Enis Batur

‘Gözleri Görmeyen İki Adam’ derin bir anlatı. Görsellerin kullanımına itiraz edecek son kişi olduğum sanılır, öyle değil: Bana kalırsa düpedüz ‘illüstratif’ olanlarından, metne katmayanlardan kaçınılmalıydı; yer yer, metnin ağırlığına halel getiren fazla parçalar var kitapta.

Körlük durumu (kimi zaman da korkusu), gün gelmiş çoğumuzu düşündürmüştür. 1970’li yıllarda, bakma/görme denkleminin mıknatısına kapıldığım bir dönemde, Ayna’nın ‘sol’ sayfalarında ve “Kör Şairler”de (bkz: Bu Kalem Bukalemun) o girdaplı sulara açıldıydım. Bruno’nun “Körler Diyaloğu”, Diderot’nun “Körler üzerine Görenlere Mektub”u insanın gözünü açan metinlerin başında geliyordu. Yıllar sonra, Derrida’nın Louvre Müzesinde açtığı bir kör(ler) sergi(si) ise ufku daha da genişletecekti.

Şimdi, edebiyatımıza yeni bir kuyrukluyıldız geldi: Sefa Kaplan’ın Gözleri Görmeyen İki Adam’ı (2016, Everest) gündeme oturmalıyken sessizce geçiştirilecek endişesine kapıldımsa, derin ve özgün bir yapıtla karşılaştığımı düşündüğüm için.

Julian Barnes’ın Flaubert’in Papağanı başlıklı güzelim romanı (ben Şavkar Altınel çevirisinden okumuştum, şimdi başka bir çevirisi raflarda: Can Yayınları) bir ilk sayılır mı bilmem, son yıllarda ana kahramanı ‘edebiyat adamı’ olan ‘roman’ların sayısında ciddi artış gözlemleniyor. Proust’dan Agatha Christie’ye, Apollinaire’den Céline’e, peşpeşe romancıların bu yöne sapışlarından bir dosya oluşturulalı çok olmadı Le Figaro Littéraire’de (Şubat 2016).

Sefa Kaplan’ın Gözleri Görmeyen İki Adam’ı klâsik anlamıyla bir roman olarak görülmeyecektir burada, oysa klâsik anlamda bir roman yazmanın sakıncalarını hesaba katmadan yolalmakta anakronik bir tutum yatmıyor mu? Dileyen, bu kez de en geniş anlamıyla bir deneme kitabı saysın Kaplan’ınkini (yayıncı nedense bu etiketi yeğlemiş!), ben kendi payıma bir meta-romandan sözetme yanlısıyım: Anlatıcı-yazar, yorumlayıcı-yazar ile tersyüz ilişkisini ustalıkla kotarıyor bu örnekte.


Gözleri Görmeyen İki Adam
Cemil Meriç-Jorge Luis Borges
Sefa Kaplan
Everest Yayınları

Borges ve Cemil Meriç: Bir tek sonradan görme kör olmaları mı Sefa Kaplan’ı onları içiçe işlemeye itmiş? İlerledikçe Türkiye’yle Arjantin, Hataylıyla Buenos Airesli önümüzde komşulaşıyor. Yapıtları, yazı/n anlayışları, düşünsel dayanakları alabildiğine farklı olsa da, paralel hikâyelerinden garip ama tutarlı kardeşlikler üretmeyi başarıyor Kaplan: Bunu, oluşturduğu sağlam çatıda kurmaca ile gerçeği dozunda harmanlayarak başardığını düşünüyorum.

Cemil Meriç

Bir vakitler “Yabancı yazar henüz okumadığımız yazardır.” cümlesini kurmuş bir okuryazar olarak söyleyebilirim: Borges bizim için yabancı bir yazar değil nicedir. Şüphesiz, Cemil Meriç gibi yerli yazar statüsüne koyamayız onu — diyecektim, sözün ortasında bir an donakaldım: İyi ama, Cemil Meriç aslında yersiz bir yazar tanımına uzak mı? Deleuze-Guattari’ce bir yaklaşımla yersiz yurtsuz kategorisine çok uzak mı? Birçok temel özelliği nedeniyle, çevrileceği hiçbir dilin yabancısı olmazdı Cemil Meriç; bunca Türkiyeliliğine karşın: Çünkü Hindiyle, Saint-Simon’u ve Balzac’ıyla kendisine geniş bir coğrafya çizmişti.

Sefa Kaplan, bu ortak zemini, mektuplar üzerinden iyice somutlaştırıyor. İki ülkenin yazgı ortaklıkları daha da güçlendiriyor kurduğu örgüyü. Herşeyden önemlisi: Görmeyen göz nasıl içgörüyor, bu kıvamı hünerli bir yazıyla sağlıyor.

Gözleri Görmeyen İki Adam derin bir anlatı. Görsellerin kullanımına itiraz edecek son kişi olduğum sanılır, öyle değil: Bana kalırsa düpedüz ‘illüstratif’ olanlarından, metne katmayanlardan kaçınılmalıydı; yer yer, metnin ağırlığına halel getiren fazla parçalar var kitapta.

Tanpınar ve Oğuz Atay çalışmalarının ardından özgür ve özgün bir çizgiye ulaşmış Sefa Kaplan — gerisi gelecektir. 

Arka Kapak dergisi 11. sayı