Erkan Şimşek

Bugüne kadar hiç dolandırılmadım. Ama biliyorum, bir gün nasılsa başıma gelecek. O günü bekliyorum. Bir gün, biri karşıma çıkacak ve bana, umutlarıma denk düşen bir hikâye satacak ve ben, bunu gönüllü satın alacağım. Sonra da bunun utancıyla polise bile gitmeyip, geçici mutluluğuma sığınıp üstünü örteceğim. Çoğunluğun yaptığı gibi… Peki şimdiye kadar neden dolandırılmadım? Bir tanıdığım var. Rahmetli büyük dolandırıcıydı. Ben işte bu adamın öyküleriyle büyüdüm. Numaralarını ezberledim, karşılaştığım yeni numaraları da eskilere bakarak değerlendirdim. Her seferinde kurtuldum ama dediğim gibi bunun da bir sonu gelecek. Çünkü dolandırıcılık bir suç meselesinden ziyade psikolojik bir mesele. İnsanın en temel dürtüleri üzerinde yükseliyor: İnanmak ve güvenmek. Buna bir de korkuyu ekleyelim.

Dolandırıcılığın altın harflerle yazılacak birinci kuralı ise şudur: Bir dolandırıcılık vakasında suçlu çoğunlukla dolandırılandır. Bir insan ya karşı tarafı kazıkladığını düşündüğü için ya da korktuğu için dolandırılır. En basiti şu: Bir adam geliyor ve size çok sıkıştığını, 1000 TL’lik telefonu 100 TL’ye satacağını söylüyor. Siz de hemen alıyorsunuz çünkü adama inanıyorsunuz ve fırsatçılık yapıp 900 TL kazıkladığınızı düşünüyorsunuz. Bingo. Günahınızın bedeli olarak içine ağırlık yapsın diye cam macunu basılmış telefon kasasına ödeme yaptınız. Çünkü denediğiniz çalışan telefonla sahte telefon el çubukluğu ile çoktan değiştirildi bile. O andaki “kazıkladım ve avantaj elde ettim” duygusu basiretinizi bağladı ve harekete geçtiniz. İşte suç tarihinin en değişmez kuralı yine işledi: Kendi kazdığınız kuyuya düştünüz.

Sherlock Holmes Gibi Düşünmek kitabının yazarı Maria Konnikova’nın Türkçedeki yeni kitabı Bir Sahtekâr Gibi Düşünmek’te bu insanlık durumunu psikolojinin kavramlarıyla harikulade bir şekilde izah ediyor. Kitaba geçmeden önce dolandırıcılık konusuna biraz daha devam edelim.

Sizlere şahit olduğum bazı numaraları anlatmak isterim. Mesela sene 2017 ve hâlâ “Havalimanında çalışıyorum, arkadaşa ‘free shop’tan aldığım parfümleri paraya çevirmem lazım,” diye satılan sahte parfümleri alan insanlar görüyorum. Yapmayın. 15 yıllık bu numarayı insanların yaşatmasına çok üzülüyorum. Sonra bir gün bindiğim taksinin şoförü yalandan çaldırdığı telefonda sözde karşı taraftaki kişiye hasta eşine para bulamadığını anlatmıştı. Aynı numarayı üç farklı taksiciden daha duyduğumu söylemeliyim. Bir arkadaşım çıkarıp 100 TL vermiş, 2008’de. Eminönü-Kadıköy vapurunda da bu konuşmayı yapıp kendisine kulak misafiri olanlardan 250 TL toplayan teyzeyi de hatırlatmalıyım. Bu arada müşteriye, “Bugünkü hasılatı mahalledeki kimsesiz yaşlı teyzeye veriyorum,” diyen şoföre de dikkat edin. 26 TL yazınca 30 TL verip üstü kalsın demeyin. Öyle bir teyze yok.

Neyse konuya döneyim. Son yılların en büyük numarası da polis-savcı kılığında telefonla arayıp “PKK sizin hesabınıza girmiş, gizli bir operasyonla sizi kurtaracağız,” diye dolandırılmak. Burada güvenin yerini korku alır. Şanlıurfa Akçakale’deki köylerde oturdukları yerden tüm Türkiye’yi dolandıran en az 5 bin kişi var. Adamlar bu halkın DNA’sını çözmüş. Devlet, terör, PKK, savcı dendi mi profesörden iş adamına herkes çözülüyor. Devletin sindirici gücünü keşfeden bu şebekeye özel sosyoloji Nobel ödülü verilmeli. Bu numara eskidi demeyin, Ekim 2015’te mahallemizdeki emekli bir paşanın eşi 20 bin Euro kaptırdı. İki lafından biri “Ay bunlar eğitimsiz, bunlar cehaletten AKP’ye oy veriyor,” olan bir teyzeydi bu.

Biraz da geçmişe gidelim. 80’lerde Türkiye gazetesinin muhafazakar camiaya sattığı stres bileziği kazığı halen beni güldürür. Oradan geniş bir kesime yayılmıştı. İki ucunda metal top olan bu bilezikten çok para kazandılar. Bir tanıdığımız “Stresimi aldı, pamuk gibi oldum,” demişti. Bugünün parasıyla 300 TL verince istesen de kendini kötü hissedemezsin. İyi geldiğine inanmak zorundasın.

Aradan 30 sene geçti. Bu sefer orta sınıf beyaz yakalılara denge bilekliği diye bir şey sattılar. 3-4 sene ön- cesine kadar herkesin bileğinde vardı. Bambaşka bir kitle ama aynı vaatler… Çünkü dolandırılmanın sınıfı yoktur. Dolandırıcılık tüm kültürel ve sınıfsal birikimleri aşan, insanları eşitleyen demokratik bir girişimciliktir. Bu yüzden de dolandırıcılığın tükenmeyen bir büyüsü vardır. İnsanı en zayıf anında yakalar. Fırsat sitesinde 49 TL’lik serpme kahvaltıyı 9,90 TL’ye kapattığını düşündüğün anda yakalar seni.

Özetle uyanık olmak yetmez, bu işin tarihini, mantığını, bilimsel arka planını bilmek, çalışmak lazım. Çünkü dolandırıcılık, felsefi anlamda modern bir ideolojidir. Modernitenin bütün iddialarını içinde barındırır. Kendini yeniler, söylenmemiş, yapılmamış olanın peşine düşer. Duygulara hitap etse de arkasında büyük bir rasyonalite vardır. Kendini tekrarlayıp tüketmez. Sanatın imkanlarını kullanır. Her dolandırıcı aynı zamanda profesyonel bir oyuncu ve söz ustasıdır. Dolandırıcılık en küçük toplumsal hareket ve teknolojik yenilik ile kendine yeni bir retorik üretir ve av sahası bulur. Çünkü temelinde insan vardır.

Psikolog Maria Konnikova da bu kitabında işte bu büyüyü ve insana dair olanı esprili, anlaşılır bir şekilde anlatıyor. “Her seferinde neden inanıyoruz ve nasıl tuzağa düşüyoruz”un cevaplarını veriyor. Bunu elbette Batı’dan ampirik örneklerle yapıyor ama yöntemin evrensel olduğunu da açıkça belirtiyor. Bugün bile hâlâ çalışan numaraların 19. veya 20. yüzyıldaki çıkış evrelerini, örnek vakaları bir bir sıralıyor. Konnikova’ya göre dolandırıcıların değişmeyen bir iş çizgisi var. Kurban arayışı, kurbanın gözlemlenmesi, kurbana uygun hikâye, inandırıcılık ve harekete geçiş. Değişmeyen bir çizgi dedim çünkü aslında değişmeyen insanın doğası. Bu yüzden de insanlık bu “suç”a karşı bir panzehir üretemiyor, öğrenilmiş bilgileri sonraki kuşaklara aktaramıyor. Çünkü bilgiyle değil içgüdüyle hareket ediyor.

Dolandırılmanın kökenlerinde yatan inanma ihtiyacı daha özel bir alan olarak dinleri veya dini ikame eden “alternatif” inançları da kapsıyor. Buradaki duygusal dinamikler daha hızlı kana karıştığı içi dolandırıcıların en kolay hikâye inşa ettiği alan da burası oluyor. Çünkü insan doğası gereği daha iyi, daha yardımsever, daha üstün olmak ister. Bunun için topluluklara, cemaatlere dahil olur. Bu arayışta da kimi zaman tuzaklara düşer. Dinî veya seküler bir cemaat de (uzaylılara, alfa kanalından gelen sinyallere inananlar vs.) pekala bir dolandırıcının hayal gücüyle şekillenmiş bir dolandırıcılık endüstrisi olabilir. Modern zamanların yalnızlaştırdığı bireylere hitap eden böylesi şebekeleri inşa etme fikri bile dolandırıcıların kendiliğinde sosyal psikoloji uzmanı olduklarını göstermiyor mu? Kitabın son bölümü de bu konuyu bir güzel açıklıyor.

Özetle Bir Sahtekâr Gibi Düşünmek, bizi kaçınılmaz olana karşı uyarmaktan ziyade, iş işten geçtikten sonra “Aa bana da aynısı olmuştu!” dedirtecek bir kitap. Roelf Bolt’un Domingo Yayınları’ndan çıkan Yalancılar ve Sahtekarlar Ansiklopedisi ile birlikte okunursa daha da keyif vereceğini söyleyebilirim. Her ne kadar farklı tarihi ve psikolojik süreçleri anlatsalar da yan yana gelince bir bütün oluyorlar.

Bir Sahtekar Gibi DüşünmekBir Sahtekar Gibi Düşünmek
Maria Konnikova
İndigo Kitap

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 20.sayısında yayınlanmıştır.