Röportaj: Adalet Çavdar

İngiliz yazar J.K. Rowling tarafından yedi kitap halinde yazılan ve dünyanın pek çok yerinde çok satanlar raflarından/listelerinden inmeyen Harry Potter fantastik roman serisinin çevirmenleri Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu ile Harry’yi, Rowling’in edebi başarısını, Harry Potter serisinin çevirmenin nasıl bir iş olduğunu ve yakaladığı başarıyı konuştuk.

Adalet Çavdar: Sizin Harry Potter’la tanışmanız çeviriden önce mi oldu, sonra mı?

Sevin Okyay: Önce.

Kutlukhan Kutlu: Benim de önce, ama çok yakın. O dönem fantastik edebiyat okuyordum, o yüzden Sevin Okyay çeviri için beni istedi.

S.O: Onu danışman olarak aldım çeviriye. Benden çok daha iyi biliyordu.

K.K: Öncesinde bilimkurgu korku okuyordum ama fantastik edebiyat okumuyordum. Okuyan arkadaşlarım bahsediyordu ama nedense bir önyargım vardı fantazyanın kendisine karşı. Önyargıya da çok sinir olurum. Kendimde de kafasını ezmeye çalışırım. Sonra dedim ki, bir okuyayım, bilip bilmeden ne konuşuyorum. Karar verdim, iki-üç sene fantazya okudum. Başlamıştım, bir buçuk sene geçmişti, her akşam roman okuduğumda mutlaka fantazya oluyordu. Onlar da birbirine çok benzer. Terminolojileri, mitolojileri… Bu arada da Harry Potter’ın haberleri çıkıyor. Ben de o zaman epik fantazya okuyorum. Bana uzak geldi, mesafeli durdum. Ama haberler ilgimi çekiyor. Ateş Kadehi 2000’de çıktı ve gece yarısı satılmaya başladı, kitapçılarda kuyruklar oldu. Bu durum dış basında haber yapıldı. Star Wars’a benzer bir şey herhalde, dedim. Popüler kültür, bir sinema yazarı olarak ilgimi çekti ama çok yanaşmadım. Sonra Sevin Okyay, bunun çevirisi yapılacak deyince ben şunu bir okuyayım dedim. Hiç beklediğim gibi çıkmadı. Bayağı bir Charles Dickens etkisi gördüm, çok şaşırdım. Olmayacağını çok fazla düşündüğüm mitolojik bağlantılar, Rowling’in kurduğu terminoloji, uydurma mitoloji, dil derdi… Bayağı şaşırdım, ama şöyle bir şey oldu, ben o kitabı okuyayım dediğimde çeviri realite haline gelmişti. Dolayısıyla en azından Sevin Okyay’ın çevireceğini biliyordum ve çeviri kafasıyla okudum. Hiç kendimi bırakıp normal bir roman gibi okumadım. Birinci ve ikinci kitapları okuduktan sonra Sevin Okyay bana, “Beraber çevirelim,” dedi.

S.O: Ben biri okumadan ikinci kitap çıkmıştı. Merak ettim, kıyametler kopuyor. Aldım okudum ve çok hoşuma gitti. Aradan çok fazla bir zaman geçmedi, YKY’ye gitmiştim, Aslıhan Dinç dedi ki, “Sen Harry Potter’ı duydun mu?” “Duydum,” dedim. “Bunu gördün mü?” dedi, önüme İngilizce bir kitap attı. “Okudum onu,” dedim. “Aa, çok güzel o zaman, şimdi de çeviriyorsun,” dedi. İkinci kitabı, Sırlar Odası. Ötekini çevirmişler. Ülkü Tamer çeviririm demiş, ama dönüşümlü olsun diye bana vermişler. Kitabı okudum, hiç öyle laylaylom değil. Bir sürü anlamadığın şey oluyor. Onun üzerine Kutlukhan’a danışmanlık teklif ettim. Olur, dedi.

K.K: Aslında fiili danışmanlık oldu tekliften ziyade. Ben ona arada uğradığım zaman çeviri yapıyor evde. Zaten Sevin Okyay’ın evi öyledir. Masanın başından kalkıp sizinle oturmaz, bir taraftan işini yaparken bir taraftan sohbet eder. Sohbet ediyoruz, arada, “Şuna ne demeli, buna ne demeli?” diye soruyor. Bu böyle biraz sürdü, en sonunda dedi ki gel, şunu beraber yapalım.

S.O: Ben üç yüz sayfa dedim ama baktım bitiremiyorum. Üçte birini Kutlukhan yaptı. Ama çevirmen olarak adını koyalım kısmını yetiştiremedik. Kapak yapılmıştı, ondan sonra hepsini beraber yaptık.

A.Ç: Sizce Harry Potter’ı bu kadar güçlü yapan nedir?

S.O: Buna doğru dürüst cevap veremedik, hâlâ veremiyoruz. Ben insana ümit verdiğini düşünüyorum. O dünyada her şey olabilir. Bir de çok güzel bir dünya.

A.Ç: Kolektif hafızaya yaptığı göndermelerde ortak bir düş kurma durumu da etkili galiba…

S.O: Senin dediğin gibi çocukların birlikteliği, dayanışması, aynı şekilde düşünmeleri. Başarılarının başlıca nedeni o.

K.K: Ümit verdiği çok doğru. Yetişkinler için de böyle bu. Benim ve yaşıtlarımın –o zamanlar otuz yaş civarında olan insanların– en çok ilgisini çeken o olmuştu. Bayağı tutkuyla okuyorlardı. Bir arkadaşım yenisi gelmeden önceki kitabı okumuyordu, çünkü artık okuyacak bir şey kalmayacak diye düşünüyordu. Birçok insanın, “Hayatımın çok kötü bir döneminde beni ayakta tuttu,” dediklerini duydum. Bunlar bana tanıdık geliyor çocukluğumdan. Çocukların ne düşündüğünü, hissetmiş olabileceğini anlıyorum. Bir sürü çocuğun ilk kitabıydı Harry Potter. Dolayısıyla aslında kitapseverlikle ilgili de Harry Potter bir adım. Çocukluğumda okuduğum kitapların yarattığı his bambaşkaydı. Ama büyükler, 30 yaşın üstündeki insanlar da çok kıymet veriyordu, sarıldılar kitabın dünyasına.

A.Ç: Harry Potter’ı çevirirken böyle bir karşılığı olacağını düşündünüz mü?

S.O: Bir kere bahtsız bir denemesi olmuştu Dost Yayınları’nın. O satmadı. Sonra YKY aldı ama çok tanıttılar. Birinci kitabı hatırlamıyorum ama sattı herhalde.

K.K: 2001’in sonbaharından yazına dört kitap birden çıktı. Dolayısıyla taarruz oldu.

A.Ç: Bir senede kaç Harry Potter çevirdiniz?

K.K: Bir yazda üç kitap.

S.O: O yaz çok çevirdik, çünkü Ülkü yetiştiremedi ve üçüncü kitabı yaparken bıraktı. Biz o sırada dördüncüyü yapıyorduk. Geriye döndük, üçü yaptık. Sonra dörde devam ettik. Ama bayağı hasta olduk. Böyle bir yere geldiğimiz zaman garson gelip, “Sizin burada ne işiniz var, eve gidip çeviri yapsanıza,” diyordu. Başımıza geldi yani.

K.K: İlgi göreceğini, popüler olacağını biliyordum, ama daha sonra satacağı rakamlarda satmasını hiç beklemiyordum. Fakat şöyle bir şey fark ettim; hani Sevin Okyay dedi ya, ümit vadediyor. Her fantezi öyküsü ümit vadeder ama zeminini ne kadar samimi koyabiliyorsan o kadardır verdiği ümit de. Ümidi gerektirecek karanlığı ne kadar ortaya koyabiliyorsan. O karanlığı koymada da samimiydi. Üçüncü kitap bu konuda geçiş kitabıdır. Üçte karanlığı bir taraftan sihirle bir taraftan da tüm ağırlığıyla ortaya koyuyor. Çocuk dünyasına gidip çocuk gibi olmayı hatırlıyoruz, ama bir taraftan da şunu hatırlıyoruz; dünya her zaman zor ve karanlıktı. Yazar çocukları ürkütmemek için hafifleştirmiyor malzemeyi. Gerçekten politik ağırlığıyla, büyüklerin dünyasının yaka silkip boşvermişliğiyle, pes etmesiyle… O yüzden o karanlığı görünce, buradan hakikaten bir fenomen çıkar ufaktan, demiştim ama Türkiye’deki satış rakamlarını hiç tahmin etmemiştim.

S.O: YKY de beklemiyordu. İlk gittiğimizde satış rakamı yirmi beş bini geçerse şu kadar daha veririz diyorlardı. Ama belli ki akıllarından bile geçmemiş yani. Kırk beş günde dört buçuk milyon satmıştı, ben çok şaşırmıştım.

A.Ç: Harry Potter sizin elinizde büyüdü, ne hissetiniz Potter büyürken?

S.O: Benim çok sevdiğim karakterler var kitapta. Kemalettin Tuğcu’nun kahramanlarına benzediğini düşünüyorum. Öksüz, yetim, onu istemeyen akrabalarının yanında. Kuzeninin eskilerini giyiyor. Bir dolapta yaşıyor, merdiven altında. Charles Dickens ve Kemalettin Tuğcu havası vardı. Ama sihir dünyasına adapte olması da hoşuma gitti. Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda çok kızmıştım, ama ergenlik sıkıntıları yaşadığı için. Dizime yatırıp döverdim yani. Kutlukhan bana karşı savundu, ama annesi babası öldü diye. Dedim, şimdi mi aklına geldi?

K.K: Şimdi buradaki ayrım şu; sen Tuğcu kitaplarından örnek verdin, ben yaşadığım şeylerde karşılığını buldum. Savunup sahiplenme ihtiyacı hissettim. Ben de yatılı okudum. Çocukluğumda çok ev değiştirdim. Tam olarak köklü olmama hissini biliyorum. Erkekler çok acımasızdır ve her gittiğin yerde seni bükmeye çalışırlar. Bir direnme pratiği geliştirmen gerekir, direnemezsen yok olursun. Her yeni çevreye giriş, yıpratıcı bir sınavdır. Ben yatılıda ilk günümü hiç unutmuyorum. Etütteyiz, yanımdaki sırada bir çocuk ağlıyor. Sıramdaki çocuğa, “Bu çocuk niye ağlıyor, biri mi dövdü?” dedim. Arkadaşım, “Oğlum ne duyarsızsın, adam annesinden ilk kez ayrı kalıyor muhtemelen,” dedi. Ben özgürlük havasındayım, hayatından mutlu bir insanım. Çocuklar dramatik değişimler yaşıyorlar ve bunları ortaya koymayı bilmiyorlar. Ergenlikte hormon değişimiyle birdenbire seni büyümeye götüren şey infilaklar yaratıyor. Belki çocukluğunda sana haksızlık yapıldı, ama sen orada patlıyorsun birdenbire. Aslında Harry’nin yaşadığı patlama bütün hayatıyla ilgili. Annesi, babasıyla ilgili bir gerçek var orada. Bir hayata inanarak büyümüş, ama şimdi bambaşka bir hayatı var. Büyükler de Dumbledore gibi, onu böyle su yolunu bulur gibi idare ediyorlar. Ben kendimden çok şey buldum. Gerçi bana kıyasla çok cesur ve yüzleşen bir karakter…. Ama yaşadığı her şeyi de çok iyi anlıyorum. En sevdiğim karakter değildir ama çok iyi anlamışımdır.

A.Ç: Sizlerin en sevdiği karakterler hangileri?

S.O: Sirius, Lupin, Snape.

K.K: Lupin, Dumbledore.

S.O: Snape beni hep ikilemde bıraktı. Bilemedim nedir; bizden mi, değil mi? Hep bir noktada bizden olduğuna inandım ve öyle çıkınca da sevindim. Onun çok başarılı bir karakter olduğuna inanıyorum.

K.K: Bence de. Benim de sevdiğim bir karakter. Benim Lupin’i sevme sebebim çok kırık bir baba figürü olması. Harry Potter’ı en çok baba figürü tüketiyor. Büyük trajedisi o. Kadın da sonunda hepsini öldürdü. Sonunda Lupin’i de gömdü, hiçbir şey kalmadı geriye. Bana çok asil bir figür gibi geldi. Kendi adım adım tükenirken başkasına ümit olmaya çalıştı. Dumbledore zaten dediğim şeyin tam karşılığıydı ama çok mükemmel geliyordu, dolayısıyla hep şüpheliydim. O kadar mükemmel olamaz, diyordum ama son kitaplara doğru onun geçmişinde de karanlık şeyler çıkınca tam oturdu.

A.Ç: Seri boyunca yazarın edebî gelişimini, dilini, anlatımını, onun gelişmesini seyretmek nasıl bir serüven oldu sizin için?

S.O: Başından itibaren iyi bir yazar olduğunu düşünüyordum. Ama onun kasıtlı olarak çocuğun gelişmesini anlatırken yaptığı şeyler de bende edebî gelişme duygusu oluşturdu mu? Bilemiyorum. Daha karanlık bir hava olunca daha da ciddi bir eser gibi görünmeye başlıyor. Dilini seviyorum, dili kullanmasını seviyorum, o kelimeleri yaratmasını seviyorum.

K.K: Bu konuda çok kafam karıştı. Normalde bir tür şiar halini almış bir şeydir, edebiyat ne anlattığınla değil nasıl anlattığınla ilgilidir denir daha çok. Ben de bunu alttan alta kabul etmişim herhalde. Güzel bir öykü buldun ama asıl iş nasıl anlattığında diyordum. Ama Harry Potter’ı çevirirken şunu düşünmeye başladım; ne anlattığını niye sadece kurguyla ilişkilendiriyoruz ki, ne anlattığın edebiyattır aslında ve sadece olaylar silsilesinden ibaret değildir. Ama çok kitap okudukça anlıyorsun ki gerçekten her şey anlatılmış. Dil zanaatkârlığı diyebileceğimiz konuda mesela, birbirine benzer kelimeler kullanıyordu. Birinci ve ikinci kitap öyleydi. Ama üçüncüde tema sofistikeleştikçe dil de onun ittirmesiyle şekillendi. Ne dediğinle ne anlattığın ayırt edilemez şeyler çünkü. Tema yetişkinleştikçe dil de değişti. Ben hep iyi olduğunu düşünüyorum, ama dili kullanma alanında hep gelişti.

S.O: Çok iyi bir yazar olduğunu düşünüyorum, ama çok zarf kullanıyor. Bu kadar uzun ve karakterli bir hikâyenin içinde hiçbir zaman –bir kere hariç– bizim eskiden “fikri takip” dediğimiz şeyi kaybetmemiş. Yedinci kitapta bir şey görsen hatırlarsın, şöyle demişti, diye. O hatırladığın şey öylesine bir şey değildir. Ölenlerin mezardan çıkma sıralarında bir yanlışlık var. Bir tek orada bozmuş.

K.K: Hayranlarının bulduğu birtakım hatalar var ama yedi kitap boyunca devam eden bir hikâye bu. Bunu takip etmek zor. Sihir okuluna giden çocukların hocaları tarafından süpürgeye bindirilip spor müsabakası yapmaya gönderilmeleri edebiyatın sahasında mıdır, değil midir? Hayatla, edebiyatla ilgili. Orada yarattığı dil, dil buluşçuluğu da çok maharetli. Mesela kelimelerin anlamları var, onların köklerine inmeye, bulmaya çalışıyorsunuz. Sesin büyüsüne yaklaşmanız lazım.

A.Ç: Klasik mitolojik kahramanlar, masal kahramanları… Birçok fantezinin alt tabanını oluşturuyorlar. Siz Harry Potter’ı hangi kahramana daha çok benzetiyorsunuz?

S.O: Kemalettin Tuğcu. Mitoloji. Masal çocuğu değil çünkü.

K.K: Masallar daha merhametsiz. Hansel’le Gretel’i düşünün. Hangi çocuk sağ çıkabilir o masaldan? Mitoloji olsa o kadar karanlık olmaz.

S.O: Masallar çok acımasız cidden, neden çocuklara okutulduğunu bilmiyorum.

K.K: Hansel ve Gretel’le Sindirella’da da bir üvey anne figürü var. Harry Potter’ın dünyasında da üvey denebilecek bir figür var ama bizim unuttuğumuz şey şu, o hikâyelerdeki hayal kırıklığı üvey anne değil, onunla beraber olan kişidir. Babadır. Bazen yok bazen vardır, ama olduğunda da kollamaz. Hansel ve Gretel’in yaygın anlatımında üvey anneleri bunları ormana bırakır. Birçok versiyonunda ise babaları üvey annelerinin isteğiyle bırakıyor çocukları. Öz babaları çocukları ormana bırakıyor. Şekerden eve gidiyorlar, o ev onları yemeye hazır. Harry için de asıl hayal kırıklığı kaynağı, öz teyzesi Petunia, üvey rolündekiyse Vernon Enişte. Mitolojik olarak ise Tor’a çok yakın Harry Potter. Tor’un da imleyicisi şimşektir. Düşmanı olan Jörmungandr vardır, dünyayı yiyecek olandır. Harry Potter’ın farkı şu tabii, onda çok gündelik dertler var. Gıcık aileler, sınıf arkadaşları, bazı şeylere izin olmaması… Mitolojide bunun çok bir karşılığı yok.

S.O: Benim çocukluğumda olsa bu kadar başarılı olamazdı. Ama şimdi hepsini yaşıyorsun.

A.Ç: Rowling bunu yazarken neye ihtiyaç duymuştur, nasıl bir dünyaya? Bunun dünyada karşılık bulduğu şey, insanlığın biraz büyülenmek istemesi midir?

S.O: İnsanlar için ne düşündüğü hiç aklıma gelmedi. Kötü ve yetersiz bir hayat yaşıyor, sıkıntıları var, soğukta oturmaya kadar varan bir hayatı var. Böyle bir şeyi kendisi için düşünmüş olabilir.

K.K: Ben de öyle düşünüyorum; kendi sığınağını inşa etmiş. Daha çok kendisinin ihtiyacı varmış.

S.O: Rowling bu dünyayı sevdiği için büyük yer veriyor belki de.

K.K: Konuştuğum, çocuk kitabı yazan herkes, “Çocukları kandıramazsın,” der. Büyükleri kandırabilirsin samimiyet konusunda, ama çocukları kandıramazsın. Belki o işliyordur, kendi için inşa ettiğinden samimi olmuştur. Bir şeyin tutacağını düşünerek yaptığını sanmıyorum. Piyasadaki örnekleri tutmamıştı o kadar. Ursula Le Guin bile, “Ben de yazdım, bu kadar ilgi görmedi,” dedi.

A.Ç: Edebiyatın içindesiniz, insanlar biraz dramdan uzaklaşıp yeni kelimelere, fantazyaya merak sardı mı?”

S.O: O şimdi belki de. O zaman da böyle miydi?

K.K: Ana akım da şimdi böyle olmaya başladı.

S.O: Bilimkurgu da bundan yararlanmaya başladı.

K.K: Sinema üzerine yazdığım dönemde ABD yönettiği için popüler kültürü, 10 yılda bir değişen fantazya, bilimkurgu dönemleri vardı. 2000’deki muazzam patlamayla birlikte neredeyse geri dönüşsüz bir şekilde fantazya ana akımı ele geçirdi. Bunda bilgisayar oyunlarının, sinemanın teknolojik olarak gelişmesinin etkisi var. Sinemada bu muazzam fantastik tabloları çizmeye başladıklarında herkesin dikkatini çekti. Bunların hepsi birbirleri arasında paslaşıyor; kitaplar, diziler, bilgisayar oyunları. Birbiriyle ticari olarak çok iyi işliyor. Bunun ötesinde, dramatik dediniz ya, fantezi zaten çok dramatik aslında. Fakat klasik edebiyat dediğimizde kastettiğimiz şeylerin çoğu bunların dışında. Sheakspeare dediğinde kimse fantastik demez, ama fantastiktir. Bu anlatı tarihinde çok kısa bir dönem 1850’den 2000’lere kadarki dönem. Asıl edebiyat deyince aklıma onlar geliyor ama belki de bu geçici bir şeydi. Böyle devam etmeyecekti. Belki daha düşsel olana kayılacak. Bizim el üstünde tuttuğumuz anlatıcılar da rasyonel olup olmamak arasında kalmayacak.

A.Ç: Harry Potter’ı anlatırken sıradan hayatın içinde büyülü bir şeyler var, ama ergenliği yaşıyor, gündelik hayatı yaşıyor vs. Sıradan olan şeyle ilgili hayal kurmanın insan için önemi nedir?

S.O: Bence aynı şey. Hiçbir farkı yok, hayal çünkü.

K.K: Bir köprü, güncel fantezi dediğimiz şey. Fantazya insanın dilini kurtarmıştır. Politik kuşatmadan bahsettiğimizde, aslında ilk kaptırdığımız şey dil oluyor. Fantazya dilimizi kurtarmamıza yarıyor. Kendi dilimizi, hayallerimizi ve düşlerimizi kuşatmadan kurtarıyoruz. Güncel fantezininse buna ek olarak başka işlevleri de var: Sizin o dünyayla ilişki kurmanız için bir köprü oluyor, çok daha kolay geçiş yapıyor insanlar. Harry Potter okuyan çocuklar oradaki karakterlerinin hepsini kendi hayatlarında buluyorlar. Yüzüklerin Efendisi’nden bir karakteri çağırmak daha zor olabilir.

S.O: Cücelerle, hobbitlerle, ne kadar seversen sev, özdeşleşmek daha zor. 

Arka Kapak dergisi 35. sayı