Sevengül Sönmez

Kitap okumaya ve biriktirmeye düşkün, hatta kitaplar nedeniyle hayatları değişen roman / öykü kahramanlarının, kitap okumayı ve biriktirmeyi sevenlerin üzerinde farklı bir etkisi vardır. Bir kitapsever olarak bu kahramanla özdeşleşmemiz kaçınılmazdır. Kahramanın aldığı her kitap, okuduğu her sayfa bizim için yeni bir merak konusu olurken, kitaplara duyduğumuz muhabbette yalnız olmadığımızı düşünürüz. Kitaplara sığınırken okuduğumuz kitapların kahramanlarının da kitaplara sığındığını bilmek kendimizi güvende hissettirirse de çoğunlukla onların serüvenine aynı anlaşılmazlık duygusuyla ortak oluruz.

Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı, kitaplara, okumaya, kâğıda, eski eşyalara düşkün bir kahramanın hayat hikâyesidir ve bu hayat hikâyesi, bir kitap okurunun (severinin) kıyısından köşesinden aşina olduğu, kendi başına –henüz- gelmemişse de sahaflarda, antikacılarda sık duyduğu hikâyelerden biridir. Kitap toplarken yalnızlığa yelken açtığını geç fark eden, fark ettiğinde de kitaplarından vazgeçmeyecek biridir Tahir Sami. O daha çok gençken Sahaflar Çarşısı’nın en kıdemli esnafı İskender Bey’den duyduğu üzere; “Kitap aşkının başka sevda kaldırmayacağını” bilerek yaşayanlardandır.

Öykünün anlatıcısı Mustafa, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”ne benzettiği bir devlet dairesinde, saçı itinayla taranmış, fevkalade düzgün, eskimiş ama bakımlı ve temiz kılıklı bir eski zaman adamına rastladığında, onun bu çağın adamı olmadığını hemen anlar. Erken yaşlanmış bu çocuksu adamla, “hikâyecilik mesleği gereği, kendisi de konuşuyormuş gibi yaparak” konuşur ve Tahir Sami’nin hayatını öğrenmeye başlar.

Sohbetle başlayan anlatı, anlatıcının bu konuşmaları yazıya geçirmeye karar vermesi, dahası Tahir Sami’nin hayatını hikâye olarak yazmak istemesiyle çok katmanlı bir yapıya bürünür. Okuyucu (en az) iki anlatının iç içe girdiği / kesiştiği bir öyküyü, onun da bir kurmaca olduğu bilinciyle okuduğunda çok daha sıkı dokunmuş, girift bir anlatı karşısında olduğunu anlayacaktır.

Anlatının kurgusal başarısı sadece bu iç içelikten kaynaklanmaz. Öykünün anlatıcısı gazeteci yazar Mustafa, öykünün karakterlerinden birine dönüşerek çok katmanlı bu anlatının farklı roller taşıyan kişisi olurken, anlatıcının merak uyandırıcı bulduğu Tahir Sami, başta öykünün kahramanı olarak hayatını anlatırken, ilerleyen sayfalarda hayatı öyküleştirilen ve zaman zaman bu öyküleştirmeyi tekzip etmesine izin verilen kişi haline gelir.

Böylece, hayatı anlatılan kişi, edilgen konumundan çıkarak kendi hayat hikâyesinin yazımına ortak olur.

Gazeteci yazar Mustafa, şehirleri yaya dolaşmayı, sokaklara girip oralardaki insanları tanımayı seven, bir binanın yaşanmışlığını mimarisinden önemli bulan, İstanbul’u dolaşırken izlenimlerini yazıp sonra da bu yazılarını kitaplaştıran biridir. Tahir Sami ise, “beklediği adam” karşısına çıkınca sohbet etmekten kendini alıkoymayan, başta da dediğim gibi bir eski zaman adamıdır. Kendince yaşanmışlıkları, hayalleri ve büyük bir tutkusu vardır: Yıllar boyunca biriktirdiği köy konulu kitaplarıyla kendi adını taşıyan bir kütüphane kurmak. Çünkü o; marifetin çok kitap toplamakta değil kıymetli bir kütüphane kurmakta olduğunu daha ilk imzalı kitabını edindiğinde öğrenmiştir.

Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı
Mustafa Kutlu
Dergâh Yayınları

Anlatıcı Mustafa, Tahir Sami’yle yaptığı konuşmaları bir düzen içinde yazmaya başlar; Tahir Sami’nin ailesinin köklerine, Eğin’e uzanır. Adını aldığı Tahir Dede’sinin İstanbul’a gelişinden başlayarak üç kuşak bir kitap sever ailenin hikâyesini anlatır: Büyük dede Tahir, Eğin Ermenilerinden Nişan Usta’nın yanında ciltçilik sanatını öğrenmiş mahir bir ustadır; oğlu Ziya (Tahir Sami’nin babası), daha gençliğinde adı anılır bir mücellit olmuştur.

Kuşaktan kuşağa aktarılan bu sanatın kaybolmaya yüz tuttuğu günlerde, mesleğinin erbabı olan Ziya Usta, oğlu Tahir Sami’yi de Sahaflar Çarşısı’ndaki dükkânında bu işlerin içinde ve dükkâna uğrayan kitap meraklılarının arasında yetiştirir; böylece kitap sevdası Tahir Sami’nin içine daha çok küçük yaşta düşer.

Eski zamanların kitap sevdalılarının buluştuğu, maddi alışverişten çok manevi alışverişin yapıldığı, dostluğun, arkadaşlığın, sohbetin koyulaştığı dükkânlarda geçen günleri, Tahir Sami’yi yaşıtlarından başka bir çocuk yapar, o büyümeden yaşlanır ve başka bir zamanın adamı olarak hayata karışmaya çalışır. Ancak başka aşk kaldırmayan kitap aşkı onu ele geçirince, o hayata karışmak yerine, başka bir nehre akar. Kendini kitap sevenlerin, kitap meraklılarının ve sahafların tuhaf cemaatinin bir parçası olarak bulur.

Tahir Sami’nin başından geçenler, bundan sonrasında, anlatıcı yazarımızın kendisini tanıdığı Devlet Dairesi’nde çalışmaya mecbur eder; ancak Tahir Sami bu dairede, kendisini mutlu eden bir işe ve kâğıt kokulu bir hayata başlamanın imkânını bulduğu için hayatından memnun, kaybettiklerinin ya da vazgeçtiklerinin çetelesini tutmadığı bir düzen kurar.

Güzel bir tesadüfle kendini bir derginin editörü olarak bulduğunda kısa süre için bu tekdüze hayatın değişeceğini düşünür. Umduğu ilgiyi göremediğinde, “memleket kültürüne hizmet” ettiğini hatırlayarak bu hayal kırıklığı üzerinde pek durmaz. O zaten duygularını içinde derin bir yerlere gömeli çok olmuştur. Ta ki başka bir tesadüf ona yüreğinin yerini hatırlatana kadar…

Tahir Sami, Türkçe edebiyattan ve dünya edebiyatından tanıdığımız memur tiplerine benzemekle birlikte o çalıştığı dairenin devlet dahil herkes tarafından unutulmuş olması başta olmak üzere, memuriyetin garip dünyasına kendi uğraşını ekleyerek kitaplar ve kütüphane düşleri arasında bir memuriyet sürdürür. Kürk Mantolu Madonna’nın Raif’ine benzeyen yanları vardır; dışarıdan bakıldığında hayatı sıradan ve önemsiz görünür; ama yakından bakılınca sıradışı bir hayatı sürdüğü anlaşılacaktır.

Bu açıdan bakıldığında kitabın adı “Tahir Sami Bey’in Sıradışı Hayatı” olsaydı da anlatılanın aynı şey olacağını görmek, “sıradanlık” ile “sıradışılık” arasındaki karmaşık ilişkiyi düşünmemize neden oluyor. Mustafa Kutlu da bu uzun öyküde kurmacanın olanaklarını tıpkı kahramanın hayatındaki sıradışılık gibi geliştiriyor: Kahramanın kendi hayat hikâyesine şerh düşmesi gibi, okurun “özel hayat” bahsinde sorması muhtemel soruları metne dahil edip anlatıcı-yazar aracılığıyla bunları yanıtlayarak bir okur olarak öykünün neresinde durduğumuzu sürekli sorgulamamızı sağlıyor. Üstelik okurun muhtemel sorularına verdiği yanıtlar ve anlatıcı yazarın, Tahir Sami’ye kurmacanın nasıl bir şey olduğunu, yazarın ne yaptığını anlattığı bölümlerle edebiyatın ne olduğunu (olmadığını) ve edebiyat görüşünü de ustalıkla öykünün arasına gizliyor.

Kitap aşkından başka aşklara yer açamayıp hayatlarını kitaplara adayanlar kadar, bu aşka baş koymaya adayların da buruk bir gülümsemeyle okuduklarını düşündüğüm Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı, okuru sarsan ve hüzünlendiren bir hayat hikâyesi olmanın çok ötesinde, Türkçede öykünün olanaklarını genişleten, Sait Faik’ten Sabahattin Ali’ye, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan, Refik Halid’e pek çok yazara ve esere gönderdiği selamla metinler arası okumalara açık, teknik bakımından da özel bir yere sahip bir kitap.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 6.sayısında yayınlanmıştır.