M. Zahid Ergün

Şirin’in Düğünü, Cihan Aktaş’ın dördüncü romanı olarak elimizde. Şehir ve mimarînin hikâyesini, denemesini yazdı, hayatını yaşadı. Şimdi de romanını işledi.

Çocukluğunun bir kısmını geçirdiği kasabadan faili meçhul(!) sebeplerle ayrılmak zorunda kalan Şirin, kimlik değiştirerek hayatına devam etmek zorundadır. Sakınımlı süren yaşamında kimse onun gerçek kimliğini bilmemektedir. Anne babasının bir kazaya(!) kurban gitmelerinden sonra evlatlık olarak yanında kaldığı, hayli varlıklı halasının ölümü üzerine yaptırdığı taş ev vesilesiyle, çocukluk arkadaşları Naman ve Kürşat ile tekrar buluşurlar. Naman, Şirin’e abayı yakmış, holding sahibi Faruk’ un danışmanıdır. İşini hakkıyla yapacağı, çocukluğundan belli olan Kürşat ise müstağni bir mimar olarak eski aşkını bulur! Ama Şirin onu hep ağabey olarak görür. Ağa’yı geçip bey’ liğe kabul etmez. Hayatı savrulmalarla geçen Faruk’ la neredeyse terapi yapar gibi ilgilenmektedir. Bu ana karakterler etrafında geçen olaylar; şehir ve mimarî, sit alanı talanı, faili meçhuller, yeni dönem ve gücün el değiştirmesi, şehirler/ ülkeler/ kıtalar arası yolculuklar, çokça medya eleştirisi gibi özellikle gözden kaçmaması gereken unsurlarla şekilleniyor.


Şirin’in Düğünü
Cihan Aktaş
İz Yayıncılık

Yazarının kendi sözüyle de sabit; Nizamî’ nin Hüsrev ve Şirin’ini 2000’lerin İstanbul’unda yorumlamış. Yazar, bu romanın diğerlerine göre çok farklı olduğunu söylüyor. Farklı kişilikler ve dönemler arasında dolanırken 2000’ lerin geleceğine ilişkin kodlar görülüyor kitapta. Aynı zamanda geleneksel hikâyenin kodları… Okurken geleneksel öykülere özgü anlatı teması duyuluyor elbette. Bu anlatı dili, romanı yer yer kuşatıyor, yer yer serbest bırakıyor, ama asla yama gibi durmuyor. İsimler aracılığıyla zaten o yönde bir algı oluşuyor. Kişi ve hayvan isimleri, Şahmeran ve diğer figürler buna dâhil. Faruk ve Kürşat’ ın rüyaları hakeza.

Cihan Aktaş her zaman olduğu gibi, salt muhalif değil, haklının hakkını teslim etme makamında, suya sabuna dokunup etrafı ve ervahı temiz tutma gayretinde. Hayatın içinden, cemiyet ve ülke meselelerini dert edinen bir roman bu… Meselesi olan ve kendini aratan bir anlatımı olduğu şüphesiz… Kelime oyunları ve artistik laflarla manipülasyon yerine doğrudan meselenin özüne iniyor. Bunun yanında hemen her sayfada elinize kalemi almanızı icap ettirecek, güçlü cümleler sayfaların biraz karalanmasına sebep olabiliyor. Acı gelen ilaçların çikolata tadında sunulması gibi, roman bunun için var biraz da. (Söz buraya gelmişken şu da söylenmeli: Sadece magazin medyasının analizi bağlamında da irdelenmesi gerekli bence kitabın. O tür medyanın deşifresi konusunda iyi bir kaynak teşkil edeceğe benziyor. Albert Camus’nün Veba’yı sanki medya deşifresi için yazdığını sanmamızı sağlayan, kitap boyunca yerleştirilmiş kodlar var. Şirin’in Düğünü de magazin medyasının pis yüzünü yüzlerine çarpıyor cesurca.)

Yakın dönemde geçtiği için, biz yaşarken olduğu için romanın son dönemlerde herkesi, her kesimi ilgilendirmesi bakımından ilgi uyandıracağına inanıyorum. Şirin’in hayatındaki düğümler aslında her tarafımızı sarmışken nasıl kayıtsız kalabiliriz bu anlatıya. Öte yandan diğer romanlarında da olduğu gibi Şirin’in Düğünü’nde de, serimin düğümünü bağlıyor, çözümü illa ki okuyucuya bırakıyor Cihan Aktaş. ‘Şiir onu yazanın değil, ona ihtiyacı olanındır.’ demiş Pablo Neruda’ nın postacısı… Şimdi bu kitap da senin, sadece gücü kaybettiklerinde, yeniden ele geçirene kadar hakikate teslim olmuş görünenlere inat oku ve sahiplen ey okuyucu…

Arka Kapak dergisi 14. sayı