Ümit Yaşar Özkan

Garip şiirinin sahneye çıkışıyla birlikte edebiyat camiasının büyük bir kısmı yaylım ateşine başlar. Yeni şiire dair süregiden yergi kampanyası özellikle Garip şiirini, bilhassa da Orhan Veli’yi hedef tahtasına koyacaktır. Yeni şiiri gerçekten anlamaya çalışanlar, genç şairlere destek verenler yok değildir. Fakat camianın hatırı sayılır isimleri bu şiir anlayışına şiddetle itiraz etmektedir. Karşı çıkışlar çoğunlukla yeni şairlerin doğrudan yerilmesiyle dile getirilir. Devrikadim efendisi İbnülemin Mahmut Kemal İnal, şairden saymadığı Orhan Veli’yi Son Asır Türk Şairleri kitabına almaz. Hatta ölümünün ardından Orhan Veli için bir hicviye yazmaktan da geri durmaz.

Edebiyat gündemini yakından takip eden çizerler, camianın olumsuzlayıcı tutumuna destek verir. Sözle yapılan taşlamalara çizginin diliyle yapılanlar eşlik eder. Karikatüristler Orhan Veli’yi cılız, sivilceli, kısa şortlu bir çocuk şeklinde çizer. 1939 tarihli Zahir Güvemli imzalı bir çizgi portrede şair suretiyle değil çocuk oyuncaklarıyla temsil edilir. İleti açıktır; şiir bir oyun, çocuk oyuncağı değildir. Ciddi yetişkinlerin uğraşı olan edebiyat, bu tür hafiflikleri kaldıramaz. Şiiri oyuncak eden şair, “Sen git, kumda oyna!” ikazıyla paylanır. Bu çocukluk ithamı karavanaya düşer. Garipçilerin zaman zaman muzip bir çocuğun diliyle şiir söylemeleri bilinçli bir tercihtir. Tam da o kurumlu ciddiyeti darmaduman etmek için yaparlar bunu. Başka açılardan da şaire atılan taşlar boşa çıkar. Birincisi, Orhan Veli, aruzu ve heceyi bu ölçülerle şiir yazacak kadar iyi bilir. O, gelenekten habersiz, toy bir edebiyat heveslisi değildir. Hazırlıklıdır. 1947 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Ben Divan şiirini çok beğeniyorum. Divan şiirinden sonra da bugüne kadar Türkiye’de şiir yazılmadığını zannediyorum,” diyecektir. İkincisi, şiirimizin ezelden beri bulutların üzerinde gezindiği de söylenemez. Aslında nasır, Türk şiirine “Kitabe-i Seng-i Mezar” ile girmemiştir. On sekizinci yüzyılın “garip” şairi Tırsî, Orhan Veli’den önce nasırı şiire dâhil etmiştir (Merak edenler Dursun Ali Tökel Hoca’nın “Erken Öten Bir Garip Olarak Tırsî” makalesini okuyabilirler. İki şairin şiir anlayışları ve karakterleri arasındaki benzerlikler şaşırtıcıdır.).

Çizerler edebiyatçıların Garip’e karşı tutumunu birebir yansıtmakla kalmaz, kendi özgün eleştirilerini de yapar. Yine Zahir Güvemli’nin 1945 yılında çizdiği karikatürde Orhan Veli, vezin kafiye mânâ burçlarını yıkmış, büyük şairlerin kellelerini uçurarak onları yere sermiş, bir ahir zaman Pyrrhus’u olarak resmedilmiştir. Pyrrhus zaferi, kaybın kazançtan daha fazla olduğu sözde zaferleri tanımlamak için kullanılan bir tabirdir. Güvemli’ye göre Orhan Veli’nin kendi adına kazandığı zafer Türk şiirine pahalıya patlamıştır. Şiirin muhkem burçları bu cılız çocuk tarafından yıkılmış, muktedir ve köklü edebi gelenek bir “bobstil” şair tarafından alaşağı edilmiştir.

Peki, Orhan Veli gerçekten ahir zaman Pyrrhus’u mudur? Cemal Süreya yıllar sonra tam aksini söyleyecektir: “Orhan Veli böyle. Türk şiirinin kavgasını kazandı. Kendi şiirinin kavgasını kaybetti.” Ahir zaman ifadesi sanatın bitişini, şiirin ölümünü vurguluyorsa burada da ıskartaya çıkan bir hüküm var demektir. Çünkü yıkımın ardından boşalan arazinin üstüne Göğe Bakma Durakları, Umutsuzlar Parkı, Meçhul Öğrenci Anıtı, Yeni Kapalıçarşılar yapılacak, Üvercinkalar buradan gökyüzüne uçurulacaktır. 

Arka Kapak dergisi 36. sayı