M. Taha Tunç

Kitabının ilk cümlesinde “Âlimane bir ciddiyetle, resim üzerinden takip edilebilecek içgüdüsel veya ciddiyetten uzak, hayal mahsulü bazı fenomenlerin analizini yapmak istiyorum,” diyor André Chastel. En başından niyetini belli ediyor: resme dair kimi kavramların bir tarihini yapmak. Bunu çizgisel, ilerlemeci bir açıdan değil, kavramların dönüşümünü esas alan bir anlayışla yapmak.

Chastel, tablo-içindeki-tablonun basit bir analizini sunmuyor. Aksine, gittikçe karmaşıklaşan, geri dönüşler yapan bir sentez veriyor bize. Dolayısıyla, “geçmişi, şimdinin kesin bulgularından hareketle sorgulaması”, zamanı kavrayış biçimini de ele veriyor aynı zamanda. Bu zaman, ileriye doğru akıp gitmiyor, kimi zaman kesiliyor, duruyor, kopuyor – yani süreksiz bir zamandan bahsediyoruz.

Kavramlar (resim dilinde bunun adı belki de motiftir) bu süreksizlik içinde dönem dönem farklı anlamlara geliyor. Kavram açılıyor, yayılıyor. Tablodaki tablo motifi de kendini dönem dönem farklı biçimlerde sunuyor. Chastel bunu 16. yüzyıl tablolarında farklı, 19. yüzyıldakilerde farklı okuyor. Aynı kavramı kullanıyor yine de: tablodaki tablo. Böylece bize yoruma dair çok incelikli bir yöntem sunuyor. Görüyoruz ki bu yöntem, Fransız epistemoloji geleneğindeki kimi isimleri haklı çıkarıyor.


Tablodaki Tablo
Andre Chastel
Doğu Batı Yayınları

Bu isimlerden Gaston Bachelard, L’intuition de l’instant’ta (1932) ve Yeni Bilimsel Tin’de (1934) çağdaş bilimsel gelişmelerle temellerini attığı “kopuş” felsefesini Sürenin Diyalektiği’nde (1936) süre ve zaman mefhumları üzerinden devam ettirir. Bachelard, Bergsoncu “varlığın sürekliliği” tezinin karşısına süreksizlik ve durma (répos) anlayışını koyar. Ona göre zihnimizin bir düzenlilik verdiği yaşam, derli toplu değildir, kopukluklardan oluşur. Bachelard’ın izinden giden Michel Foucault, aynı şeyin kavramların tarihi için de geçerli olduğunu göstermiştir (Bilginin Arkeolojisi). Keza Alexandre Koyré (Yeniçağ Biliminin Doğuşu) bilim tarihinde kavramların dönüşümünü oldukça incelikli biçimde göstermiştir, Bachelard da bu tezlere katılır.

Bachelard’a göre “kavramlar çeşitlenerek, uygulanarak ve düşünce etmeni haline gelerek çoğalırlar” (Sürenin Diyalektiği, s. 32). Chastel de tablodaki tablo motifini açıyor, onu farklı dönemlerde farklı durumları resmeden tablolarda ele alıyor: 15. ve 16. yüzyılın başını kapsayan ilk aşamada gerçeğin kutsanışını ifade eden motif, ikinci aşamada özgül ve art düşünceli değeriyle ortaya çıkarken, 17. yüzyılda tamamen serpilecek, nihayetinde 19. yüzyıl tablolarında öznelleşmeyle birlikte farklı bir değer kazanacaktır.

Chastel’in inceleme yönteminde yapısalcı diyebileceğimiz eğilimler de mevcuttur. Yaptığı sınıflandırmayı ciddiyetle “işlevsel” bir zemine oturtur. Claude Lévi-Strauss’a atfedildiği gibi, resme uzaktan bakar. Motifin işlevini ise ikili olarak görür: ikonografik (birinin veya bir şeyin temsili bakımından) ve morfolojik (kompozisyonun arazı/ilineği olması bakımından).

“Ressam bir nesne kurar,” diyecektir Chastel. Böylece resim temsilden ibaret değildir:

“Tablo-içindeki-tablo resim ile gerçek arasındaki ilişkileri tartışma konusu yaparak eski resimde kafa karıştırıcı bir izlenime sebep olur.”

Tablodaki tablo, artık aynı zamanda bir gerçeklik sorunudur ve bu insan zihninin en kırılgan noktalarından olan naif “gerçeklikçilik” yüzyıllar boyu farklı anlamlar kazanmıştır: “Van Eyck’ların dünyadaki mekânı resmin mekânıyla tanımlayıp hem doğayı hem sanatı âdeta birbirleriyle kutsayarak kutladığı 16. yüzyıldaki durumun tersi bir durumda bulunuyoruz” artık, bu sebepledir ki resim de artık bize “gerçeği” fısıldamaz, resmin tek ve mutlak bir yorumu yoktur; onu çoğaltır, farklı biçimlerde uygularız.

Arka Kapak dergisi 34. sayı