Ömer Erçin

Taşıdığı ruhu yakalamak maksadıyla saat hakkında konuşmaya başladığımızda Diyarbakır Ulu Camii’deki güneş saatinin sahibi El Cezeri’nin, halife Harun Reşid’in, Takiyüddin’in, Ali Kuşçu’nun fevkaladeliklerinden ve onların bize miras bıraktıklarından; Tanpınar’ın deyimiyle “mazi”den bahsedeceğim. Alaturka dönemlerde şu an kullanmakta olduğumuz saat mekaniği, alaturka ayarlı olarak kullanılıyordu. Yani alaturka saat farklı bir mekanik değil farklı bir zaman ayarıydı. Alaturka saat kullanan bir insan saatini her akşam ezan okunduğu vakit ayar ederdi. Bu da her akşam ezan okunduğunda, gün uzunluklarından kaynaklanan bir iki dakikalık farkın elle ayarlanması anlamına geliyordu. Kısacası alaturka saat güneşe göre ayarlandığından tabiatın ölçüsüydü.

1925’e kadar kullanılmaya devam eden alaturka saat, günü on ikişerden iki parçaya ayırmıştı. Bu saat ölçüsünde güneşin konumu esastı. Güneşin batma vaktinde alaturka saat yeniden kurulur, boylamlara göre güneşin batış vakti değiştiği için alaturka saat de şehirden şehre değişirdi. Hâsılı, alaturka saat standart bir saat değildi.

Alafranga saatlerde zaman kendini her gece yarısı ertesi güne otomatik olarak devrederken, alaturka saatlerde havanın rengi ile saat birbirine denk düşer. Alaturka saatlerde akşam ezanı ne vakit okunursa okunsun, saat on ikidir. Yani alaturka zamanlarda saat ile tabiat, mevsim ve ışık birbiriyle uyumludur. Saat sorulduğunda, söylenen ile görünen birbirini yadırgamaz. Bu düzen aslında tabiatla insan arasında ince bir uyumu barındırır. Alafranga saatin sert, katı, hiçbir esneklik göstermeyen, değişime katlanamayan yapısının karşısında alaturka saat çok daha olgun, kalender, her güne başka bir anlam katacak mahiyette naiftir.

Akşam ezanının mâverai sesini duyan kişi, bunu saatine işlerdi. Ezanı duymayan / duyamayanlar için ise hazırlanmış çizelgeler yardımıyla saatler ayarlanırdı. Söz konusu çizelgeler cepte taşınabilecek şekilde hazırlanan ve o dönemde muvakkitler tarafından yazılan, isteğe göre kenarları tezhiple süslenen, sekiz on sahifelik küçük kitapçıklardı. Bu kitapçıklar bir yıl boyunca günlerin uzama ve kısalma zamanlarını, alafranga saate çevirme çizelgesini, ayların Osmanlı Türkçesi ve Fransızca isimlerini, hicri ve miladi yılı ve hatta kimi zaman burçları ihtiva ederdi. Alaturka dönemlerde bu çizelge, şehirde yaşayan hemen hemen bütün erkeklerin cebinin bir köşesine bulunurdu. Farklı milletlerin, dinlerin, mezheplerin ve meşreplerin bir arada yaşadığı toplumda herkes saatin alafranga ya da alaturka olarak kaç olduğunu bilirdi.

Alaturka saat, Müslüman toplumlardaki hicri takvim ile aynı mantık örgüsü içerisinde ibadet saatlerine ayarlı bir zaman ölçümü ortaya koyar. “Toplumların yaşayışı talepleri gibidir” sözündeki gibi alaturka saat de esasında yaşamın bizzat kendisinin ibadet saatlerine göre dizayn edilmesi düşüncesiyle kullanılmıştır. Böylece alaturka saat Türk toplumunun yüzyıllarca zamanı öğrenmek için kullandığı, hayatını ona göre organize ettiği biz zaman düzeni olmuştur. Şüphesiz modern zamanlara kadar farklı milletler, farklı coğrafyalarda birbirinden farklı saat düzenleri kullandılar. Ancak dünya küçüldükçe işleri düzene koymak, farklı şehirler ve toplumlar arasında birlik içerisinde bir zaman ölçüsü kullanmak için vakit söylendiği zaman, herkesin aynı şeyi anlayacağı bir sistem hâkim hale geldi.

“Zamanın ruhu” hâlâ açıklanmayı bekleyen bir sır olsa da zamana bir başka ölçüyle bakmak, zaman mefhumunun hayatımıza nasıl tesir ettiği hakkında bize bir şeyler söyler mi? Bunu anlamak için geçmişte zamana hangi maksatla, nasıl bir ölçü konulmuş diye bakmak bize belki bir kapı aralar. İşte alafranga ve alaturka saatler arasındaki fark insanoğlunun yaşama nasıl bir anlam yüklediğini kıyas etmek açısından bir imkân sunuyor. Alafranga saatin katı, süratli ve mekanik akışı karşısında; alaturka saat sanki daha sakin, asude ve daha öte taraf için olan bir yaşantıya kapı açıyor.

Arka Kapak dergisi 14. sayı