Necati Tonga

Fotoğraf: Edip Cansever, eşi Mefharet Hanım’la

Ömrünün büyük kısmını İstanbul’da geçiren Edip Cansever’in hayatında şüphesiz ki bu şehrin önemli bir yeri vardır. İstanbul’da doğan şair; eğitim hayatını bu şehirde tamamlar, burada evlenir, ticaret hayatına bu şehirde atılır. İlk şiirlerinden bir kısmı İstanbul adlı dergide yayımlanan Cansever, pek çok şiirinde de İstanbul’u bir motif olarak işler. Örneğin “İçimdeki Sessiz Parlaklık”ta İstanbul’la ilgili duygularını şu mısralarla dile getirir:

İstanbul’da doğup büyüye
Herkes
Masmavi düşünür kendini bir mozayık gibi
Mavi bir dünyadan gelir en önce
Mavilerle yaşlanır
Koyu mavi bir toprakla örtülür üstü.

1947 yılında Mefharet Hanım’la evlenen şair, aynı yıl ilk şiir kitabı İkindi Üstü’nü çıkarır. 1949 yılında yakın arkadaşlarından Salâh Birsel’le yaptıkları bir konuşma, denize ve İstanbul’a tutkun Edip Cansever’in hayat çizgisinde önemli bir değişmeyi de beraberinde getirir. Salâh Birsel, Cansever’e askere gitmeyi teklif eder, zira Birsel o dönemde askerliklerini birlikte ve “denizci” olarak yapacaklarını düşünmektedir. Ne var ki, Salâh Birsel “denizci” sınıfına ayrılırken Cansever “karacı” olmuştur. Oysa Cansever evlidir ve kızı Nuran henüz bir yaşındadır.2 Yedek subay adayı olarak askere alınan şair, kıta talimi için iki ay Gelibolu’da kalır. Şair, “Zaman İçinde” adlı yazısında Gelibolu günlerini şu cümlelerle anmıştır:

“Lise mezunu olanlar Gelibolu’da hazırlık kıtasında iki ay talim görüyorlardı ayrıca. Önce Gelibolu’ya gittim. Oradaki sefaleti anlatmam için sayfalar dolusu yazmam gerekir. Şu kadarını söyleyeyim ki, orada burada şiir yayımladığım için çavuş çıkmaktan çok korkuyordum. O yıllarda serbest nazımla yazan şairlere komünist damgasını vuruyorlardı hemen.”3

Çavuş çıkarılma korkusuyla geçen Gelibolu günlerinde şair, çarşı izinlerinde Orhan Veli’nin Yaprak dergisini almış, gözden uzak köşelerde okumuş ve dergideki Orhan Veli şiirlerini ezberledikten sonra da Yaprak’ı yırtıp atmak zorunda kalmıştır.4

Gelibolu’daki korku dolu kıta eğitiminin ardından Cansever 1950 yılında Ankara’ya sevk edilir. Ankara’da altı ay yedek subay eğitimi alan şair o dönem, “Yaşam Öyküsü”nde başkent günlerini “Yıl 1950. Ankara… Askerlik yılları… Okula Ulus gazetesinden başka gazete girmiyor. Kitap okumak zaten yasak. Şiirsiz bir altı ay. Hafta sonları fırsat buldukça okuyorum. Anlatacak pek bir şey yok. Renksiz, kupkuru günler”5 cümleleriyle anlatır. Ne var ki Cansever’in hatıralarının satır aralarından şairin Ankara’daki önemli edebiyat mahfillerine devam ettiği anlaşılmaktadır.

Edip Cansever’in altı ay kaldığı Ankara günlerinde devam ettiği mahfillerden biri Buket Meyhanesi’dir. Başkentin Yenişehir semtinde açılan ilk meyhanelerden Buket Meyhanesi daha çok Cahit Sıtkı Tarancı ile özdeşleşmiş bir mekândır. “Otuz Beş Yaş” şairi yıllarca bu mahfile devam ettiğinden meyhane Tarancı’nın dostları, hayranları ve onunla sohbet etmek isteyen genç şairler için de bir çekim merkezi hâline gelmiştir. Edip Cansever de Cahit Sıtkı ile tanışabilmek umuduyla izinli çıktığı günlerde sık sık Buket Meyhanesi’ne uğramıştır.

cansever-nal-meyhanesi

(Ankara’da askerlik yaptığı 1950 yılında haftasonları Kızılay’daki Buket lokantasına ve Ulus’taki Üç Nal meyhanesine uğrar.)

Şairin Ankara’dayken devam ettiği bir diğer mekân Üç Nal Meyhanesi’dir. 1946 yılında Ulus’ta, Anafartalar Caddesi’nde, Konak Sokağı’nda açılan Üç Nal, başkentin önemli edebiyat mahfillerindendir. Üç Nal Meyhanesi’nin sahibi, adı Melih Cevdet Anday’ın “Fotoğraf” şiirinde Garip hareketinin üç ismiyle, “Dört kişi parkta çektirmişiz / Ben, Oktay, Orhan, bir de Şinasi…” şeklinde anılan Şinasi Baray’dan başkası değildir.

Şinasi Baray, diğer Ankara meyhanelerinden farklı bir atmosfer oluşturmak için Üç Nal’ın duvarlarını edebî eserlerle, tablolarla süsler ve meyhanenin farklı köşelerine şarap şişelerinden yapılmış saatler, araba tekerleğinden yapılmış abajurlar, kilim, ağaç kaşık, kuru mısır gibi enteresan nesneler yerleştirir. Baray, Üç Nal Meyhanesi’ni bu şekilde âdeta her köşesinde edebiyatın ve mistik bir havanın teneffüs edileceği şekilde hazırlar. Üç Nal, bu yönüyle İstanbul’un önemli edebiyat mahfillerinden Lambo’nun Meyhanesi’ne benzemektedir. Lambo’nun Meyhanesi’nde de şair ve yazarlar beğendikleri şiir veya yazılarını, Üç Nal’da olduğu gibi meyhanenin duvarlarına asmışlardır. Hemen hemen aynı zaman diliminde işletilen her iki meyhanenin birer edebiyat mahfili oluşu, büyük ölçüde Orhan Veli sayesindedir. İstanbul’da Lambo ve Ankara’da Üç Nal meyhaneleri Orhan Veli’nin devam ettiği mekânlar olduğu için şairin arkadaşları ve hayranları için de birer çekim merkezine dönüşmüştür. Edip Cansever de hafta sonu izinlerinde Orhan Veli ile tanışıp görüşmek amacıyla Üç Nal’a sık sık uğramıştır. Ne var ki şairin şansı yaver gitmemiş, aylarca bu iki mekânın müdavimi olmasına rağmen Buket Meyhanesi’nde Cahit Sıtkı ile Üç Nal’da da Orhan Veli ile bir türlü karşılaşıp görüşememiştir.

Edip Cansever, başkentte “renksiz ve kupkuru” günler geçirirken bir gün Nurullah Ataç’ın kendisiyle görüşmek istediği haberini alır. Ataç ki o dönemde Türkiye’nin en önemli edebiyat otoritesidir ve yazılarıyla edebiyat ortamına yön vermektedir. Bu sebeple genç şair, Ataç’ın çağrısına uyarak onunla hemen bir pastanede buluşacaktır. Edip Cansever hatıralarında ismini anmasa da bu pastanenin Nurullah Ataç’la özdeşleşen Özen Pastanesi olması kuvvetle muhtemeldir. Zira bu pastane, Yenişehir Uçar Sokağı’nda Hamdullah Suphi Tanrıöver’den kiraladığı bir evde yıllarca ikamet eden Nurullah Ataç’ın âdeta ikinci adresi olmuştur. Meral Ataç Tolluoğlu, hatıralarında Özen Pastanesi’nin babasının hayatındaki yerini şu cümlelerle anlatmıştır:

“Bulvardaki Özen Pastahanesi’nin bir yüzü hemen bizim sokağımızın başındaydı. Bu evin yeri kadar bize uygun bir yer olamazdı. Babamın günlerinin çoğu Özen Pastahanesi’nde geçiyordu. Babam biriyle mi buluşacak Özen Pastahanesi’ne gider, biri babamı mı görecek önce Özen Pastahanesi’ne uğrardı.”6

Hatıralarından Ataç’la yaptıkları sohbetin Edip Cansever’i tatmin etmediği ve genç şairi bunalttığı anlaşılmaktadır. Genç şair, Ataç’ın bitmek tükenmek bilmeyen sorularına zihninden geçenlerin tam tersi cevaplar vermek zorunda kalmıştır. Pastaneden kalkan ve Atatürk Bulvarı’nda yürümeye başlayan iki edebiyatçı, Ataç’ın evinin bulunduğu sokağa geldiklerinde ayrılırlar. Vedalaşırken Nurullah Ataç arada evine uğramasını istese de Edip Cansever başkent günlerinde ve sonrasında Ataç’la bir daha görüşmeyecektir.

Edip Cansever, hatıralarındaki “Yazılarını o kadar sevdiğim bir yazarın kimliği beni ilgilendirmiyor, kısacası ısınmıyorum Nurullah Ataç’a”7 cümlesinde bu görüşmelerinin genç şairi hayal kırıklığına uğrattığı anlaşılmaktadır.

İzinli olduğu günlerde dönemin edebiyat mahfillerine devam etse de Edip Cansever’in başkent günleri, biraz da askerde yaşadığı atmosfer nedeniyle “bunalımlı” bir ruh hâliyle geçmiştir. Cahit Sıtkı ve Orhan Veli ile bir türlü görüşemeyen, Ataç’la buluşması da istediği gibi geçmeyen şairin eşine, yeni doğmuş kızına ve çok sevdiği İstanbul’a duyduğu hasret de eklenirse Edip Cansever’in Ankara’da niçin bunaldığı daha iyi kavranacaktır. “Yaşam Öyküsü”ndeki “O bitmek bilmeyen altı ay bitiyor sonunda, İstanbul’a dönüyorum”9 cümlesi, şairin o dönem yaşadıkları ile daha bir anlam kazanmaktadır.

Dipnotlar

  1. Edip Cansever, Sonrası Kalır II: Bütün Şiirleri, 6. Baskı, Yapı Kredi Yay., İst., 2011, s. 124.
  2. Eray Canberk, A’dan Z’ye Edip Cansever, (Kitap-lık dergisinin eki), İst., 2002, s. 6.
  3. Edip Cansever, “Zaman İçinde”, Kitap-lık, S. 552, Mart-Nisan 2002, s. 100.
  4. Eray Canberk, a.g.e., s. 6.
  5. Edip Cansever, “Yaşam Öyküsü”, Şiiri Şiirle Ölçmek içinde, (Haz. Devrim Dirlikyapan), 2. Baskı, Yapı Kredi Yay., İst., 2012, s. 21
  6. Meral Ataç, Küçükhanım Meralika, Yapı Kredi Yay., İst., 2004, s. 134.
  7. Edip Cansever, a.g.e., s. 22.
  8. Edip Cansever, a.g.e., s. 22.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 33.sayısında yayınlanmıştır.