Barış Saydam

Fransız Elle dergisinin baş editörü olan Jean-Dominique Bauby bir gün aniden rahatsızlanır ve vücudunda sol göz kapağı dışında hiçbir yerini hareket ettiremez. Çok ender görülen “locked-in” sendromuna yakalanan Bauby’in doktorları ve terapistleri onunla iletişim kurmak için yeni bir alfabe hazırlar. Bauby bu sayede otobiyografik bir kitap hazırlar. Kitabı basıldıktan on gün sonra hayatını kaybeden Bauby’inin hikayesini anlatan Kelebek ve Dalgıç (Le Scaphandre et le Papillon), didaktik bir dille azim ve başarı öyküsü anlatmak yerine kişisel bir dramı gerçekçi olduğu kadar estetik bir biçimde yansıtır.

Bauby’in içinde bulunduğu duruma karşın zengin içsel dünyasından, hayallerinden, düş gücünden ve espri anlayışından bir şey kaybetmeden hayata tutunmaya çalışır. Düşleri sayesinde kendi içsel dünyasının sınırlarını zorlar. Bu sayede kendine çıkış alanları yaratmayı başarır.

Yönetmen Julian Schnabel’in izleyenleri Bauby’in dünyayı gördüğü şekilde görmeye zorlayan kamera açıları (kameranın Bauby’nin sol gözünden her şeyi izleyen bir göz konumu) sayesinde, seyirciler de Bauby’in durumu ve bakış açısını daha iyi kavrar. Gözyaşlarına engel olamayışı, gözünün buğulanması ve etrafı tanımak için gözünü sürekli döndürmesi gibi ayrıntılar izleyicinin de başkarakterle özdeşlik kurmasını kolaylaştırır. Bir bedene hapsolmanın getirdiği dayanılmaz bunalımı bu şekilde seyirciler de deneyimlemiş olur.

Biz bu duruma alışırken yönetmen yeniden bir hamle yapar ve Bauby’in hayatını düzensiz görüntüler eşliğinde tanıtmaya başlar. İçine yavaşça girdiğimiz ve içselleştirmek üzere olduğumuz bedenin zihnindeki anılarını ve geçmiş yaşantısını öğrendiğimizde ise, tam anlamıyla Bauby’le ortak bir farkındalığa kavuşuruz. Film, bu şekilde Bauby’i hiçbir zaman azmin ve başarının canlı kanıtı gibi göstermez. Karakterin geçmişini öğrendikçe aslında Bauby’nin tam olarak bir anti-kahraman figürü olduğunun farkına varırız. Bu noktada, yönetmenin karakterini iyi ya da kötü bir biçimde resmetmediğini, özellikle karakterini yargılamaktan kaçındığını da belirtmekte fayda var.

Yönetmen Bauby’nin portresini çizerken, onu yaşayan, nefes alan, sol gözüyle dünyayı algılayan, düşleri olan, kızan, öfkelenen, gülen ve güldürebilen bir birey olarak çok boyutlu bir şekilde çizer. En büyük başarısı da buradan kaynaklanır. Bauby’in otobiyografik kitabından yola çıkarak, Bauby’i canlı bir insan yapmayı başarır. Seyirciye, onun gibi dünyayı algılamayı, düşünmeyi, yazmayı ve yaşamayı öğretir. Görüntü yönetmeni Janusz Kaminski’nin kamerasıyla ışık ve renk şiirsel bir uyumla birbirini tamamlarken, arka planda zihinlerimizde kapılar aralayan mekanlar ve kullanılan birbirinden güzel müziklerle de Bauby’in hayatı bir sinemasal şölene dönüşür.

Bu şölende Bauby’i canlandıran Mathieu Amalric başrolünün hakkını verirken, bir insanın sadece sol gözüyle aktarılabileceklerinin çok ötesine geçerek, bütün ruhuyla da canlandırdığı karakterin içsel dünyasına uyum sağladığını gösterir. Özellikle telefonda babasıyla konuştuğu ve eski karısının yanında sevgilisinin aradığı sahnelerde Amalric, hiç hareket etmeden bütün duygularını bizlere aktarır. Keder, üzüntü, moral bozukluğu, iç sıkıntısı, isteyip de yapamamanın getirdiği sinir krizleri ve daha nicesi onun inanılmaz kompozisyonuyla ekrana yansır. Bauby’in babası Papinou rolündeki Max Von Sydow da Amalric’i aratmayacak kadar başarılı oynar. O da odasına hapsolmuş bir karakteri canlandırır ve iki karakterin de ortak noktaları bir yerden sonra yaşam şekilleri olur.

Hem sinematografi çalışması hem de müzikleri ve oyunculuklarıyla Kelebek ve Dalgıç, her şeyi dört dörtlük filmler sınıfına girmeyi hak eder. Yönetmen, Bauby’in hayatını dalgıç kıyafeti içindeki adam metaforuyla izleyicilerin zihinlerine kazırken, onun çırpınışlarını belli ki bizim duymamızdan çok, bizim de o çırpınışları hissetmemizi ister. Bizim de dalgıç kıyafetini giyerek o muğlak derinliklere dalmamızı ve Bauby’in içinde bulunduğu durumu oradan izah etmeye çalışmamızı arzular. Kitaplar dolduracak kadar zengin bir hayal gücünün evet için bir, hayır içinse iki kez göz kırpmakla sınırlanamayacağını, algılanan gerçekliğin ifade ediliş şekli ne olursa olsun hayatın içinde umudun da olduğunu gösterir. Kelebek ve Dalgıç, Bauby’in sessiz dış dünyasına karşın engin içsel dünyasını keşfetmek ve içinde insana dair pek çok ayrıntı bulmak isteyen sinemaseverlere tavsiye edilir.

Yönetmen: Julian Schnabel
Senaryo: Jean-Dominique Bauby
Yapım yılı: 2007, Fransa