Bedirhan Toprak

Edip Cansever, şiirimizde neyi değiştirdi?

Affınıza sığınarak, “derdi şiir’le olanların” böyle büyük büyük sorularla, yaklaşımlarla uzak-yakın herhangi bir ilişkilerinin olamayacağına inanıyorum ben; cümlenin devamına şunu eklemeliyim ki “derdi şiir’le olanları”, başta, “şiir”de şunu-bunu değiştirmek olmak üzere hiçbir şey teselli etmeyeceği için, “derdi şiir’le olan” kişiler, böylesi hedefler-beklentiler’le çıkmazlar yola; şiir yazarlar…

Şiir yazarlar… Edip Cansever’in, “Şairin Seyir Defteri – Başlangıç” başlıklı şiirinden “Doğanın bana verdiği bu ödülden / Çıldırıp yitmemek için / İki insan gibi kaldım / Birbiriyle konuşan iki insan” dizelerini dayanak tutup da söylersem, kimi kişiler, atıldıkları dünyada, kendilerini şu veya bu nedenle ya da şu veya bu bileşenlerle, öncelikle yalnız ve yabancı, giderek de anlamayan-bilmeyen anlamında cahil bulurlar ve öncelikle bu yalnızlığı-yabancılığı, giderek de “bilinmezi-bilinemezliği” çözmek, bu doğrultuda bir dil geliştirmek uğruna şiirden medet umarlar; maceraları budur.

Şiir yazarlar… Atıldıkları dünyada, kendilerini yalnız, yabancı, “bilme”ye ve “bilgi”ye uzak hissedip de bu yalnızlığı-yabancılığı-bilmezliği gidermek, en azından tarif etmek üzere bir dil aradıklarında, kendilerinden önce keşfedilmiş dille birlikte, kullanımdaki “moda dil”in yetersizliği şurada dursun, kendi dilleri bile yetersiz, eksik, kusurlu gelir; her girişimlerinde bunu aşmaya çalışırlar; çünkü muhatapları-okurları bir yana, her şeyden önce kendilerine karşı dürüst, samimi, yanı sıra düzayak hiçbir cevap ya da “başarı”yla yetinmeyecek ölçüde tutkulu ve ayıktırlar.

Şiir yazarlar… Şiir’in, sadece bir araç olduğunu bir an bile unutmadan…

Şiir yazarlar… Onların şiire getirdikleri-götürdükleri ya da şiirde bir şeyleri değiştirdikleri-dönüştürdükleri, biz fânilerin konusudur. Edip Cansever dendiğinde, Turgut Uyar dendiğinde, Nâzım Hikmet, Oktay Rifat, Onat Kutlar, Rainer Maria Rilke, Fernando Pessoa, E. E. Cummings, Emily Dickinson, Sohrab Sipehri, Oscar Wilde, Antoine de Saint-Exupéry, William Faulkner, Samuel Beckett, Malcolm Lowry, Sait Faik, Yusuf Atılgan, Tezer Özlü, Akira Kurosawa, Andrey Tarkovski, Abbas Kairustami dendiğinde… Ya da çok başka bağlamda konuşulması, ele alınması gerektiğine inandığımı belirterek anarsam, Şeyh Gâlîb dendiğinde, konuyu böyle ele alabiliyorum ancak, ki dedim: Bu soy sanatçıların şiire ya da kendi alanlarına getirip-götürdükleri, biz okurların, eleştirmenlerin, sanat tarihçilerinin konularıdır ancak; yapıp ettiklerini bir nebze de olsa anlayabilmek üzere, kendimize ve başkalarına tarif etmekle uğraşırız.

Gelgelelim, söz konusu tarif çabası ne kadar yetkin ve yetkili olursa olsun, “yaklaşımlardan bir yaklaşım” olmanın ötesine geçemez “son tahlilde”; YKY – Doğan Kardeş Kitaplığı için hazırlanan Gelmiş Bulundum’un önsözüne “Bir”in Derdi “İki” başlığıyla yazdığım şu satırlarda olduğu gibi:

“Anlattığı, tek kelimelik bir maceradır Edip Cansever’in… Ama işte, öyle bir ‘tek kelime’dir ki o macera, geçmişi ve şimdiyi, içine geleceği de katıp ‘ân’da kavrayan bin bir kollu kapsayışıyla, ‘varoluş’un akla geldik gelmedik tüm konaklarına uğrar; eğleşir de o konaklarda bir zaman, ama hangi konakta ne süre eğleşirse eğleşsin, bir sonraki konağın çağrısı kaçınılmazdır ve bir zaman da söz konusu o ‘yeni’ konağın suyundan içmek üzere yola koyulmak zorunda kalır; sonra bir konak daha, sonra bir daha…

Yalnızlık çünkü, sonsuzdur; insan gibi. Ki bunu, başı sonu yalnızlık demek olan ömür adlı o kutlu mâcerâyı, Şairin Seyir Defteri adını verdiği kitabının girişindeki şu dört dizeyle, (dünya durdukça duracak, ancak has şairlerin harcı bir mükemmel dille) gene Edip Cansever’in kendi özetler: ‘Doğanın bana verdiği bu ödülden / Çıldırıp yitmemek için / İki insan gibi kaldım / Birbiriyle konuşan iki insan.’ Gene has şairlerin harcı bir kehanetle, ‘Sonrası Kalır’ diye, olabilecek ‘en son sözü’ söylemek bahtı da Edip Cansever’in olmuştur; sonsuzluk diye bir şey varsa ve biz buradaysak, sonrası hep kalacaktır çünkü; sonrası, olsa olsa “bir sonra” gelenle, gelenlerle… ‘Bir’ken ‘iki’ olmayı özleyenlerle; mesela, Gelmiş Bulundum’dan yola çıkıp ‘sonrası’nı merak edecek sizlerle gelecek. Öyleyse, bir daha: Şair’e, okuruna, ne mutlu!

Arka Kapak dergisi 33. sayı