Sabri Akgönül

“Şiirleri çok iyi ama fikirleri, hele siyasal görüşleri inanılmaz tuhaf ve yadırgatıcı”. Attilâ İlhan (ve bu yazının konusu olmasa da İsmet Özel) hakkında, tırnak içine alınan bu cümleyi veya bu cümlenin besili muadillerini işitmek bir kaide oldu. Çok beğenilen o şiirleri, şairin düşüncelerinin somut birer ürünü değilmiş gibi ele almak basit bir aymazlık yahut kof bir bilinçsizlik midir sadece? Şairin fikirleri ile şiirleri arasına koyulan bu tefrikanın nedeni, kanaatimce, bir bilinçsizlikten ileri gelmiyor; bir ürpertiden kaynaklanıyor: Türkiye’yi düşünme ürpertisi. Türkiye’nin somut gerçekleri üzerine; bir “toprak”, yani bir “kara parçası”, hadi adını koymaktan imtina etmeyelim, bir “vatan” üzerine düşünmenin kesafeti karşısında ürpertiye kapılanlar, şairin şiirini düşüncesinden yalıtık bir şekilde ele alıp onu estetik bir tüketim nesnesine dönüştürürler. Şiirlerinin membaı olan düşünceler kafeslenen bir panter misali zapturapt altına alınır, şiirlerise coşkun bireysel bir romantizmin aracı kılınır. Türkiye üzerine düşünmek hermenötik-yorumsamacı lenslerle veyahut metafizik spekülasyonlarla başarılacak bir edim değildir; çünkü ürperticidir. Gerçeğin buharlaşmamış boyutunu ve Türkiye’nin somut şartlarını bilince çıkarma ürpertisine göğüs geren bir şairin siyasî ontolojisini ancak onun göğüs gerdiği ürpertiye katlanarak açıklayabiliriz diye düşünüyorum. Başka türlü Attilâ İlhan hiçbir açıklayıcılığı ve analitik değeri olmayan, indirgemeci bir takım tasniflerin ve yakıştırmaların pasif öznesi olmaya mahkûm kalacaktır: “Milliyetçilik ile Sosyalizmin sentezcisi”, “Üçüncü Dünyacı bağımsızlıkçı aydın”, “ulusal kurtuluşçu”, “ulusal kültür partizanı”, “Doğu idealine sahip bir anti-emperyalist” vesâir.

Kendi zamanının ve kendi mekânın somut durumlarını somut olarak tahlil etme ve bu tahlile göre pozisyon alma cür’etini gösteren bir şairdir Attilâ İlhan. İdea’ları ve Şey’leri sabit ve evrensel tözler olarak değil, dinamik anlam ve idrak kategorileri olarak ele alır; burada ve şimdi yaşadığı gerçek tecrübenin süzgecinden süzerek onlara birer gerçeklik kazandırır. Sol’u da Sağ’ı da; Sosyalizm’i de Kemalizm’i de; Doğu’yu da Batı’yı da; Küreselleşme’yi de Yerlileşme’yi/Millileşme’yi de kendi zamanın ve kendi toprağının imbiğinden geçirerek alımlar İlhan. Her ideayı Türkiye’nin gerçekliğinde sınayarak kabul eder ancak. Bundandır sürekli “hangi?” diye soruşturma ihtiyatı. Bu sınamanın tipolojik sorusudur “hangi?”: Hangi Batı?Hangi Sol?Hangi Sağ?Hangi Edebiyat?Hangi Küreselleşme?.

Şairin sadakati ne New York-Londra hattına, ne Tahran-Tahrir hattına ne de Moskova-Pekin hattınadır. O Türkiye’ye sadıktır. “Türkiye yoksa eğer, sol da yoktur” diyordu. Evrensel olarak lanse edilen her şeyin emperyalizm tarafından mukayyet kılındığını ve yapılandırıldığını düşündüğü, daha doğrusu bunu çok iyi bildiği için, “hangisi?”, “neredeki?” diye sorar. Her şeyi bu toprağın prizmasından kırarak alır, bu toprağın ürünü olanları bile; Atatürk, bu her şeyden ârî değil: Hangi Atatürk?

Kemalizm, şairin en büyük sorunsalı idi! Kemalizm’i, Kemalist inkılapları ideolojik bir kategori olarak ele almaz Attilâ İlhan, onu ontolojik bir kategori olarak ele alır. Başka bir ifadeyle, Kemalizm’i safi bir siyasal tercih yahut ideolojik program olarak değil, bu toprakların vatan olmasının sebeb-i vücudu olarak okur. İlhan’ın düşünüşüne göre, bu toprakların devrimci adımıdır Kemalist inkılaplar. Bu adım tamamlanmadan Türkiye’de her şey biraz eksik ve amorf, her şey biraz yabancı ve tedirgin edici olur. “Türkiye’de demokratik bir sosyalizmin yerleşebilmesinin önkoşulu Kemalist inkılapların tamamlanmasıdır” der şair.

“Bir sosyalistin, eğer Türk sosyalistiyse, Marksizm’in metodunu kendi ulusal koşullarına uygulayarak oradan çıkaracağı tenkide göre davranışının olması lazım. Sağdan soldan alacağı bilgilerle bu iş olmaz.” diye ifade ediyor Attilâ İlhan. Pekâlâ, nedir bu koşullar? Burada “biz bize benzeriz” eşsizliği mi vurgulanıyor? Yoksa bu vurgu idealist bir sahicilik jargonunun bir ürünü mü? Bu sorular üzerine şüphecilikle ve açık bir zihinle düşünmek gerek. Benim cevabım: Hayır, şair basit bir “biz bize benzeriz” biricikliğine vurgu yapmıyor. Şair diyalektik yöntemi Türkiye’nin somut problemlerine uyguluyor. Onun asıl derdi altyapı-üstyapı gerilimi. Ancak Attilâ İlhan’a göre altyapıyı tayin eden çelişki biçimi “sermaye ilişkisi” değil, “millet gerçeği”dir. Türkiye’de düşünen kafaların hakkıyla önüne alamadığı bir çelişki biçimidir bu “millet gerçeği”. Yurdun kültür sathındaki ve ekonomi-politik hattındaki her sorunun bir şekilde dolayımladığı çelişki biçimi işte bu gerçekliktir. Şairin düşünme cür’eti gösterdiği bu çelişki biçimi hâlâ güncelliğini ve yakıcılığını korumaktadır. Attilâ İlhan’ın önemini bize kavratan bir güncellik ve Attilâ İlhan’ı okuma zorunluluğunu bize dayatan bir yakıcılık.

Arka Kapak dergisi 30. sayı