Fırat Kargıoğlu

“Madem her şeye tırpan atmaya karar verdin, tırpanı kendi ayağına da vur bakalım!”

Y. V. Bazarov

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “bâkir türküler” isteyen, coşkulu roman kahramanı Suat’la kişisel ve köklü bir akıl bağı kurduğumdan, yayımlanır yayımlanmaz keyifle, melankolik bir hazla okudum Suat’ın Mektubu’nu. Huzur’un yoğunluklu içeriğini yeni bir olayla, tartışmayla genişletmekten çok, Suat’ın (oto)portresini detaylandırmaksızın birazcık daha koyulaştıran ve kolay anlaşılır, “kendince haklı” kılan lirik bir metin, bir tür “öz savunma” çıkmış ortaya. Söz konusu savunmayı kavgacı bir “düzensizlik bildirisi” olarak okumak da mümkün bana kalırsa. Açık, sivri bir dille, çarpıcı bir yalınlıkla hem kişisel hem de toplumsal düzensizliğin içinden, düzensizliği kaçınılmaz ilan edip benimseyerek sesleniyor çünkü Suat, yalnızca “eski” düzene –“süregelen” şeylere– değil, doğrudan doğruya “düzenlilik” –ya da bir başka sözcük seçimiyle “bütünlük”– ilkesine, inancına başkaldırıyor.


Suat’ın Mektubu
Ahmet Hamdi Tanpınar
Dergah Yayınları

Nietzsche’nin “dizgeli düşünce” delilerine dönük ünlü karşı çıkışını anımsatan bu başkaldırı, mektupta, İhsan’a –özellikle de İhsan’ın “kabuklu” düşünme biçimine– yönelik köktenci bir eleştiri olarak belirginleşiyor: “…İhsan’ı sevmediğimi sanma! (…) Yalnız bir tek kabahati var; kitap gibi konuşuyor. Hatta kitap gibi düşünüyor, ne dehşetli şey değil mi? Kitap gibi düşünmek! Yani tecrit ve tasnif ederek, varılacak yeri bilerek… Ben bir labirentte dolaşır gibi konuşurum. (…) O ise daima terkibin peşinde.” Biraz abartılı, gerçekdışı bir “Statükocu İhsan” portresi çiziyor Suat, kendi heyecanında, aşırılığında boğmaya çalışıyor İhsan’ın soğukkanlı, ılımlı, çoksesli bakış açısını. Anlaşılıyor ki İhsan dahi daracık, yetersiz, ufuksuz geliyor Suat’a. Öte yandan: Suat’ın İhsan’ı ve İhsan’ın –fena hâlde– etkisindeki Mümtaz’ı hedefleyen “uçsuz” eleştirisi, elbette ki basmakalıp “Tanrı” inançlarını, “akıllı tasarım” düşüncesini de kapsıyor. 24 Ocak 1950, Cumhuriyet Gazetesi: Tanpınar, odak noktası Huzur olan bir söyleşide, Suat’ın “Allah’ı bulamadığı için” intihar ettiğini söylüyor ve ekliyor:

“Suad benim tasavvurumda bugünkü insanlıktır. Hareketlerini gerektiği gibi kontrol edemediği için bedbahttır.”

Ortada ne “canlı” bir Tanrı var ne de kurulu “yepyeni” bir düzen: “Ölçüt” yetmezliği açmaza düşürüyor, perişan ediyor Suat’ı. Fakat Suat’ın aykırılığındaki şu nokta da önemli, es geçilmemeli: Allah’ı var gücüyle aramış, yoklamıştır Suat, fakat “rahata ermek” değil, “hesap sormak”, “ifadesini almak” için. Bu farkı Huzur’da, bilhassa Mümtaz’ın “Sen inanmıyor musun?” sorusuna, Suat’ın verdiği saldırgan, pürhiddet yanıtta kavrıyoruz. Mektupta da apaçık ki Tanrı’ya inanmayı gerçekten istiyor, ama inanamıyor Suat: “Ona ne kadar muhtaçtım!…”

Son olarak, Suat’ın Mektubu’nun şiir evrenimdeki iki çağrışımına, Ahmet Oktay’daki şiirsel karşılıklarına değineyim. Kendindeki kalabalık, parça parçalık nedeniyle, İhsan’ın “ruh ahengi” dediği iç uyumu bir türlü yakalayamayan Suat, aklı epeyi bulanık dostu Mümtaz’a şu can alıcı soruyu yöneltir ateşli mektubunda: “Ben kaç kişiyim zannediyorsun! (…) Bu zavallı dostunda kaç türlü insan var tasavvur edersin?”

Ahmet Oktay’ın “Kaç Kişiyiz Kendimizde” adlı kapkaranlık şiiri, Suat’ın bu haykırışının ikizi sanki: “Ah! Bilemedim / kaç kişiyiz kendimizde. / Karabasanlar yaşattım / beni sevenlere, / bir hataydım, besbelli. / İçimdeki ölümden / içimdeki ölümden / içimdeki ölümden ürettim her şeyi.” İkinci karşılıksa Beşir Fuat’la, Ahmet Oktay’ın “Beşir Fuad adlı şiirinin son dizesiyle ilgili: “Beşir Fuad! Kardeşim benim.” Suat ne zaman gelse aklıma, bu içli dize de eşlik eder ona; çünkü Suat da Beşir Fuat gibi, Türkiye’nin “marjinal” değerlerinden biri ve –katışıksız uçbeylerimizden Ece Ayhan’ın da bilgelikle işaret ettiği üzere– zihnî uygarlığımızın düzeyi, marjinallerimize ne kadar sahip çıkabildiğimizle, yer açabildiğimizle çok çok yakından ilişkili.

Suat! Kardeşim benim.

Arka Kapak dergisi 34. sayı