İshak Arslan

Felsefi düşüncenin ve ona bağlı gelişmelerin münhasıran Antik Yunan’la başladığı inancı, Avrupa aydınlanmasının öncüllerinden biriydi. 19. yüzyılda bilimsellik katına yükselen bu varsayım eleştirilere uğramakla birlikte yakın zamanlara kadar hakimiyetini sürdürdü. Modern dünyada kutsanan temel değerlerin atası sayılan felsefi kurgu, eleştirel düşünce, doğrudan demokrasi, vatandaşlık bilinci, bireyleşme gibi değerler ile spor, şiir, tiyatro ve mimari gibi bilimsanatların tarihsel koşullardan, sosyo-kültürel bağlam ve etkileşimlerden izole edilmiş kurgusal bir “Yunan Mucizesi”ne atfedilmesi, geleneğin ve Kilise’nin kıskacından kurtulmak isteyen modern akıl için bulunmaz bir nimetti. Osmanlı/İslam mirasından uzaklaşma kaygısıyla kendisine İslam öncesi/ötesi kökenler arayan Cumhuriyet rejiminin refleksleriyle benzeşen bu tavrın ilk ve önemli ihtiyacı, haleti ruhiyesine ve ütopyasına uygun bir geçmiş inşasıydı.

Avrupa özelinde yaşanan köken tartışmasının -zaman zaman tonu azalsa da- gündemden hiç düşmemesinin, akademik ilgilerin ötesinde çok daha derin bağlamları olduğu muhakkak. Nedenler ve bağlamlar değişse de kolektif bilinçleri ayakta tutan temel motivasyon varlığını muhafaza ediyor: Seçkinlik, üstünlük hiyerarşisinin en tepesine oturmak isteyen asabiyelerin amansız yarışı. II. Dünya savaşının sona ermesiyle dondurulan, şimdilerde yoğun göçler ve mülteci kriziyle yeniden gündeme gelen “Avrupa neresidir?”, “Avrupalı kimdir?” tartışmasını bu süreklilik dahilinde okumak mümkün. 20. yüzyılın ikinci yarısında Holokost travmasıyla sarsılan Yahudilik kimliğine ilaveten Avrupa İslamı’nın sahneye dahil olması tartışmayı yeni bir safhaya taşımışa benziyor.

Çin Tarihi ve Yakın Doğu Tarihi uzmanı Martin Bernal (1937-2013) 1980’lerde yayımlanan ünlü eseri Black Athena’da küllenmiş köken tartışmasına yeniden dönerek, iki yüz yıldır (1785-1985) hakimiyetini sürdüren “Aryan Modeli”ne karşı ağır bir saldırı başlatmıştı. Marksist gelenekten gelmesine rağmen Yahudi kökenine sadık kalan Bernal’in amacı ister kan, ırk ve dil gibi maddi unsurlar, ister düşünce ve güzel sanatlar gibi soyut kriterler üzerinden ele alınsın, Avrupa medeniyetinin kurucu unsurunun Afro-Asyatik kültürler olduğu, daha özelde Mısır-Levant ekseninin bir karışımı olduğu iddiasını ispatlamaktı. Ancak iddialarının ciddiye alınması için öncelikle Aryan tezinin çürütülmesi gerektiğini düşünen yazar, kitabın büyük bir bölümünü, alt başlığından da anlaşılacağı üzere “Eski Yunanistan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi?” sorusuna ayırmıştı.


Kara Atena
Eski Yunan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi? / 1785-1985
Martin Bernal
Kaynak Yayınları

Bernal’e göre Avrupa medeniyetinin kökenine ilişkin iki temel iddia vardı: Aryan Modeli ve Eski Çağ (Kadim) Modeli. Aydınlanma ve pozitivizm çağının sonradan ve kasıtlı olarak ürettiği Aryan Modeli’ne göre “Avrupa’nın hem ana kucağı hem en yüksek timsali” sayılan Antik Yunan, ırklar hiyerarşisinde aşağı, durağan ve ilkel sayılan ırk ve medeniyetlere hiç bulaşmaksızın, biricik bir mekanda, biricik bir tarihte ve biricik koşullar altında, Atina merkezli Ege havzasında doğmuştu. 18. yüzyıla kadar geçerliliğini sürdüren Eski Çağ Modeli’ne göre ise, Yunan kültürü ve medeniyeti başta Mısır ve Fenike olmak üzere Afro-Asya ve Levant kültürlerinin çağlar süren etkileşiminin doğal bir parçasıydı. Semitik kültürün başat rol oynadığı uzun etkileşim sürecinde Yunanlılar felsefi/dini/bilimsel pek çok unsuru Ege havzasına taşımışlar, kolonileştirme ve fetihler yoluyla da ırksal olarak birbirlerine karışmışlardı.

Atina nezdinde Yunan kültürünün Avrupa ve insanlık tarihi açısından kritik önemini inkar etmeyen Bernal’in Aryan Model’inden ayrıştığı asıl nokta Atina’nın rengiydi. Zayıf yönleri atılmış, arkeolojik ve linguistik delillerle güçlendirilerek revize edilmiş Eski Çağ modelini savunan Bernal’in kitabın başlığında kullandığı “kara” sıfatı, Aryan modelinin oluşturmaya çalıştığı beyaz Atina vurgusunu tersyüz ederken alt başlık ise doğrudan Eski Yunan’ın katışıksız Aryanlığı iddiasını hedef alıyordu. Ona göre Atina’ya rengini veren dominant unsur, Kuzey Afrika kültürleri ile Fenike uygarlığının başını çektiği Levant/Sami formlarıydı. Hiksosların Akdeniz-Ege havzasını kolonileştirmesi ve Fenikelilerin alfabe üzerinden pek çok dil-kültür ürününü ihraç etmesiyle zirveye ulaşan bu etkileşimin somut kanıtlarını arayan Bernal’in argümanları arkeolojik bulgulardan çok sözel anlatılar ve dille sınırlıydı.

Kitap boyunca Aryancılık ve Semitizm arasında süregiden tarihsel gerilimin kavşak noktalarını kronolojik bir akış içinde vermeye çalışan Bernal’in zikrettiği örnekler arasında Hristiyanlığın Eski Mısır kaynaklı Hermetik geleneğin nüfuzunu kırma arzusu, 17. yüzyıl doğa filozoflarının Kilise ve Aristoteles etkisine karşı Hermetik-okült gelenekleri canlandırma çabaları, Yahudilik ve Eski Mısır hayranlığını gizlemeyen Masonluğun faaliyetleri dikkat çekiyor. Ancak Bernal’in sözü getirmek istediği asıl gerilim noktası, Avrupalı Hristiyan Beyaz Adamı ırklar hiyerarşisinin en tepesine yerleştiren ve diğer bütün kültürleri ikincil sayan ırkçılık sorunu. Yaratıcı ve üstün olma kriterlerini pür ve ari ırka mensubiyetle eşleştiren ve ırksal-kültürel karışımları kan-temelli üstünlük vasıflarına tehdit olarak gören, dolayısıyla mensup olduğu saf ve üstün ırkı aşağı ırkların kanıyla karıştırmaktan özenle kaçınan Aryancı ideoloji, Kadim Yunan’ı kara ve aşağı ırkların etkilerinden olabildiğince uzak tutmaya, Mısır, Fenike ya da diğer Ortadoğu kültürlerinin muhtemel katkılarını örtbas etmeye çalışıyordu. Kökenini Kadim Yunan’a dayandıran üstün Aryan ırkı teorisi 1820’li yıllardan itibaren Göttingen Üniversitesi’nde, özellikle Karl Otfried Müller’in öncülük ettiği çalışmalar sayesinde akademik çerçeve kazandı. 19. yüzyıl boyunca daha çok Alman müteşebbis ve arkeologların Mikene ve Troya benzeri antik yerleşim yerlerinde yürüttüğü arkeolojik araştırmalar ve elde edilen bulgular ‘bilimsel dayanak’ peşindeki Aryan Modeli’nin tezlerini güçlendirdi.

Aryan Modeli’nin en aşırı versiyonlarına sahne olan 20. yüzyılın başları, Semitik Model’in karşı ataklarının doğuşuna tekabül eder. Cyrus Gordon ve Michael Astour gibi Yahudi araştırmacıların öncülük ettiği Semitik Model, pozitivizmin nispeten zayıflamaya başladığı bu süreçte Aryan Modeli’nin temel varsayımlarını sorgulamaya başladı. Bernal’in de vurguladığı üzere Semitik Model’i güçlendiren asıl dönüm noktası İsrail’in kuruluşuydu. Arkasında resmi devlet desteğini ve küresel Yahudi dayanışmasını hisseden Semitik anlatı, Aryan Model’ini eleştirmekle kalmamış, Eski Çağ Modeli’ne dönüşü icbar eden kapsamlı bir intikam hareketine dönüşmüştü. Bu hamle, son ve güçlü temsilini Martin Bernal’in Kara Atena’sında buldu.

İddiaları, argümanları ve ulaştığı sonuçları tartışmalı olsa da Kara Atena’yı çekici kılan özelliklerden biri, Aryancılık ve Semitizm arasında yüzyıllardır gizli açık süregelen üstünlük yarışının güncel bir örneğini başarıyla sunabilmesi. Elbette iki asabiyenin entelektüel-politik alanın hemen tamamına yansıyan söylem üretme, yaygınlaştırma ve kabul ettirme yarışını ayıplamak yersiz. Yıkıcı yönleri ve yan etkilerine rağmen yeterli gücü, aklı ve iradesi olan her asabiye geçmişi, kendi gelecek tahayyül ışığında kurgulamaya çalışır. Garip olan; bu yarışın gerisinde kalan ve hasbelkader izleyici konumuna düşen “ötekilerin” tedbir ve teyakkuzu elden bırakarak heyecana kapılması, koşullara bağlı olarak şu ya da bu söylemin pasif bir tüketicisi haline gelmesi. Aydınlanma projesinin ürünlerine ve Avrupamerkezci tavra yöneltilen yerli yersiz her türden eleştirinin seyirci tribünlerinde naif bir coşkuyla karşılanması anlaşılır olsa da alternatif tezlerin sonuç ve maliyetlerinin hesaba katılmaması izahtan vareste.

Acaba Bernal’in açtığı pencereden bugüne ve geleceğe bakılabilir mi? Örneğin cari düşünme-araştırma gündeminin biçimlenişinde, sosyal bilimlerin güncel eğilimlerinde ya da kimi bilimsel araştırmaların devasa bütçelerle desteklenmesinde bu tür motivasyonların katkısı ve rolü ne kadardır?

Komplo teorilerine düşmeden düşünmeye değer!

Arka Kapak dergisi 8. sayı