Yunus Emre Tozal

İsviçreli edebiyat eleştirmeni Otto Basler (1902-1984), Alman edebiyatının önemli isimlerinden Hermann Hesse ve Thomas Mann’ın yakın arkadaşıydı, bir gün onları Aargau’daki evinde misafir etti. 6 Temmuz 1950’de Thomas Mann evinin kapısının önünde dikilirken, Basler onu Schiller’in şu sözüyle karşıladı: “Ne değerli, sadık bir misafir! Ondan daha iyisi henüz bu eşikten adımını atmadı.” Thomas Mann bir anlığına duraksadı, adımını basamaktan geri çekti ve Basler’e muzipçe karşılık verdi: “Yani, sevgili arkadaşım Hermann Hesse’nin içeride olmadığını mı söylüyorsunuz?” “Hayır, içeride,” dedi Basler, “ama o diğer kapıdan girdi.” Thomas Mann, “Öyle mi!” diye cevapladı ve neşeyle içeri girdi.

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mann ve Hesse, insanlık tarihinin en kanlı savaşlarından olan İkinci Dünya Savaşı sürecinde savaşın tuhaflığına, diplomatların basiretsizliğine, Nazilerin vahşetine, milliyetçilikten beslenen tecrit ve ötekileştirmeye karşı durup Almanya ve Avrupa’nın kaderi için düşünen ve üreten iki yazar… İkilinin 1910’dan 1955’e kadarki mektuplaşmalarını ve yer yer kendi kitaplarına ait değerlendirmeleri içeren Mektuplar kitabı, yayımlandığı tarihten itibaren iki yazar arasındaki büyük dostluğun yanında dönemin edebiyat, sanat, yayıncılık dünyasına ve politik gelişmelerine de ışık tutması açısından hayli önemli. En üretken yaşlarında her ikisinin de yuvadan (Almanya’dan) kopması ve köklerinin hamileri tarafından “yedikleri kaba pisleyen hain” olarak kitaplarının toplatılması, ardından mecburen vatanlarını terk etmeleri; onların okur-yazar olmalarını daha da teşvik etmiş olmalı ki edebiyat eleştirmeni Volker Michels bugün Alman edebiyatını çalışmak için Thomas Mann ve Hermann Hesse’nin yazgılarından ve eserlerinden daha etkili araçların olmadığını belirtir.


Mektuplar
Hermann Hesse, Thomas Mann
Çevirmen: Nuriye Gülmen
Timaş Yayınları

Mann, kuzey Almanyalı bir burjuva ailesinde varlık içinde büyürken, Hesse de Güney Almanyalı misyoner bir babanın evinde büyür. Akıl almaz bir korkunun hâkim olduğu karanlık zamanlarda hayatta kalma çabaları, onları Alman edebiyatında edinecekleri yere hızla yükselmesine vesile olurken; her ikisinin de genç yaşından itibaren ülkesine dair yaşayacağı kırgınlıklar sebebiyle onları birbirlerine yaklaştırarak yaklaşık 50 yıllık bir dostluğun doğmasına zemin hazırlar. Mann, meslektaşını “hınzır bir alaycı” olarak adlandırırken Hesse ise Mann için; “Alman yavanlığının kafeslerindeki kanaryaların arasında duran bir bülbül”dü der. Onları önce ayıran, ama sonunda yine birbirlerine bağlayan şey; Mann’ın 1937’de Hesse’nin altmışıncı yaş gününde yazdığı övgüde söylediği gibi “aralarındaki benzerliklerden olduğu kadar farklılıklardan da beslenmeleri”ydi. Mann ve Hesse’yi birbirine bağlayan en kuvvetli bağ, 1. Dünya Savaşı sırasında Alman militarizmini protesto etmeleri ve 2. Dünya Savaşı’nda hem Nazilerin hem de antifaşistlerin eleştirilerine maruz kalmalarıydı. Nazilerin vahşetini korkmadan yazın ve edebiyat dünyasına cesurca anlatmaları ve bulundukları her yerde dile getirmeleri onları kaderlerinde birbirine yaklaştırdı. Alman vatandaşlığıyla yaşadığı sıkıntılar ve uzun bir sürgün hayatı yaşamaları da eserlerine ilham oldu ve bizlere dünya edebiyat tarihini etkileyen başyapıtlar bırakmalarını sağladı. Mann da Hesse de, Mann’ın Doktor Faustus karakteriyle özdeşleştiler adeta; müthiş bir deha ve başarıyla “lanetlenmiş” gibi hayatları türlü mücadelelerle geçti. Kendilerini hep iki dünya arasında ve aidiyetsiz hissetmeleri, tercihlerini özgürce yaşayamamalarına sebep oldu. Milliyetçilikle solculuk arasında gidip gelen kendine özgü dünya görüşleri içinde Almanya özelinde sürekli yer değiştiren bir “takdir” ve “aşağılanma” hedefi gösterilerek yaşadılar hep… İnsan düşünmeden edemiyor, acaba bu büyük iki kalem son nefesini verirken hâlâ “Neden böyle acayibim?” diye kendi kendisine soruyor muydu, yoksa hayatı boyunca aradığı cevabı nihayet bulmuşlar mıydı? 

Arka Kapak dergisi 18. sayı