Merve Akbaş
1950’lerin sonu. Taksim’de bir taksi durağındayız. Dodge bir arabaya doğru yaklaşıyor kamera. Giovanni Scognamillo’nun deyimiyle Cahide Sonku’dan sonra Türk sinemasının ilk gerçek kadın yıldızı Sezer Sezin’i görüyoruz. Yani kasketi, eteğinin üzerine giydiği deri ceketiyle Şoför Nebahat’i. O sırada Sami Hazinses dönemin dillere dolanan şarkısını söylemeye başlıyor: “Haydi Nebahat abla / Doç (Dodge) arabana atla/ Dümenimiz yolunda / Gazla ablacığım gazla!”
İlhan, Paris ve Türkiye arasında mekik dokuduğu yıllarda sinemayla ilgilenmeye başladı. 60’lı yıllarda hem sinema eleştirileri yazıyor hem de Ali Kaptanoğlu ismiyle senaryolara imza atıyordu. Şoför Nebahat, onun sinemadaki unutulmaz karakterlerinden biri oldu. Yeşilçam’da şairliğini hep hissettirdi.
Şoför Nebahat, İlhan’ın Türk sinemasına kazandırdığı bir karakter. Üzerinde Atıf Yılmaz’la birlikte çalıştığı bu senaryo, 1960’da Metin Erksan tarafından ilk kez beyazperdeye taşındı. Nebahat, bir kadın kahraman. O yıllarda Türk sineması için alışılmışın hayli dışında üstelik. Ancak seyircinin gösterdiği itibar sayesinde toplumsal belleğimizde yer edindiğini söylemeliyiz. İlk filmden sonra iki tane devam filmi çekildi. 1970’de ise bu defa Fatma Girik’in başrolüyle yeniden sinemaya aktarıldı. Bir kadının ailesine bakmak için taksi şoförlüğü yapmaya başlaması, bize hem uzak hem de çok yakındı.
Tabi İlhan’ın sinema macerası Şoför Nebahat’la başlamıyor. Sanatçı, çocukluğundan itibaren sinemaya karşı meraklıydı. Gençlik dönemlerinde izlediği filmler şiirini de etkilemişti. Ama ilk profesyonel ilgisi siyasi nedenlerle ülkeden ayrılıp Paris’e yerleşince başladı. Sorbonne’da filmoloji üzerine derslere katılıyordu. Bulunduğu ortam sanatçı kişiliğini de biçimlendirip zenginleştirdi. Türkiye’ye geri döndüğünde de Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazdı. Bir yandan da senaryolar üzerine çalıştı. Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Ertem Görenç, Lütfi Akad, Memduh Ün…. O dönemin ünlü sinemacılarıyla görüşüyor, bu alanda farklı işler yapmayı planlıyordu. Genç ve heyecanlıydı. Çalışmaları neticesinde Yeşilçam’a dahil oldu. Ali Kaptanoğlu adıyla imzaladığı on beş film senaryosu yazdı ve reji asistanlığı yaptı.
Sinemada Zengin İmge Kullanımı
Şiir okurunun ilgisini çeken zengin imge kullanımı alışkanlığını sinemaya da aktardı. Bu, sinema eleştirmenleri tarafından kimi zaman olumlu kimi zaman da olumsuz yorumlandı. İlhan’ın şiiri gençliğini, tazeliğini hep korumuştu. Sinemada da yeni hikayeler anlatıyor, farklı şeyler söylüyordu. Onun üzerinde durduğu konu şehir ve insandı. Bunu kendisi de şu cümlelerle anlatıyor: “Ben büyük şehir çocuğuyum. Büyük şehri sevdim. Oralarda yaşadım. Büyük şehri yazdım. Çünkü Türkiye şehirleşiyordu. Şehirlere gelenlerin bütün sorunları benim senaryolarımda, romanlarımda ve şiirlerimde vardır. Durakta bekleyen kızlar, geceleri neonların yanması, otomobil farlarına yağan yağmurlar. bütün bunlar büyük şehir atmosferi. O, büyüleyici bir atmosfer. Onun içinde pislik de var, temizlik de var, güzellik de var, alçaklık da var. Her şey var.”
Yalnızlar Rıhtımı, Çolpan ve Sadri Alışık
İlhan’ın sinema macerasında kardeşi Çolpan İlhan’ın da yeri var. İlhan, Paris ve Türkiye arasında mekik dokurken, kardeşi Çolpan da tiyatrolarda çalışıyor, sinema filmlerinde boy gösteriyordu. “Kamelyalı Kadın” bir dönüm noktası olmuştu. Ardından diğer filmler geldi. Attilâ İlhan da tam bu noktada Yeşilçam’la daha yakından ilgilendi. İlk senaryolarından “Yalnızlar Rıhtımı”nı yeni arayışlar içinde olan Ömer Lütfi Akad beyazperdeye aktardı. Film, Çolpan İlhan’la Sadri Alışık’ın tanışıp, evlenmesine neden oldu. Sinematografik açıdan çok farklıydı. Yerli izleyici açısından da yenilikçi… Çolpan ve Alışık’ın diyalogları bile filmi eşsiz kılmaya yetiyordu. Ancak işler beklendiği gibi gitmedi.
“Yalnızlar Rıhtımı”ndaki Çolpan, Rita Hayworth’un Gilda’sına benzetildi. Bu anlamda karakterin zihinlerde kalan yansıması olumluydu. Üstelik çalışma bir yanıyla “film noir”lere benziyordu. İlhan’ın amacı “şiirsel gerçekçi” bir hava yaratmaktı. Kontes Güner ve Kaptan Rıdvan arasındaki aşkı anlatan hikâye üzerinde Akad bazı değişiklikler yapmış, ilk plandan son plana dek resim resim senaryoyu kendince yorumlamıştı. Akad’a göre “tüm çabasına rağmen” tango şarkıları söyleyen bir kadın şarkıcı, kaçakçılar, bar patronları ve yakışıklı denizcileri bir araya getiren film gişede başarısız oldu. Bu durum Akad ile İlhan’ın arasını açtı.
Lütfi Akad İle Uyuşamadılar
İlhan, Akad’ın senaryoyu doğru biçimde kullanamadığını söyledi. Çünkü İzmir Pasaport İskelesi’nden bakıldığında limandaki barların görüldüğü bir mekanı aktaran İlhan’a karşı, Akad’ın İstanbul’a uyarladığı senaryoda Sirkeci’deki liman, Beyoğlu’ndaki barlar vardı. Tabi tek değişiklik bu olmadı. Hem bu değişiklikler hem de dışarıdan gelen eleştiriler ikili arasında bir tartışmaya neden oldu.
Yine de film kendine özgü mekânsal kurgusu, çekim teknikleri, şiirsel diyaloglarıyla hayli dikkat çekti. Türk sinema tarihinde de getirdiği bu bakış açısıyla anıldı. Ancak İlhan’ın kalbi kırık kaldı.
Reji Astistani Attilâ
“Yalnızlar Rıhtımı”ndan sonra “Ver Elini İstanbul”, “Devlerin Öfkesi”, “Hodri Meydan”, “Rıfat Diye Biri”, “Dişi Kurt” ve “Rüzgar Zehra” da sinema sahnesine taşındı. İlhan “Ver Elini İstanbul”da ilk defa reji asistanı olarak Aydın Arakon’la çalıştı. Yine aynı yıl Arakon’un sinemaya taşıdığı “Fosforlu Oyuna Gelmez”de de yönetmen yardımcısıydı. Sinemanın içinde, Kaptanoğlu ismiyle farklı deneyimler kazanıyor, bu anlamda edindiği tecrübe kendi şiirine de dokunuyordu.
1968 yılı İlhan için özel bir yıl oldu. Sinema sektöründeki çalışmalarının ardından Biket İlhan’la on beş yıl sürecek bir evlilik yaptı. Bu evlilik, Biket İlhan’ı sinema sektörüne dahil ederken Attilâ İlhan’ı yavaş yavaş dışarı çekti. Kendi söylemlerine göre yönetmenler onun senaryolarının yüzde otuz, yüzde kırkına sadık kalıyor, senaryo bütünlüğünün bozulmasına neden oluyordu. Edebiyatçı hassasiyeti sinema sektörünün bu tavrını kaldıramadı.
Televizyon Dizileri Dönemi
Attilâ İlhan, 70’lerde hemen herkes gibi sinema çalışmalarında yer almadı. Ancak 80’ler ona başka bir dünyanın kapılarını araladı: Televizyon. Bu dönemde TRT için dizi senaryoları hazırladı. “Kartallar Yükseklerden Uçar”, “Sekiz Sütuna Manşet”, “Yarın Artık Bugündür”, “Yıldızlar Gece Büyür…”
Televizyon yayıncılığının yükselişe geçtiği bu dönemde özellikle “Kartallar Yüksekten Uçar” hayli ilgi gördü. Başrolde olan Sadri Alışık’ın, yer aldığı son projelerden biriydi. İki aile arasındaki kültürel ve ekonomik çekişmeyi konu alan dizi yıllarca tartışıldı, çokça konuşuldu. Bu projeyle birlikte İlhan da artık senaryoları kendi adıyla imzalamaya başladı.
Biket İlhan’dan Sokaktaki Adam
1995’de İlhan bir senaryosuyla değil, romanıyla sinema meraklılarının dikkatini çekti. Biket İlhan, Attilâ İlhan’ın Sokaktaki Adam romanını sinemaya uyarladı. Eğitimini bir kenara bırakıp gemilerde çalışan Hasan’ın başından geçenleri anlatan hikâyesiyle film farklı festivallerden ödül aldı.
İlhan sektörün güncel sorunları üzerine düşünmeye devam etti. Fikirlerini paylaştı, birikimlerini anlattı. Yeşilçam maceralarından yıllar sonra sinemaya daha geniş çerçeveden bakarak, politik sayılabilecek yorumlarda da bulundu. Bu bağlamda ölümünden bir süre önce verdiği bir röportajda, Hollywood sinemasını eleştirerek şunları söyledi: “ABD’nin film sektörünün çektiği filmlerde önce Almanlar çok kötü insanlar oldular. Hemen ardından onlar unutuldu ve yerini Ruslar aldı. Onlar insanlara zulmetmeye başladı. Ruslar yavaş yavaş ortadan kaybolunca yerini Japonlar aldı. Kötü adamları oldu onlar da… Şimdi de Müslümanlar. Maksatlı kullanırlar sinemayı.”
Şair Sineması
“Edebiyat matineleri; genç edebiyat tutkunlarının tapınakları. Eminönü Halkevi’nde gözlüklü bir şair, kaşkolunu boynuna doluyor ve ‘Sisler Bulvarı’nı okuyor. Attilâ İlhan’ın belleğime kazılı görüntüsü.” Doğan Hızlan’ın belleğinde İlhan böyle yer alıyor. Onun zihnindeki gibi 50’li, 60’lı yıllarda İlhan edebiyat matinelerini aşındıran, genç bir sanat tutkunuydu. Ama hangi türde eser verirse versin aslında şairliğini hep hissettirdi. Hatta bu tutkusunun karşılığını veremediğini düşündüğü yönetmenlere karşı durup sinema üretiminden, Yeşilçam’dan koptu. Yine de sinemanın edebiyatla olan ilişkisini görebilmek için elimizde doç arabasını Emirgan’a doğru süren Nebahat ablamız ve Kontes Güner’in güzel gözleri var.