Zeynep Erdun

“Hayat zavallı ruhumu acılarla öptü ve

karşılığında benden şarkılar istedi.”

Sesin Efendisi: Itrî

Her insanın yaradılışından gelen yetenekleri, zaafları ve beğenileri farklıdır. Bir insanın kendini bulma yolu, bazen kitaplar arasında, bazen resim yapmadaki sanatında, bazen de müziğin tatlı esintilerindedir. İşte her insanın duygularını dile getirme şekilleri nasıl farklıysa Itrî’nin de dili müzikti.

Sesin Efendisi: Itrî adlı romanda; Türk Mûsikîsinin dahi bestekârı Buhurizâde Mustafa Itrî Efendi’yi anlatmış yazar. IV. Mehmet zamanında yaşamış, Mevlevi terbiyesi ile yetişmiş aynı zamanda neyzen, hanende, hattat ve şairdir.


Sesin Efendisi Itri Mucizem
Mine Sultan Ünver
Mona Kitap

Müzikle hemhâl olmuş naif ve nazik Itrî’nin mûsikîye nasıl meftun olduğunu, hakkı arama ve kendini bulma yolunda müzikle can bulduğunu ve mûsikînin ona bir sevgili olduğunu öğreniyoruz. Mustafa Itrî’nin aslında çok tanıdığımız biri olduğunu bize şöyle anlatmış sevgili Ünver: “Hani ramazan aylarında veya mevlitlerde belli bir beste ve uyumla, eller yüreklerde, insanın ruhunu okşayan, tüm insani özelliklerinden seni uzaklaştıran salat ve tekbirler okunur ya, işte o salat ve tekbirlerin bestekârıdır Itrî.” Onun bestelediği tekbir ve salat İstanbul’u aşarak günümüzde Kâbe’de bile huşuyla söylenmektedir. Bu salatları söylerken müziğin bu ahenkli uyumunun bestecisi olduğunu siz biliyor muydunuz? Ben bilmiyordum ve öğrendiğim için de minnet duyuyorum. Itrî kelime manası hoş kokulu bitki demektir. “Itrî” mahlası, Buhurizade Mustafa’ya; çiçeklere, ağaçlara ve kokulara olan düşkünlüğü sebebiyle verilmiştir. Bir sanat insanı olarak duyumsama yeteneği çok kuvvetli olup tüm duyuları en derinine kadar yaşayan Itrî’nin her türlü kokuya, özellikle de seslere karşı inanılmaz bir hassasiyeti vardır. “Itrî; neye üflerken etrafındakiler birbirine bakar, ‘Kimdir bu adam?’ diye sorarlardı,” diyor yazar. Çünkü Itrî, neye değil, İsrafil’in sura üflemesi gibi sanki arza nefesini üfler, tüm herkesi kendine hayran bırakırdı. Bu sebeple IV. Mehmet kendisine “Mucizem” demekten kendini alamazdı.

Romanda, tarihimizde yaşanan bilinmez taht oyunları, siyaset çarkı, tarihin tekerrürleri, komploları, hainlikleri de bir perspektif içinde anlatılmış, soluksuz bir maceraya dönüşmüştür. Kitabın içerisinde Itrî’nin de sesine hayranlık duyduğu zevcesi Fasıla ile arasında yaşananlar da konu almaktadır. Gözleri görmeyen Fasıla, köle ticaretiyle bir şekilde saraya getirilmiş ve sonrasında Itrî ile evlendirilmiştir. Onların yürek burkan bu hikâyesini okuduktan sonra Itrî’nin neden esir kethüdalığı yapmak istediğini de öğrenmiş oluyoruz. Kitapta o dönemin çok değerli şairlerinden Nabi’ye ve Itrî Efendi’nin kadim dostu, Kırım Hanı Selim Girayhan’a da yer verilmiştir.

Selim Girayhan ve Itrî’nin dostluklarında bir denge vardı. Koca padişahların, emirlerin, fatihlerin, komutanların yanında hep bir latif sanatçıları ya da gönül ehli din alimleri bulunurdu. Çünkü iktidar sahibi insan, savaşçı ruhu yüzünden her an çığrından çıkabilirdi. Bu nedenle din, sanat, ahkam bu denli önemliydi. Dünyanın dengesi, insan yüreğinin dengesiyle doğrudan ilgiliydi. Selim Girayhan Itrî’ye “O benim yeryüzündeki dengem, ben de onun,” derdi. Çünkü aynı hamurdan yoğrulmuşlar ve farklılıklarıyla birbirilerinin noksanlarını tamamlamışlardı. İşte onların arasındaki bu dostluğu okurken metin, çevrenizde böyle dostlarınız var mı, diye sizi düşündürüyor.

Bu roman Mine Sultan Ünver’in akıcı üslubu, merak ve heyecan unsurlarıyla harmanlanan sıcacık hikâyesiyle okuyucuyu sarmalıyor. Altını çizdiğim o kadar çok cümle oldu ki hayatıma değer kattı. Her kitabını özenle okuyacağım çok nadide ve değerli bir isimdir benim için Mine Sultan Ünver. 

Arka Kapak dergisi 19. sayı