Sercan Zorbozan

Modası geçmeyen şeyler vardır. Örneğin şarkılar, Orhan Gencebay’ın “Hatasız Kul Olmaz”ı, Müslüm Gürses’in, “Benim Meselem”i gibi. Eşyalar misal, oklavanın ve merdanenin demode olacağı bir zaman gelmeyecek, el ayarını mükemmelen anlayacak ve hamura kıvamını verecek bir teknolojik alet icat edilemeyecek. Şalgamın ve rakının içine sığabileceği bir yüzyıl olabilir mi? Bin yıl geçse de ikisi birbirinin tellalı olmaya devam edecek.

Bazı kitaplar vardır, yukarıda belirttiğim edevat, şarkı, içecek gibi içinde bulundukları zamanın ruhunu taşırlar. Değerlerini zerre yitirmezler, güncelliklerini de, ilk yazıldıkları günkü gibi korunurlar, özlerini muhafaza ederler, vakti geldiğinde sadece kapaklarını aralamak yeterlidir; bugün ne yaşıyorsak özetinin geçildiği ve notunun verildiği cümleleri bulup çıkartabilmek için. Zira yaşanan olaylar ile insan ruhu arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Zamanın ruhu (Zeitgeist) ile halkın ruhu (Volksgeist) abi ve kardeş gibidir, ikisine nüfuz edebilen kitaplar asla unutulmazlar, klasikler arasındaki yerlerini alırlar.

Kemal Tahir’in romanları, hem zamanın ruhunu hem de halkın ruhunu mükemmele en yakın biçimiyle özümser, mantığın ve aydın şüpheciliğinin imbiğinden geçirip yıkılmaz cümlelere dönüştürür. Tahir, 30’lu yılların İstanbul’unda kabadayı olarak, ardından “komünist mahpus” olarak zamanın ruhunu gördü, sonrasında yıllar boyu o cezaevi senin bu cezaevi benim gezip halkın ruhuna yakından şahit oldu. Detaylara fazla girmeyeceğim, konuyu biraz daha özelleştirelim. Kemal Tahir’i bugünlere kadar güncelliğini hiç yitirmeden taşıyan ve özellikle son yılların önemli siyasi olaylarında akıllara getiren önemli bir özellik var: Tahir büyük bir romancı ve şüpheci bir aydın olmasının dışında hedefi her seferinde on ikiden vuran bir kahindir aynı zamanda. Hele bir romanı vardır ki sadece tarihler ile içindeki isimler değiştirilse ve yeniden baskısı yapılsa, 2000’li yılların Türkiyesi’ni en iyi analiz eden kitap olarak tekrar tarihe geçer. Bu kitap Yorgun Savaşçı‘dır.

Yorgun Savaşçı, son demlerini yaşayan bir imparatorluğun içinde filizlenen ilk direniş hareketlerini anlatır. Bu tabii ki ilk bakışta ağızdan çıkıveren ve nispeten yüzeysel bir  yorumdur. Romanın sayfalarını çevirdikçe çıkar çatışmalarını, insan olmanın bedeli sayabileceğimiz ego problemlerini, karanın ak, akın kara olduğu ve kimsenin kimseye güvenmediği bir kurtuluş hareketinin hangi şartlar altında doğduğunu görürüz. “Vatanın selameti” soyut bir kavramdır Yorgun Savaşçı’da. Örneğin Çerkes Ethem’in zalim yönlerinin vurgulandığı bir cümlede, birkaç kişiyi daha “sallandırmadıkça” Ethem beyin şanına gölge düşeceği iddia edilir, devamında Kemal Tahir araya girer ve Çerkes Ethem’in şahsında devlet ile ortaklık eden güç sahiplerinin kınını kesen kılıçlara dönüşebileceğini söyler, kehanetini savurur: “Baltası kütükten çıksa bu Osmanlı bizi temizler.”

Türkiye’nin son on yılda yaşadığı Ergenekon, Balyoz, 7 Şubat Krizi, yolsuzluk operasyonları gibi önemli olayları bundan güzel özetleyecek bir cümle sanırım yok. Devlet dediğimiz mekanizma, 1919 yılında Çerkes Ethem, Demirci Efe gibi feodal güç sahipleri ile ittifaklar yaparak “vatanın selametini” garanti altına almaya çalışmıştı, 60’da, 71’de, 80’de başıbozukluğun yerini bu sefer “apoletler” aldı. 90’lardan günümüze kadar da bugün adına “paralel yapı” denilen bürokrasinin bir kesimi ve modifiye olmuş İslamcılar devletin müttefikleri haline geldiler. Ancak son olayların ışığında Kemal Tahir’in yazdığı kehaneti tekrar okuyunca, iktidarın ve Gülen cemaatinin arasında cereyan eden ürkütücü kavganın neden bu kadar sert ve vahşi geçtiğini anlayabiliriz: Devletin gücünü kendi onursal ve yaşamsal soluk boruları olarak gören gruplar, gizliden yahut açıktan düşman belledikleri kesim için saplantılı düşüncelere bürünüyorlar. Ve zihin duvarlarında oradan oraya çarpıp duran korku, hepsini birer savaş makinesine çeviriyor: “Baltası kütükten çıksa bunlar bizi temizler.”

(Gerçi bu noktada balta ile ağacın, “sapı benden” diyaloğunu hatırlamak da güzel olur, her ne kadar aksini iddia etseler de taban olarak aynı yerden gelen iki hareketin uzlaşma ihtimali daim bâkidir.)

Romanı ölümsüzleştiren zamanın ve halkın ruhuna ne kadar uygun olduğudur, romancıyı ölümsüzleştiren ise bu ruha kendi kehanetlerini üfleyebilmesidir. Kemal Tahir bugün Yorgun Savaşçı ile her ikisini de gerçekleştirmiş görünüyor. Sayfaları arka arkaya çevirip son cümleyi de okuduktan sonra aklımızın içinde yankılanan o sesin sahibi ne de olsa: “Ben bu olayı nereden hatırlıyorum yahu?”

babilcomdanalabilirsiniz


Yorgun Savaşçı – 
Kemal Tahir
İthaki Yayınları