Ali Görkem Userin

Bir yazar, adının yanına usta sıfatını almayı nasıl hak eder?

İlk bakışta, bu ustalık durumu, eserlerindeki olgunluk ve yetkinliğe veya ortaya koyduğu edebî birikime yahut söz konusu yazarın yaşına göre verilen bir paye gibi görülebilir. Fakat esasında, bir yazarı usta kılan, ilgilendiği, yetiştirdiği, elinden tuttuğu başka yazarların varlığıdır. Özellikle de kendinden sonraki kuşakların üyesi gençlerin. Kimi dergilerin okul işlevi kazanması da yine bu ustaların ve bu gayretin bir eseridir.

Günümüzde, yazar yetiştirmenin tek yolunun kurs ve atölyeler olduğu yaygın bir kanaat haline gelse de işin aslı elbette bu kadar değildir. Çünkü insana temas etmenin, onunla iletişim kurmanın, ona bir şeyler vermenin, aşılamanın tek yolu bir araya gelmek olamaz. Hele de 60’lı yılların şartları ve imkanları düşünüldüğünde.

Rasim Özdenören, 1965 gibi erken sayılabilecek bir dönemde ve henüz 25 yaşındayken, zaman zaman Nuri Pakdil ve Sezai Karakoç’un da yazdığı, editörlük yaptığı haftalık Yeni İstiklal gazetesinde okuyuculardan gelen ürünleri değerlendirir. Değerlendirmelerini ise kendi adı ve Celil Kahvecioğlu müstearıyla gazetenin sayfalarında açık mektuplar halinde yayınlar. Belirli bir seviyenin üstündeki ürünlere ise yine bu sayfalarda yer verir. Özdenören’in bütün eserlerini yayınlayan İz Yayıncılık geçtiğimiz haftalarda söz konusu açık mektupları aynı isimle kitaplaştırdı. M. Fatih Kutan’ın yayına hazırladığı kitabın girişinde açık mektuplara dair yine Kutan’ın Özdenören’le yaptığı bir söyleşi de bulunuyor. Özdenören bu söyleşide, o günleri, gazeteye katılmalarını, kültür-sanat sayfasını, ürün gönderenleri ve sonraki yıllarda Mavera’da aynı çabanın Cahit Zarifoğlu tarafından sürdürülmesi de dahil birçok konuyu samimi bir şekilde anlatıyor.

Yeni İstiklal’in 10 ve 17 Şubat 1965 tarihli nüshalarında okuyuculara bir çağrı yapılarak değerlendirilmek üzere ürünleri talep edilir. 24 Şubat 1965’ten itibarense gelen ürünler açık mektuplar halinde yorumlanmaya, kritik edilmeye başlanır. Eleştirilerde, sadece ürün sahibine değil, sayfayı takip eden herkese hitap etmeye çalışır Özdenören. Bunu yaparken de ürünlerdeki spesifik sorunlardan hareketle sanatın, edebiyatın temel meselelerine değinmeye gayret eder. Yayınlanan ilk mektuptaki şu cümleler, bahsettiğimiz çabayı daha anlaşılır kılabilir: “Bir sanat eseri verirken kendini mutlak olarak belli bir konuyla şartlamayı doğru görmüyoruz. Anlatacağınız şeyleri, anlatış ustalığı ve şiir örgüsü içinde öyle eritmelisiniz ki, eserinizde, bir sanat yapıtı olarak göze batıcı unsurlar kalmasın.”

Gönderilen ürünlerin çoğu şiir, az bir kısmı da öykü ve yazıdır. Bu yüzden, değerlendirmelerin çoğu şiir ve sanat merkezlidir. Özdenören, deneme türünü fikrî çalışma olarak görür ve denemeciyi mütefekkir kabul eder. Eleştiri ve öneriler arasında Türk ve Batı klasikleri de sıkça tavsiye edilir. Özdenören’in çok sevdiği Dostoyevski her fırsatta önerilir. Ama sonraki yıllarda çok etkilendiği yazarlardan Faulkner’ın hiç bahsi geçmez. İlginçtir, Faulkner’ın Ses ve Öfke’si ile Döşeğimde Ölürken’i de aynı yıl (1965) neşredilir ülkemizde. Dostoyevski dışında Tolstoy, Pasternak, Ivo Andriç ve Peyami Safa gibi romancılar ve Fuzuli, Baki, Şeyh Galip, Nedim, Homeros, Dante, Baudelaire, Rimbaud, Ahmet Haşim, Tanpınar, Tarancı, Dıranas, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi şairler farklı vesilelerle sık sık tavsiye edilir edebiyat meraklısı okuyuculara.

Şüphesiz, Açık Mektuplar’ın en önemli yanı, Rasim Özdenören’in edebiyat ve sanat görüşünün temellerini o günlerden (Şubat-Haziran 1965) göstermesidir. Hatırlamakta fayda var: Özdenören, bugüne kadar yazdığı edebiyat yazılarını üç kitapta bir araya getirmiştir: Ruhun Malzemeleri (ilk basım 1986), Köpekçe Düşünceler (ilk basım 1999), Yazı, İmge ve Gerçeklik (ilk basım 2002). Bu üç kitapta ayrıntılarıyla işlenen edebiyat görüşlerinin ipuçlarını Açık Mektuplar’da bulmak mümkün. Bu da gösteriyor ki, Özdenören edebî yaklaşımını erken sayılabilecek bir dönemde inşa etmiştir.

babilcomdanalabilirsiniz


Açık Mektuplar – Rasim Özdenören
İz Yayınları