Enis Batur

Türk şiiri odak noktalarını yitirdi zaman içinde. Onca dergi, gazete kitap eki bir pusula ayarı yaratmaya yetmiyor besbelli. Şiir eleştirisinde, yorumlama ve çözümleme eksenlerinde ciddi boşluklar oluştu. Tek etkinlik güzergâhını sanki 100. Yıl anmaları, verba volare sempozyum ve kollokyumlar oluşturuyor!

Beaubourg’un düzenlediği Beat kuşağı sergisi (ve oylumlu kataloğu) akımın tutkulu takipçilerini mestedecek şüphesiz. Ben ki, Ginsberg’ün kimi şah şiirleri bir yana o kuşağın temsilcilerine âşina olamayanlardanım, oldukça sıkıcı bulduğum Yolda’nın cam bir ‘tünel’de sergilenen 36 metrelik daktilo yazmasını gördüğümde, Burroughs-Gysin ikilisinin “The Third Mind”ının (1965) özgün haline bakarken etkilendiğimi saklayamam. Şu da var: Beat kuşağı sergisine dopdolu Klee sergisinin ardından geçmek yanlışın büyüğü olmuştu.

Son dönemde şiir-resim hattı üzerinden düzenlenen sergilerin sayısındaki artışa dikkat çekiyor Le Monde yazarı Philippe Dagen ve Blistène’in saptamasını aktarıyor: “Şiirin önde gelen erdemi dayatmanın her türüne karşı diklenmesinden geliyor: Belki de ele geçirilemeyen tek ifade biçimi bu”.

Kendi payıma, reklamcılıktan siyasete, her toplumsal hat üzerinden çekiştirildiğine, örselendiğine tanık olduğumuz şiir bağlamında o denli iyimser olamıyorum. Çok olmadı, bir seferinde sormuştum: Bugün burada Çorak Ülke ayarında (gibi değil!) bir şiir yazılacak olsa farkına varılır mı? Nerede nasıl çıkacak da görülecek ve kim(ler) tarafından?

Alova, geçen yıl, bana kalırsa önemli bir kalkışım gerçekleştirdi, yıllarını verdiği (ve vereceği) soluklu bir şiir çalışmasının ilk cildini okur önüne sürdü: Birinci Çoğul Şarkı (İş Bankası yayını); üzerine dişe dokunur bir yorumla karşılaşmadık.

Şiir, çok sayıda gözden kaçmaya aday yayın organının en gözden kaçmaya yatkın yazın türüne mi dönüşüyor gitgide? Küheylân Osman Çakmakçı’nın ‘anti-beyaz’ dergisi Duygu Çağı’nda Ömer Şişman’ın, Duvar’da Ahmet Güntan’ın, Çoğul’da Alper Beşe’nin sıkı şiirleri ne oranda okurlarına ulaşacak bilmiyorum ya, önemli kimi kitaplar da sınırlı ölçekte dolaşıma çıkıyor, görüyorum:

Necmi Zekâ belki de en olgun, derin şiir toplamını çıkardı: Nasıllar (Everest). Gökçenur Ç.’nin yeni şiir kitabı Issız İncir Ağacı’nda (Yitik Ülke) işçilik yüksek düzeyde. İnsanda, işi gücü şiir olanların (olması gerekenlerin!) bile bu tarz çıkışlardan habersiz kaldıkları düşüncesini doğuruyor satış rakamları.

Türk şiiri odak noktalarını yitirdi zaman içinde. Onca dergi, gazete kitap eki bir pusula ayarı yaratmaya yetmiyor besbelli. Şiir eleştirisinde, yorumlama ve çözümleme eksenlerinde ciddi boşluklar oluştu. Tek etkinlik güzergâhını sanki 100. Yıl anmaları, verba volare sempozyum ve kollokyumlar oluşturuyor!

Bir ‘dönem sorunu’ olsa gerek. Facebook’a 15 Ağustos 2015 günü 1 milyar kişinin girdiği bir dünya bu. “İnce iş”lere ayrılacak vakit kalmadı. “Ses ve Öfke”nin herşeyi bastırdığı bir yaşam biçimi, paradoksal olarak, en yoğun şiirlerin yazılması için neyse ki biçilmiş kaftan.

Ondandır, yakınanlara, “biz işimize bakalım” demeyi âdet edindim. Auschwitz-Birkenau’da bile, geceleri karanlıkta, Rilke -ezberden- okuma seansları düzenleyenler olmuş nasılsa hepimiz öleceğiz, yalnızca nasıl yaşandığı önemli.

Şiir-resim hattına bir daha döneyim: Necmi Sönmez, bu bağlamda bir sergi hazırlığı içinde nicedir. Metin Eloğlu’ndan İlhan Berk’e bir panorama. Buna, günümüzün çağdaş sanata teğet işlere yönelen şairleri eklenmeli. Diyalog neler getirmiş?

Son soru: Böyle bir dünyada, böyle yönetilen bir ülkede şiirin yeri olur, kalır mı? Klee, 1939 yılında, savaşın eşiğinde hasta bir sürgün, 1200 eser vermiş: İşine bakmış.

Arka Kapak dergisi 13. sayı