Bilen Işıktaş – Namık Sinan Turan

“…Kalan Müzik etiketiyle piyasa sunulan Alaturka Records’un “Girizgâh – Taşplakların kaldığı yerden” başlıklı albüm büyük bir ekibin ürünü…”

Kubbede baki kalacak sadânın kubbeden haneye ulaşımı 1900’lerin başında Türkiye’de yaygınlaşan plak kayıtlarıyla olur. Thomas Edison, 18 Temmuz 1877’de ilk ses kayıt denemelerini gerçekleştirirken sonraki dönemin yalnızca teknolojik değil kültürel yaşamına da damga vuracak nitelikte bir buluşa imza attığının ne denli bilincindeydi tartışılabilir. Ama kısa bir süre sonra plak kayıtları müziği yalnızca konser salonlarının ve özel toplantıların ortamından çıkararak herkesin ulaşabileceği platformlara taşımıştır. Müziğin popülerleşmesi, kitleselleşmesi daha sonra Frankfurt Okulu temsilcilerinin eleştirdiği biçimde metalaşmasına, icra anlayışlarının sanatsal içerikten çok kitlenin hazzını tatmine yönelik dönüşmesine neden olacaktır. Bununla birlikte müzik sosyal yaşamın her alanında ulaşılabilen, yaşama eşlik eden ve renklendiren bir popülariteye kavuşacaktır.

Türkiye’de ticari amaçlı kayıtlar Sultan Abdülhamid döneminde, 1903’den itibaren gerçekleşmiştir. 1911–12 yıllarında Feriköy’de kurulan ilk yerli plak fabrika ve 1926’dan itibaren başlayan elektrikli kayıtlar yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Bugün nostaljik arayışların konusu olan taş plaklarla toplumun tanışması bu şekildedir. Ancak ulaşılabilir olduğu anlamına gelmemektedir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günlüklerinde 1950’li yıllarda bile yurtdışından ısmarlanan plakların nasıl heyecanla beklendiği görülebilir lakin plak Yakındoğu’lu halkların yaşamına girmiştir artık. Herkesin evinde olmasa bile kahvehanelerde, radyo yayınlarında ya da halka açık mesire yerlerinde plaklardan yükselen nağmeler yaşamı renklendirmeye başlamıştır. Plak ve kayıt sektörünün gelişimi müziği ulaşılabilir kılarken müzikal icranın saz ve vokal yıldızlarını da yaratacak müzik sektörünün gelişimine hizmet edecektir. Doğu Akdeniz bu anlamda öncü bir konuma sahiptir. Örneğin 1894’de Kahire’nin kozmopolit ortamında yer edinen plak sektörü Abdülvahhab ve Ümmü Gülsüm gibi efsanevi yıldızları yaratırken meşrutiyet yıllarında Tanburi Cemil, Hafız Yaşar ve Hafız Kemal gibi isimler halkın tanıdığı ve plaklarını talep ettiği isimlere dönüşmüştür.

Taş plaklar, popüler bir müzik piyasası yaratırken aslında yazılı olmayan bir müzik geleneğinin, icra tarzını, vokal ve sazdaki teknik süsleme anlayışını da modern çağlara taşımada aracılık ediyorlardı. A. Merriam, müziği incelerken üç analitik düzlemden oluşan bir modelden söz eder. Müziğin kavramsallaştırması, müziğe ilişkin davranışlar ve ses bu üç düzlemin unsurlarıdır. Sesin uzun zamanlı ve ulaşılabilir kılınmasında, arşivlenmesinde plak endüstrisinin rolü büyüktür. Bu müzikal icranın değişiminin izini sürebilmek için de araştırmacıya geniş imkanlar sunmaktadır. Öyle ki bugün müzikologlar 1910’larda ve 1940’lardaki gazel icrasının inceliklerini, aralarındaki ortaklık ve farklılaşmaları tespit edebilmek için taş plaklardaki icralara başvurmak zorundadırlar. Aslında plaklarda gizli nağmeler onların yapıldığı kültürün özgün müzikal motiflerini içermektedir. Örneğin Münir Nurettin’in Paris’teki ses eğitimi öncesindeki icra anlayışını, diyelim Mesud Cemil’in tanbur refakatinde icra edilmiş olan Hicaz gazelini ve Paris sonrası yaptığı bir kaydı karşılaştırarak dinlemek böylelikle dönüşümü taş plaklar sayesinde tespit etmek mümkündür. 1930’lu yıllarda Türkiye’de alaturka-alafranga tartışmaları bütün hızıyla sürerken devletin resmi söylemi Türk müziğine soğuk bir mesafe koymuşken gelenek halka radyolar aracılığıyla değil taş plaklar aracılığıyla aktarılacak, resmi müdahalenin neden olduğu kesinti plaklar sayesinde giderilecektir. Münir Nurettin, Safiye Ayla, Perihan Altındağ gibi isimler geleneğin sürdürülmesinde, yaşatılmasında plakların gücünden de yararlanarak ses tarihimizin efsanelerine dönüşecektir.

1950’lerin ikinci yarısından başlayarak 1960’lara uzanan süreçte 78 devirli taş plaklar 33 devirli ve daha uzun kayıt imkanı olan long play karşısında tozlu raflara kalkacaktır. Ta ki 1990’lı yıllarda koleksiyoncuların asla takipten bıkmadığı bu ses hazineleri keşfedilip, CD’ler halinde piyasaya sunulmaya başlayıncaya kadar. Hiç şüphesiz bu konuda Kalan Müziğin katkıları her türlü takdiri hak etmektedir. Münir Nurettin’in Darülelhan kayıtları, 3 CD olarak hazırlanan Gazeller, Sabite Tur, Safiye Ayla gibi büyük kadın icracıların nadide kayıtları, Selahattin Pınar ve Saadeddin Kaynak’ın, Hafız Yaşar’ın icralarına ulaşmak artık kolay. Ona karşı en mesafeli tutumu sergileyenler arasında bile sonraki yıllarıyla kıyaslandığında dengeli bir icra anlayışı olarak değerlendirilen Zeki Müren’in radyo icraları şehir efsanesi olmanın ötesinde kolay ulaşılabilen çalışmalar arasında. Kani Karaca’nın, Niyazi Sayın’ın ve Necdet Yaşar’ın sıra dışılığı, müzikal miraslarının derinliğini bugünün gençlerine aktaran da Kalan Müzik etiketli çalışmalardır.

Taş plaklara artan ilginin arkasında 1990’larda yaşanan siyasi buhranların, kültürel kopuş ve ekonomik dönüşümlerin izleri de var. Toplumsal anlamda nostalji tutkusu tüm zamanlarda rastlanabilecek bir tavır şüphesiz. Bir Sümer şiirinde her şey geçmişte daha iyiydi şeklindeki ifadeler, romantik nostaljinin kökleri konusunda fikir verebilir. Oysa kriz dönemlerinde geçmişin daha iyi olduğuna yönelik inanç ve özlemler artar. Zamanın kültürel kodlar üzerinde neden olduğu erozyon bu arayışları besler. Bugün postmodern Türk romanı karşısında geçmiş romancıların tadını, müzikal icralar karşısında geçmişin inceliğini bulamayanlar olması doğaldır. Zaman her şeyi değiştirdiği gibi kültürü ve ürünlerini de değiştirmektedir kaçınılmaz olarak. Geleneğin zenginliği ortadayken, bundan beslenerek yeni yollar keşfetmek gerekirken nostaljik tutkuyla bunların sıradan taklitlerini ortaya koymak musiki mirasına zarar verebilir. Mirası ve geleneği aktarmada günümüzde popüler nitelikli çalışmalar yıpratıcı etkiler bıraksa da emek ürünü projeler katkı sağlayabilir. Kalan Müzik etiketiyle piyasa sunulan “Girizgâh-Alaturka Records / Taş plakların kaldığı yerden” başlıklı albüm katkı sağlamaya yönelik yola çıkan bir ekibin ürünü.

Girizgâh albümü yaklaşık olarak beş yıllık bir emeğin hasadı. Hiç şüphesiz gelenekle modern arasında geçmişin kaybolan nağmelerine, icra anlayışına yönelik bir arayışın yansıması bu albüm. Söz konusu arayış albüm kitapçığında şu şekilde ifade ediliyor: “Geleneğin zirve dönemlerinde bu musikiden çıkan ses acaba nasıldı? Sorusunun cevabını bugün yüzde yüz kesinlik ifade eden bir şekilde veremiyoruz. Bu cevabı gelecekte insanlığın mutlaka başaracağına inanılan “uzaydan ses toplama” teknolojisi gerçekleşene kadar da veremeyeceğiz. Ama hissetmekten öte biliyoruz ki o sadâ bugün icrada tercih edilen akortlardan, kulaklarımıza sinen ve bizi çevreleyen musiki anlayışından, kısacası bugününkinden başka bir şeydi. Kuvvetle muhtemeldir ki taş plaklarda duyduğumuz musiki, geleneğin zirve dönemlerindeki sadâya çok daha yakındı… Taş plaklardaki musikiden uzaklaştıkça kaybımız çığ gibi büyüdü; üstelik bunun farkına dahi varamadık. Halbuki o ruhtan mahrum kaldıkça büyük bir zevk erozyonu yaşadığımız ortada. Şimdi o kaybı telafi edebileceğimiz bir fırsat yakaladığımızı hissediyoruz.”

İki CD’den oluşan çalışma neo-klasik dönemden erken cumhuriyet bestekarlarına ulaşan bir çizgiyi takip etmekte. Daha çok şarkı formunun örneklerine yer verilen bunun yanında İstanbul türküleri, koşma, nefes ve gazel formundan da örneklerin sunulduğu çalışmada Nasibin Mehmet Bey, Nigoğos Ağa, Rahmi Bey, Rıf’at Bey, Şakir Ağa, Şemseddin Ziya Bey, Şevki Bey, Şeyh Ethem Efendi, Tab’î Mustafa Efendi ve Zekai Dede gibi Türk müziğinin iz bırakmış bestekarlarınn eserleri icra edilmekte. Hal böyle olunca tüm bu farklı dönem bestekarlarının eserlerinin icra anlayışı, müzikal tavır farklılıkları gerek ses gerekse saz icrasında önemli bir beklenti oluşturuyor. Proje ekibi bu sorunu aşabilmek için her biri kendi icra anlayışında öne çıkan ses ve saz sanatkarlarıyla çalışmış. İnci Çayırlı, M. Doğan Dikmen, Esma Başbuğ, Mehmet Güntekin, Nazan Sıvacı gibi Türk müziği severlerin yıllardır yakından takip ettiği önemli ve deneyimli icracıların yanında Hamide Uysal, Yaprak Sayar, Gül Yazıcı, Tuğçe Pala, Atakan Akdaş gibi genç kuşağın yetenekli icracıları bu proje kapsamında bir araya gelmiş. Bunun yanında dini musiki alanında isim yapmış olan Aziz Bahriyeli ve Bekir Büyükbaş gibi isimler de katkıda bulunmuş. Ancak hemen belirtmek gerekir ki Alaturka Records ekibi aslında albümde yer alanlardan daha geniş bir topluluğu ifade ediyor. Aziz Hardal gibi günümüzün dini musiki alanındaki en önemli icracılarından, Nevzad Atlığ, Cüneyt Kosal ve Amir Ateş gibi ustalara uzanan değerli isimler projenin hazırlanması sürecinde desteklerini ortaya koymuştur. Son yıllarda eski İstanbul fasıllarını yeniden yaşatmaya yönelik çabalarıyla öne çıkan, aynı zamanda projenin koordinatörlüğünü de üstlenen Mehmet Güntekin de bir Bektaşi nefesiyle albümde yer alıyor.

M. Doğan Dikmen, Bekir Sıtkı Sezgin ve bir bakıma Münir Nurettin Selçuk ekolünün günümüzdeki en yetkin temsilcileri arasında yer alıyor. Üslup olarak klasikçi tavrı, yüksek zevki ve daima zor olanın peşinde koşması icrasının ana karakterini oluşturuyor. Dikmen, genellikle klasik eserlerdeki yetkinliğiyle öne çıkmasına rağmen burada kimi zaman solist olarak, kimi zaman Esma Başbuğ, Hamide Uysal ve Yaprak Sayar ile olan toplu icralarda taşplak devri müzikal mirasını günümüze taşıyor. Kâh Faiz Kapancı’nın Hicaz şarkısı “Okşadım saçlarını” icrasında kâh Şevki Bey’in “Hicran oku sinem deler” adlı Hüseyni şarkısında başarılı bir icra örneği sunuyor. Özellikle diksiyon ve artikülasyondaki yetkinliğiyle gençlere ideal bir örnek oluşturuyor. Türk müziği kadın icracılar içinde apayrı bir yere sahip olan İnci Çayırlı büyük birikimini ve tartışılmaz icracılığını tek bir eserde Şeyh Ethem Efendi’ye ait Kürdilihicazkâr “Yeşillendi yine” adlı şarkıda sergiliyor. Esma Başbuğ, taşplak döneminin Seyyah Hanım’ını anımsatacak biçimde söylediği Kaptanzade Ali Rıza Bey’in Ferahfeza şarkısı “Cici beyim gel” de ayrı bir tavır, Nasibin Mehmet Bey’in “Kederden mi neden bilmem” adlı Hicaz eserinde ayrı bir tavır gösteriyor. İlkindeki tango havası ikinci eserde yerini Lale ve Nergis Hanımların havasını anımsatan bir tavra bırakıyor. Esma Başbuğ önemli kadın seslerinden biri olarak farklı tavırlar arasında dikkatli bir yolculuk yapıyor. Uzun hazırlık süreci içinde Meşkhane olarak tanımlanan bölümde Türk müziğinin önde gelen isimlerinden Süheyla Altmışdört, İnci Çayırlı, Abdi Coşkun, Erol Sayan ve Fikret Karakaya gibi ustaların dönem icralarının özelliklerine dair birikimlerini paylaşmalarının solistlerin icrası üzerindeki etkisi açıkça hissediliyor.

Girizgâh’ta Türk müziği adına umutları yeşertecek önemli bir detay olduğu rahatlıkla söylenebilir. O da genç kuşak icracıların dikkat çekici performansları. Bu çalışmadaki amaç hiçbir katılımcısının bireysel starlık peşinde olmadığı ve kolektif bir fikrin etrafında birleştiği bir eser ortaya koymak. Toplu icralarda bu durum açıkça hissediliyor. Ancak kabul etmek gerekir ki Dikmen ve Çayırlı gibi önemli ustaların yanında özellikle iki genç kadın icracının varlığı albümde amaçlanan hedefe ulaşılması yolunda önemli bir katkı sağlıyor. Bunlardan ilki son yıllarda ismi gittikçe öne çıkan, lirik soprano sesiyle Safiye Ayla gibi büyük icracıların izinde olduğu hissini uyandıran Yaprak Sayar. Okuduğu her esere özel bir renk ve lezzet kattığı ortada. Diğeri ise Türk müziği severlerin bundan sonra çok daha yakından tanımak isteyecekleri çok özel bir ses; Hamide Uysal. Uysal’ın icrası onun gelenekten beslenen tavrını hemen ortaya koyuyor. Kendisini tanımadan dahi eski icra anlayışını ve taş plaklardaki yorumları çok iyi analiz edip üzerinde dikkatlice çalıştığını söyleyebiliriz. Sesi son derece karakteristik, adeta Türk müziğinin büyük yıldızlarından Sabite Tur’un, Perihan Altındağ’ın asil havası onda hissediliyor. Geleneksel üslubunun ardında Alâeddin Yavaşça gibi bir üstadın öğrencisi olmasının da etkisi olsa gerek. Bununla birlikte Uysal’ın tavrı son derece kendine özgü ve hazmedilmiş bir sentezin ürünü. Söz konusu durumu açıkça tespit edebilmek için onun sesinden dinleyiciye ulaşan iki eseri ard arda dinlemek yeterli. Rahmi Bey’e ait Nihavend şarkı “Süzüp süzüp de ey melek”de son derece romantik ve lirik bir üslubu varken, Uşşak koşma “Cihanda var mıdır acep”de coşkulu ama bir o kadar dengeli bir söyleyiş biçimi ortaya koyuyor. Dikkat çeken bir başka genç solist ise Atakan Akdaş, son derece etkili bir sese ve hançereye sahip, “Beylerbeyi yosmaları” isimli anonim eserde okuduğu gazel ayrı bir renk katıyor albüme. Benzer bir renk de Bekir Büyükbaş’ın söylediği “Ada sahillerinde bekliyorum”. Bu eser taş plak ve radyolu yıllarda Necmi Rıza Ahıskan ile özdeşleşmiş bir eser. Bekir Büyükbaş okuyuş tarzı olarak eski üslubu izlerken Ahıskan’ın ifadesini taklitten özenle kaçınıyor.

Taş plak döneminin sadâsını yakalamayı amaçlayan bu çalışmada saz eşlikleri geçmiş dönemlerin zevkinde olduğu gibi vokal icraların gerisinde kalmayı tercih ediyor. Yani son derece yalın ve klasik bir icra var. Projenin destekçilerinden Murat Bardakçı’nın yanı sıra Hakan Talu (tanbur), Uğur Işık (çello, ud), İhsan Özer (kanun, santur), Kemal Caba (keman, rebap), Tanju Erol (klarnet), Hasan Esen (sine kemanı, kemençe), Fahrettin Yarkın (ritm) gibi değerli sazendeler burada yer almaktadır. Dönem müziğinin özelliklerini ve üslubunu belirtmeye yarayan sazlardan Rebab ve Santur’a da yer verildiği görülmektedir. İcraların genelde günümüz icra anlayışından uzak, geçmişe özlem duyan klasik bir anlayışıyla şekillendiği anlaşılmaktadır.

Alaturka Records’un genel sanat yönetmeni Uğur Işık’ın büyük fedakarlıklarla hazırladığı ortamda üretilen bu çalışma Türk Musikisi Vakfı gibi kurumlarca da desteklenmiştir. Proje 2013 yılı içinde Itrî Klasik Türk Musikisi ödüllerinde yılın projesi ödülüne de layık bulunmuştur.

Girizgâh – Alaturka Records
Kalan Müzik
Prodüktör-Sanat Yönetmeni: Uğur Işık,
Koordinatör-Metin Yazarı: Mehmet Güntekin
Görsel Yönetmen-Fotoğraflar: Çiğdem Işık,
Teknik Danışman: Murat Tunalı
Kayıtlar: H&H Stüdyo

Takipçiler, bu projenin kapsamı ve hedefleriyle ilgili internet sayfasına bakabilir. http://www.alaturkarecords.com