Uğur Büke

Rus sözlü ve yazılı edebiyatının önemli türlerinden biri olan Svyatki hikâyelerinin kökeni Pagan kültüre dayanmaktadır.  Çoktanrılı dönemdeki Slav baştanrısı Svyatovit (Belbog) adına düzenlenen şenliklerde kışın bahara dönmesi kutlanır, geçmiş yılın muhasebesi yapılır, gelecek yılla ilgili  fallar açılır, yemekler düzenlenir, bayramlık giysiler giyilir, şarkılar söylenir, çocuklar ev ev dolaşır bir şeyler  toplar, oyunlar oynanır, hikâyeler anlatılırdı.  Hıristiyanlığın yayılmasıyla bu bayram, İsa’nın doğumuyla vaftizi arasında  kutlanmaya başlanmış, gittikçe dini motifler ağırlık kazanmış ve eski Slavcadaki “Svyat” (kutsal) sözcüğüyle ilişkilendirilerek içeriği de değişmiştir. Hem İsa’nın doğumu, hem vaftiz edilmesi hem de yeni yıl kutlanmaya başlanmıştır. Halen Ortodokslar 7-19 Ocak, Katolikler  25 Aralık-6 Ocak arasında kutlamaktadır.

  1. yüzyılda yazıya dökülen sözlü hikâyelerin yanı sıra dönemin edebiyat ustaları da bu dalda örnekler vermişlerdir. İlk dönem hikâyeleri; duygusal, fantastik, alaycı, hüzünlü ve nasihat vericidir, insanların birbirine iyi davranmasını ve cömert olmalarını öne çıkarır, kötü ruhlar anlatılsa ve ana kahramanlardan biri olsa da her zaman olumlu  ve iyinin kötüye zaferiyle  biter. Sonraları Batı’dan gelen örneklerin de etkisiyle olayların merkezine Hıristiyanlık, İsa ve çocuk motifleri girmeye başlar. Romantik edebiyatın 19. yüzyılın  ilk yarısındaki “eski güzelliklere” dönüş atılımıyla da edebi bir tarz olarak yazılı edebiyatta yerini alır.

Bu hikâyelerin en büyük temsilcilerinden biri olan Nikolay Leskov, “İnci Kolye” adlı hikâyesinde bu türün özelliklerini şöyle açıklar: “Svyatki ile ilgili öykülerin,  Noel’den Vaftiz’e kadarki gecelerde geçen olaylarla ilgili olması, hiç olmazsa biraz fantastik olması, zararlı önyargıları az da olsa yargılayan bir kıssadan hisseye sahip olması ve kuşkusuz beklenmedik biçimde neşeli bir sonla bitmesi gerekir.” (Leskov; Eski Zaman Delileri, Çev. U. Büke, Dedalus, 2016, İstanbul)

E.T.A. Hoffman’ın “Usta Pire” ve “Fındıkkıran”, C. Dickens’in “Bir Noel Şarkısı”, “Ocaktaki Cırcır Böceği” ve Andersen’in “Kibritçi Kız” ve “Çam Ağacı”  gibi batıdaki örneklerden de etkilenen Svyatki hikâyeleri yazan Rus yazarların arasında Bestujev-Marlinski, Leskov, Saltıkov-Şçedrin, Gogol, Şmelov, Kuprin, Durılin, Andreyev, Tolstoy, Korolenko, Çehov, Dostoyevski, Gorki ve Averçenko’yu saymak mümkündür.

Ağırlıklı olarak Rus geleneksel svyatki hikâye kalıbına uygun eserler yazan Rus yazarlarının bu geleneğini, Dostoyevski, küçücük bir hikâyeyle dini motiflerin merkezde olduğu bir yapıya taşır. Sonu mutlu biten hikâyelerin yerine, kahramanının ölümüyle biten bir kurgu ortaya koyar. Batıda Andersen’in “Kibritçi Kız”ının öncülük yaptığı bu tarz, Rusya’da ilk kez Dostoyevski tarafından kullanılır.  “Noel, İsa ve Çocuk”, Dostoyevski’nin ilk eserlerinden beri işlediği ezilen, yalnız, yoksul “küçük insanı” en vurucu biçimde anlattığı hikâyesidir. Genel svyatki hikâyelerinden daha kısa olması nedeniyle Dostoyevski, en sarsıcı sözcükleri ve cümleleri kullanır. Genel tanımlamalardan ve betimlemelerden uzak durur. Hem fantastik hem gerçek hayatta geçen hikâyenin geçtiği yeri söylememesine karşın yaptığı küçük betimlemelerle olayın Neva Bulvarı’nda geçtiğini hissettirir, yoksulluk/zenginlik karşıtlığını, Petersburg’un arka sokaklarıyla ışıl ışıl bayram caddelerini işleyerek ortaya koyar.  Hikâyenin merkezindeki çocuk oldukça yalın biçimde anlatılır. Hikâyenin içine Hıristiyanlıkla ilgili konuları ustaca yerleştirmiştir. Asıl önemlisi de sonuç bölümünde kahramanın mutluluğu ve huzuru insanlar arasında değil, öteki dünyada bulmasıdır.

“Annesiyle birlikte başka bir yerden gelen altı yaşlarındaki çocuk bir bodrumda yaşar. Anne hastadır. Bodrum soğuk ve karanlıktır, dışardan korkutucu köpek sesleri gelir. Çocuk açtır. Akşam olunca annesine dokunur, ölmüştür.  Yemek bulma umuduyla dışarı çıkar. Sokakta başka bir çocuk ona vurur. Polisin umurunda olmaz.  Sokak karanlık ve soğuktur. Yürüyerek başka bir sokağa gelir, aydınlıktır, süslenmiştir. Işıl ışıl evin birinde neşeyle oynayan çocuklar ve  pırıl pırıl bir çam ağacı görür. İçeri girer ama bir kadın eline bir kapik tutuşturup dışarı çıkarır,  elleri soğuktan donmak üzeredir, verilen parayı düşürür.  Yürümeye devam eder; kocaman kuklaların durduğu bir vitrin görür, canlı zannettiği kuklalara soğuktan ağlamak üzereyken güler ancak oradan da kovulur.  Isınmak ve dinlenmek için bir avluya girer, odunların yanına oturur.  Biraz sonra bir ses, kalk benim oraya gidelim, der. Birisinin üstüne eğilip kucakladığını hisseder. Annesi sanır.  Birden her şey aydınlanır, kocaman, süslü bir çam ağacı ve her tarafta oyuncaklar vardır, çocuklar neşeyle oynamaktadır.  Annesi de oradadır. Ağacın kimin olduğunu sorar, İsa’nın derler ve o gün ağacı olmayan kimsesizlerin orada toplandığını söylerler. Mutlu bir şekilde eğlenmeye başlar. Sabahleyin ise çocuğun donmuş cesedini bulurlar.”

Kısaca özetlediğim hikâyede, Dostoyevski Hıristiyanlıkla ilgili ögeleri ustalıkla kullanır. Hikâyenin başındaki bodrum ve başını sokacak yeri olmayan anne-çocuk betimlemesiyle, şehirde barınamayan Meryem Ana’ya atıf yapar. Çocuğun bodrumdan çıkıp karanlık ve soğuk sokaklarda dolaşmasıyla İsa’nın ilk yıllarına gönderme yapar. Çocuğu kucaklayıp götüren kişinin İsa olduğunu hissettirir. Onun ne kadar iyi olduğunu söyler. Çocuğun ancak öbür dünyada huzura kavuştuğunu anlatır. İnsanların başkasının çaresizliğine ve acısına aynı iki bin sene önceki gibi kayıtsız kaldıklarını gösterir. Mucizelerin bu dünyada değil ancak öbür dünyada olabileceğini  belirtir. Anlattığı bir gün içinde çocuğun yaşarken yalnızca bir kez güldüğünü aktarır ama İsa’nın yanında çocuk hep güler. Donan çocuğun ölümünün İsa’nın sıcaklığıyla sonsuz yaşama bir diriliş olduğu tezine gönderme yapar. Çocuğun yedi yaşın altında  olduğunu söyleyerek kiliseye göre onun günahsız olduğunu aktarır. Çocuğun içeri alınmadığı evi anlatırken insanların acımasızlığına ve cimriliğine karşın İsa’nın cömertliğini ortaya koyar.

İster Dickens, Rückert ve Andersen’in etkisiyle, ister geleneksel olan bir şeyi yıkma arzusuyla, isterse kendi dini anlayışıyla bu değişiklikleri yapan Dostoyevski’nin bu hikâyesi toplumda olumlu karşılanmasına karşın kendinden sonra gelen yazarlar tarafından bu yol, en azından bu denli yoğun biçimde kullanılmamıştır.  Geleneksel hikâye tarzı ağır basmıştır.  20. yüzyılın bu bağlamdaki son hikâyecisi olan Gorki de “Donmaktan kurtulan kız ve oğlan” hikâyesinde mutluluğun bu dünyada olduğu gerçeğine geri dönmüştür. Nitekim günümüz yazarları da (Darya Dontsova, Dmitri Galkovski, Boris Akunin)  geleneksel temelde hikâyeler yazmaya  başlamışlardır.

  1. yüzyılın ilk yarısında gazete ve dergilerin bu hikâyeleri keşfetmesiyle konu, isim, kişiler ve yazım biçiminin yinelendiği birçok hikâye ortaya çıkmıştır. Bu durum, gerek okur ve gerekse bu geleneği devam ettiren yazarların bu tarzdan uzaklaşmasına neden olmuştur. Ekim Devrimi ile birlikte de bu tarz tamamen kaybolmuştur. Beyaz Hareket’in Rusya dışında çıkardığı  gazete ve dergilerde  bu geleneğin bir süre daha devam ettiği söylenebilir. Sovyet döneminde yazı dünyasından çekilmesine karşın sözlü edebiyatta hayatına devam etmiştir ancak bu üstü kapalı yasaklamalara karşın Svyatki hikâyelerinin günümüzde halkın içinde  yaşamasını ve iki binli yıllardan sonra yeni Svyatki hikâyecilerinin ortaya çıkmasını, bu  konuları işleyen  Sovyet çizgi filmlerine  borçluyuz.

Çok tanrılı dönemden kalma Svyatki hikâyeleri ve ritüelleri, farklı kültürlerde farklı biçimlerde yaşatılmaya devam edilmektedir. Temelinde her yerde insanın geleceğini öğrenme, mutlu olma, iyi yaşama, kötülüklerin son bulması, yeni yılın iyi geçmesi gibi istemlerin olduğu bu ritüellere örnek olarak Bestujev-Marlinski’nin “Korkunç Bir Fal” adlı öyküsünde anlattığı Svyatki gecesi ritüeli ile kökleri Şamanist geleneklere dayanan Hıdırellez döneminde “Baht Açma”, “Niyet” ve “Baht” gibi farklı adlar altında Orta Asya’dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada oynanan oyunun benzerliği şaşırtıcıdır.

İçinde, anlamını bir türlü öğrenemediğim kömür, okunmuş ekmek ve genç kızların yüzük, kolye gibi takılarının olduğu tas, bir tabakla kapatıldı ve hep birlikte mani söyleyip bu kader piyangosuna ve onun hükmüne kendilerini bıraktılar.” (Rus Hikâyeleri; Çev. M. Özgül-U. Büke, Notos, 2017, İstanbul)

Hıdırellez’de oynanan oyunda ise bahtını ve kısmetini öğrenmek isteyen genç kızlar  yüzük, küpe  gibi takılarını bir çömleğe koyarlar, çömleğin içine su eklenir ve ağzı kapatılarak gece boyunca gül ağacının altında bekletilir. Sabahleyin toplanan kızlar maniler söyleyerek çömlekten takılarını çekmeye başlarlar.

Zamanla içerikleri ve vaat ettikleri değişse de,  dünyanın çeşitli yerlerindeki Svyatki hikâyeleri, çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa geçişin, insanın doğasındaki, bilinmezlikleri öğrenme ve gerçek dünyada güzel yaşama içgüdüsünü değiştiremediğinin bir kanıtıdır. “Kibritçi Kız”ların ve altı yaşındaki çocukların ölmediği bir dünyanın  özlemidir Svyatki hikâyeleri.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 27.sayısında yayınlanmıştır.