Feridun Andaç

Giden Söz
Kendini “giden” kılan bir anlatıcıdır Demir Özlü. Bir kentten bir kente, bir insandan bir insana, bir yazardan bir yazara… Onun anlattıkları bu yüzden birer yolculuk anlatısıdır. Görmek için giden birinin anlattıklarını okurken içteki yolculuklara çıkarsınız önce, ardından da o anlatıcının dıştaki yolculuklarının izlenimlerine/gözlemlerine verirsiniz kendinizi. Ve metinler/yazarlar çıkar karşınıza ansızın. İzleyen, gören, etkileyen, etkilenilen yazarlar… Kurduğu metne eş arayan, kendi sesini bulmada onlarla yol alan bir anlatıcıyla karşı karşıyaysanız bu kaçınılmaz.

Varmak için değil, gitmek için giden biridir o. Çünkü bilir ki; hep bir dönüşü yaşayacaktır. Aslında varılacak bir yer/ülke/kent de yoktur onun için. Hatta gidip kendini bırakabileceği bir insan da… Yaşadığı ân, o ândaki durumu (yalnızlık>boşluk>arkada bırakılmış şeyler>sakinlik>ve içimdeki şiir>) onu kendini anlatmaya yöneltir. Dahası bütün bunları anlatabilmek için nasıl bir anlatı yolu bulabileceği üzerine düşünür. İşte bu düşünce de bir sorguyla başlar. Bir bakıma onun sürgün zamanlarında yazdığı “İthaka’ya Yolculuk” romanı böyle oluşur: Karşılıklı konuşmalar, bir tür söyleşim biçiminde gelişir. İç sesle dış sesin anlatımıdır romanın anlatıcı sesini renklendiren.

Sürgünde kendini anlatabilmek için yola çıkan yazar/anlatıcı, bir bakıma Dantevari bir anlatışa yönelir. Ama onun anlatısı BEN değil, SEN’dir. O da “ayrı-düşme”yi ve kendi yaşadığı “Cehennem”i, “Araf”ı, ve “Cennet”ini anlatmaktadır. Çıkış noktasının bir yanında da Kavafis’in bildik şiiri “İthaka” vardır. “İthaka” bir sürgün için her şeyi barındırır. Öte yanında ise Homeros’un sürgün destan kahramanı “Ulysses” kendini gösterir.

Özlü, anlatısını çok boyutlu/çok katmanlı kılmak için böylesi bir anlatı yolculuğunu seçer. Bu da, anlatıyı, “ben”den öte kıyılara taşır. Anlatı, başlıklar verilmiş XXVII bölümden oluşur. “Özanlatı” diyebileceğimiz metnin kurgusu ilk bölüm “Kendi Ülken”de şöyle başlar: “Burada bir kahvede oturur. Bir kahve ve konyak iste servis yapan garsondan. İç odada otur, öte yanda kalsın bar.” (s.11) Sonra, bir imgeden yola çıkar, “ev”. Fotoğraftan ona, anlatıcıya yansıyan ev imgesi. Betimlenen bir evde yaşamak… Ardından, onu buraya taşıyanın ne olduğu sorusu/sorgusu başlar. Süren ve ne zaman biteceği bilinmeyen yolculuğunu anlatmak ister. Soru-yanıt minvalinde sürer roman. Anlatıcı BEN-ÖTEKİ arasında gider gelir. Soran/sorgulayan, yanıtlayan/açıklayan… Bu düzlemde romanda karşımıza çıkan iki anlatıcıdır.

İlk yolculuğundan söz ederek başlar anlatmaya:
“O ıssızlığı hatırlıyorsun sen de. Hamburg’dan kalkan tren gecenin geç saatinde, belki de sabaha doğru Danimarka topraklarından denizin kıyısına ulaştırmıştı sizi… Gemiye geçen vagonlarda başka bir yolculuğa çıkmıştın. Karşı limana varıp daha da kuzeye açıldığınızda göğün kızıllığı şaşırtmıştı seni.”

Sürgün Bakış, Sürgün Dil
Parçalanmışlığın dili üzerine kurulu bir anlatıdır İthaka’ya Yolculuk. Öyle ki; bunu Demir Özlü’nün anlatı adasına yerleştirebilirsiniz. Özlü, öteden beri, Bunaltı’dan (1958) bugüne edebi yolculuğunda kendi adasını kurarken şuna öncelik vermiştir: Bireyin yeryüzü serüveninde yaşadığı yer, sıkışıp kaldığı zaman, çıkmazlara salındığı ilişkiler onun kurmaca dünyasında yeni bir bakış/biçimle yer alır.

Bunaltı
Demir Özlü
Sel Yayıncılık

Kuşkusuz bunda onun zorunlu/gönüllü sürgünlüğünün de payı var. Ama daha öncesinde Özlü’nün, 1950’lerde başlayan edebi serüveninde varoluşçu edebiyat ve “yeni roman” akımıyla tanışması, Batı edebiyatının/felsefesinin, ardından da Türkiye’de yükselen sosyalist hareketin yakınında durması onun etkileyici kaynaklarıdır. İlk kırılma noktası Paris yüzleşmesidir (1961-62). Ardından Doğu’da (Muş) askerlik yapması Anadolu’nun bu yöresiyle tanışmasını sağladı. 1979’da İsveç’e yerleşmesi ise edebi güzergâhlarının dönüşüm duraklarını oluşturdu. Bu bağlamda Özlü›nün anlatı dünyasının ilk evresinde şu yapıtları çıkar karşımıza:

Bunaltı (1958), Soluma (1963), Boğuntulu sokaklar (1966)

İkinci evresinde:
Bir Uzun Sonbahar (1976), Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları (1979

Bir bakıma ara dönemdir bu. Ardından sürgünlük dönemi ürünleri uç verir. Bunu da tematik olarak üç eksende değerlendirmek gerekir:

öyküler/romanlar, anlatılar/denemeler, günceler

Özlü’nün, edebiyatımızda “yenilikçiler” olarak adlandırdığımız “1950 Kuşağı” yazarlarından biri olması, yeni edebiyatın kuruluşunda dil/anlatım, yapı ve izlek çeşitliliği açısından farklı bir ses olması dikkate değer bir olgudur. Özlü, Türkçe’nin düzyazıdaki kullanım olanaklarını zenginleştirmiştir. Aynı zamanda edebî duyarlılığı/bilinci farklı yerlere/mekânlara taşıyarak yeni duyarlılık alanları açmıştır edebi anlatıya. Ondaki kurgunun “ben” eksenli olması, bireyin varoluşsal sorunlarına değinmesi de bir anlatım tutumundan kaynaklanır. Öyle ki; zaman zaman “ben”le “öteki ben”in buluşup ayrıştığı yerleri/durumları anlatısının hem konusal/izleksel, hem de anlatım biçiminin belirleyici öğesi olarak öne alır. Bu anlamda İthaka’ya Yolculuk özgün bir anlatısı olarak da karşımıza çıkmaktadır. Yerdeşliği, mekân duygusunu, kopuş ve bağlanışları önceler anlatısında Özlü. Ama anlattığı bireyin öyküsünde zaman yansımalarını buluruz.

anlatılan zaman, geçen zaman, yaşanan zaman, unutulan zaman, sığınılan zaman, düşlenen zaman

olarak karşımıza çıkar her biri bu anlatısında. Yerdeşlik, anlatıcının bilincinde bir çıkış noktasıdır. Çünkü o, bir anlatıcı olarak, artık kronolojik öykünün (anlatının) uzağındadır. Parçalanan, yabanlaşan bir dünyanın diliyle konuşmaktadır. Yarattığı (zamanın) bellek havuzlarında gezinir adeta. Anlatıcı orada hatırlayan, sorgulayandır. Ama neyin/nasıl yaşandığına bakarken; bir geminin palamarıyla bağlandığı yeri/kıyıyı da görmezden gelmez. Oradaki haline/durumuna da sık sık döner. Onu, İthaka’da yolcu kılanlara oradan bakar, hatırlar, karşılaştırır, öfkelenir, yer yer de hüzünlenir.

gezgin ruh / bakış, ülkeden kopuş / varış, anlatım biçimi, yolculuk anlatımı / romanı, parçalanan / anlatım –> yer/zaman/kişi/olay örgüsü, günümüz dünyasında iç sürgünlük, kentler > Helsinborg > Stockholm, sorularla yol almak, yolculuk nereye (s.12), sürükleniş, hatırlanan geçmiş, Ödemiş – çocukluk, Stockholm (s.13)

Yaşamdan Beslenen Yazı
Demir Özlü bize iki okuma yordamı, birçok bakış açısı verir. Onun ne anlattığına bakarken şunları gözleriz: Bunu nasıl anlatıyor, kime anlattırıp, neleri nasıl kuruyor, nelerden nasıl besleniyor bilgisiyle birlikte bir anlatı olarak anlatım tutumu nedir… Bunlardan hareketle edindiğimiz bakışlar bizi bir anlatıyı anlamaya/ çözümlemeye/yorumlamaya dönük bir kavrayışa yöneltir. Buradan edindiğimiz bakışla da ‘ne/nasıl yazılır’a yönelebiliriz. Bu aynı zamanda hem anlamayı hem de eleştirelliği içerir. Öyle ki, onun anlatılarındaki yersiz yurtsuzluk, sürgünlük, kopuş, yalnızlık, aidiyet/kimlik sorgusu yerin anlamı/mekânın dili, hatırlayan belleğin yolculuğuyla yeni bir seyir yaratır okurda.

Borges’in Kaplanları
Demir Özlü
YKY Yayınları

Kendisini yurt-ötesi bir yere/duyguya taşıyan Özlü; bir yanıyla göçebe, diğer yanıyla da yerleşikliğin huzursuz kahramanını anlatır. Ne kopup geldiği yer ne de yaşadığı yer onu yerdeş kılmaz. Hayatın/ın her devinimi onda geçmişine, geçmişteki yaşantısına dair bir imi, bir yeri, yaşanmışlığı hatırlatır. Bu nedenledir ki; anlatılarında kronolojik akış, olay örgüsü yoktur. Parçalanmışlık, sürükleniş, çözülme, içsesin sanrısı, parça bütün olarak karşımıza çıkan izleksel anlatılardır. Özlü, tablolar halinde çizer/kurar anlatısını. Hiçbir yer’de olan ben’in boşluktaki hali/durumu/sürüklenişi anlatılarının dokusunu oluşturur. Onun “ben” hali, sürgünlük durumu en iyi İthaka’ya Yolculuk romanına yansır.

Bir Uzun Sonbahar
Demir Özlü
YKY

Bir “otoportre” çizer orada Özlü. Olup bitenle yaşanılanı buluşturur. Hatırlanan zamandaki ben’i/sen’leştirerek anlatır. O konumdaki duruşuyla yaşanan zamandaki ben’ini yüzleştirir bir bakıma. Onun anlatılarındaki biz “içe ait görü”yü görür, insanın sezgisel yolculuğunun yansımalarına tanık oluruz. Anlatıcının kopamadığı yer/kent (İstanbul/Beyoğlu) o geçmişe iz bırakandır. Gelinen yer/kent (Stockholm) ise sürgün yeridir. Ona hiçlik duygusunu daha çok yaşatan/hatırlatandır. Özlü, yazınımıza sezgiselliği, içgörünün anlatımını taşıyan/kuran bir anlatıcıdır. Onda bize eşlik eden düşünce, bireyin yalnızlık>sürükleniş>boşluk içindeki halinin görünüşü/duyuş ve düşünüşleridir.

Bir Beyoğlu Düşü Berlin’de Sanrı Kanallar
Demir Özlü
YKY

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 9.sayısında yayınlanmıştır.