, filmin son dakikalarıyla birlikte sorgulamaya başlayabilirsiniz.

KEMİK KOLEKSİYONCUSU (1999): Sapık bir seri katil, arkasında kendisini ele verecek ama zekice hazırlanmış kanıtlar bırakır. Büyük bir ustalıkla işlenmiş kanıtları çözebilecek yetenekte olan tek kişi, Lincoln Rhyme’dir. Ama o da bir kaza sonucu felçli kalmış ve tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuştur. Yardıma ihtiyacı vardır ve ona yardım edecek kişi ise 20’li yaşlarının sonunda olan, hızlı karar verebilmesi ve atikliği ile öne çıkan Amelia Donaghy’dır. Angelina Jolie ve Denzel Washington ikilisinin bir araya geldiği filmin oyunculuklarından bahsetmeye gerek bile yok ama Washington’un felçli rolüyle sergilediği performans izleyiciyi hayran bırakıyor. Kimine göre bu film seri katil, hele ki polisiye, denilince akla ilk gelenlerden olan Se7en ve Zodiac’tan sonra başı çekenler arasında yer alırken, kimine göreyse yarattığı atmosfer ile seyircide merak uyandıran, sürpriz sonlu ama orta halli bir polisiye. Fakat her şartta izleyicisine seyir zevki sunduğu muhakkak. İzleyin ve siz karar verin.

İLK GÜN (2001): Bir tarafta 13 yıl narkotik polisliği yapmış, yaşadığı türlü olaylar neticesinde hayatta kalabilmek adına idealistliğinden uzaklaşarak kanunları çiğnemiş bir adam olan Alonzo Harris, bir tarafta da Harris’in yanında göreve verilen çaylak polis olan ama toplumu kurallarıyla birlikte düzene sokmaya çalışan Jake Hoyt. İkisi birbirinden çok farklı polisler bir araya gelince Jake; gözünde büyüttüğü, onun ekibinde yer almak için can attığı Harris’i tekrar gözden geçirmek durumunda kalır. Çünkü kendini kanıtlaması için Harris’in ona verdiği görevler hiç de kanunlar çerçevesinde değerlendirilecek gibi değildir. Denzel Washington ve Ethan Hawke’i izlediğimiz bu filmde mesleğe sıkı sıkıya bağlı olan iki polisin gözünden sabıkalı insanları, suça yaklaşım tarzını ve bakış açısı farklılığını görüyoruz. Kimi zaman iyi ve kötü polis yer değiştiriyor kimi zaman daha çok kötü polisin yanında bile yer alabiliyoruz.

 

CİNAYET GECESİ (2007): Hannibal Lecter rolünden dolayı olsa gerek bir filmde Hopkins yer alıyorsa filmde kesinlikle gizem, gerilim dolu sahneler de bulunuyor. Daha onun kadroda yer aldığını duyar duymaz filmin türünü tahmin edebiliyorsunuz. “Cinayet Gecesi”nde, her şey gözümüzün önünde oluyor. Thomas Crawford soğukkanlı bir şekilde kendisini aldatan karısını öldürüyor ve polisleri çağırıyor. Olay yerine gelen polis ne yapacağını şaşırıyor çünkü öldürülen kadının kendi sevgilisi olduğunu görüyor. Bu olayı çözmek için görevlendirilen avukat her şeyin ortada olduğunu düşünse de dava gittikçe zorlaşıyor. Çünkü Crawford’un cinayeti işlediğine dair olan kanıtı bir türlü bulamıyor. İnce ince işlenmiş senaryo, zekâ ürünü detaylar ve Anthony Hopkins’in soğukkanlı, sinir bozucu karakteri sergilediği muhteşem performansı. Temposu ağır gelse de gerilimi yüksek bir film.

TUTSAK (2013): Son yılların akıllara kazınan polisiyeleri arasında yer alan filmin yönetmenliğini “İçimdeki Yangın” ile hafızamıza kazınan Denis Villeneuve üstlenirken başrollerde Hugh Jackman ve Jake Gyllenhaal’i izliyoruz. Şükran günü vesilesiyle bir araya gelen Dovers ve Birches ailesinin küçük kızları kaybolur. Polislerden hızlı bir sonuç alamayan Keller Dovers işin peşine düşer ve karışık olayların içinde kendini bulur. Senaryosu, sürükleyiciliği ve oyunculuklarıyla izleyiciyi etkisinde bırakacak film biraz daha kısa olabilirdi ama süresine rağmen polisiye sevenlerin listesinde üst sıralarda yer almayı başarıyor.

96 SAAT (2008): 2012 ve 2014’te serisine devam edilen filmde bir kaçırılma hikâyesi var. Eski bir gizli ajan olan Bryan’ın kızı, genç kadınları satan bir çetenin elindedir. Babanın sınırlı zamanı vardır ve üstelik kızıyla arasında kilometrelerce mesafe bulunmaktadır. Cep telefonuyla kurduğu irtibat sayesinde kızının kaçırılışına, yaşadıklarına adeta şahit olan bir babanın içinde bulunduğu yoğun gerilimi Liam Neeson çok başarılı bir şekilde aktarıyor. Onunla birlikte koşturuyor, zamanı onunla birlikte durdurmaya çalışıyorsunuz. Seri filmlerin her zaman ilk çekileni, en başarılı olanıdır. Ama ilk filmi izledikten sonra serinin diğer filmlerini de görmek isteyeceksiniz.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 23.sayısında yayınlanmıştır.