Erkan Şimşek

1959’dan beri 29 baskı yapan; hem yakın tarihin hem Türkçenin önemli metinlerinden Suyu Arayan Adam özünde bir hatırat olsa da tarih, günce, otobiyografi, roman, seyahatname türlerine de temas eden bir başyapıttır. Aydemir’in kendi hikâyesi diye başladığı kitap aslında bir aydın tipinin sürekli değişen hüzünlü hayatını da anlatıyor. Hem de hiç eskimiyor.

Yıllar önce bir sokak röportajında “Hangi tarihte doğmak isterdin?” diye sormuşlardı. Cevap verememiştim. Sonra düşününce; “1890’da doğsam, 2. Meşrutiyet, Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı, Sovyet Devrimi, Cumhuriyetin ilanı, tek partili, çok partili dönem, 27 Mayıs ve 12 Eylül darbesini görüp ölsem süper olurdu” demiştim. İşte bu hayalin yaşanmış haline Suyu Arayan Adam’da aşağı yukarı şahit oluyoruz.


Suyu Arayan Adam
Şevket Süreyya Aydemir
Remzi Kitabevi

1897’de yoksul bir Rumeli köylüsü olarak doğan Aydemir kurtuluşunu öğretmenlikte görüyor. Fakat ağabeyinin şehadeti üzerine gönüllü olarak Kafkasya cephesine asker yazılıyor. İlk kırılmalardan birini de burada yaşıyor: Osmanlıcı çocukluk günlerinden bilinçli Turancılığa geçiş.

Ancak Anadolu’yu kutsallaştırmış Aydemir’in yine Anadolu’ya dair yaşadığı muazzam hayal kırıklığı zihnine kazınıyor. Çağlayan dereler, yeşil ormanlar, elma yanaklı köylüler yerine kel, tozlu, kasvetli bir coğrafya ve zayıf, amaçsız, çökmüş insanlarla karşılaşmak Aydemir’i o an olmasa bile gelecekte fikren başka yerlere savuruyor.

Turancılığın motivasyonuyla katıldığı savaşın ardından Türkiye’ye gelip öğretmenlik eğitimini tamamlar ve Azerbaycan hükümetinin davetiyle Kafkaslara öğretmen olarak döner. Burada Bolşevikler ve sosyalizm ile tanışır. Sahipsiz bir Turancılıktan devrimciliğe yönelir. Enver Paşa ile yıkılan hayallerini; Sovyet devrimi ile yükselen umutlarını anlattığı bölümler çok kıymetlidir.

Rus ruhunun Rus modernleşmesini adeta bağırarak çağırdığını ve bunun Sovyet devrimine nasıl dönüştüğünü öyle anlatır ki bu sayfaları film izler gibi okuruz. Aydemir tarih kırılırken orada olmanın bütün avantajlarını kullanır. Dürüsttür ama çoğunlukla kazanan tarafta yer alır. Çünkü Aydemir, kaybedilmiş bir davanın neferi olarak bir daha kaybetmemeye sanki yeminlidir.

1923 sonuna kadar Sovyet Rusya’sında yaşar ve cumhuriyetin ilanıyla birlikte Türkiye’ye döner. Milli Mücadele yıllarında anavatanda olmayışını utangaç bir pişmanlıkla anar. Moskova’da, Kafkaslarda yeni bir rejimin inşasına şahit olmuş Aydemir artık Türkiye Cumhuriyeti’nin inşasına şahit olacaktır.

Gizli bir fırka olan TKP’ye girer ve Şefik Hüsnü yönetimindeki Aydınlık’ta yazmaya başlar. 1925 tevkifatında 10 yıla mahkum olur. Kazanan tarafta olma ilkesinden sapmanın bedelini hapisle öder ama 29 Ekim 1926’daki afla çıkar ve “inkılabın emrine” girmeye karar verir. Tek parti yıllarının mühim bir bürokratı olur hatta Atatürk’ün emriyle öğretmenliğe de başlar. Asıl büyük işi de Kadro dergisi (1932-1935) olur. Kadro ile rejimin resmi ideologluğunu yaparlar.

1951’de emekli edilir ve Ankara dışında bir çiftlik alır. Artık toprağa dönmüş, suyu bulmuştur. İktisaden ve siyaseten devletçi bir rejime yani Kızıl Elma’sına kavuşmuştur. 1959’da ilk baskısını yapan kitap burada biter. Kitapta haliyle olmayan bir gelişme daha olmuştur. Yeni, liberal Türkiye’nin kurallarına uygun olarak Aydemir girişimci olur ve çiftliğinde ürettiği tereyağı ile piyasaya girer. Bu 50 yıla yayılan geçişler ve kırılmalar aslında birçok kuşağın hikâyesini bir bıçak gibi ortadan ikiye böler. Kitabı bugün bile ölümsüz kılan Aydemir’in işte bu serüvendir. Ve bu serüveni anlatmadaki olağanüstü başarısı ile nefis Türkçesi…

Arka Kapak dergisi 25. sayı