Emine Uçak Erdoğan


Şehirlerden dağ köylerine, opera binasından kadim kiliselere, çarşılardan tren istasyonlarına Ermenistan’ın tarihi ve coğrafik güzelliklerini, farklı insan öykülerinin eşliğinde anlatan bir kitap; Taşlar Ülkesinde Yolculuk. Rus Yazar Vasili Grossman’ın 1961’de Ermenistan’a yaptığı iki aylık yolculuğa dair tanıklıklarından oluşan kitabı, Yetvart Danzikyan, Agos’taki köşesinde şöyle anlatıyor: “Kuru kuruya seyahat notları değildir bunlar. Grossman Ermenistan’a ayak basar basmaz tanıştığı, sohbet ettiği kişilerde, kent ve köy estetiğinde, mimaride, anıtlarda, o devasa Stalin anıtında, gözlediği her karakterde Ermenilerin o gününe, Sovyet rejimi ve bilhassa da Stalin ile ilişkilerine, tarihine dair derinlemesine bir şeyler keşfeder ve o keşiflerini sosyalist ama iktidar ile mesafeli bir edebiyatçının imbiğinden geçirerek tüm gücüyle satırlara yansıtır. Dolayısıyla Ermenistan’a ve Ermeni kimliğine, tarihine dair güçlü ve edebi bir metinle karşı karşıya olduğumuzu bilelim.”


Taşlar Ülkesine Yolculuk
Vasili Grossman
Çevirmen: Yulva Muhurcişi
Aras Yayıncılık

Grossman günlük, hikâye, deneme gibi farklı türlerle oluşturduğu gezi notlarını; felsefî yönü kuvvetli ve eleştirel bir duruşla; dönemin milliyetçilik, özgürlük gibi siyasi tartışmalarını, Ermeni kimliğinin oluşumundaki acı yazgıları da katarak kaleme almış. Bu anlatılar, Erivan’daki son gecemizde yaşadığımız dokunaklı tanıklığı hatırlattı bana. Veda yemeğimizin düzenlendiği lokantanın hemen karşısındaki gece kulübünün bekçisinin, mimar yazar Zakarya Mildanoğlu ile olan sohbeti hepimizi derinden etkilemişti. Mildanoğlu dönüşünde bu tanıklığı Agos’taki köşesinde su cümlelerle anlatıyordu: “Bir saattir burada dikilmiş ne yapıyorsun?” diye takılıyorum. Aldığım cevap “Memleketimin sesini dinliyorum. Siz Türkçe konuşuyorsunuz, o benim memleketimin sesi.” O an sendelemedim desem yalan olur. Bu nasıl duygu, hasret, nasıl bir memleket sevgisiydi… Ermeni edebiyatında “yergir” (memleket) kelimesinin niye bu kadar çok yer bulduğunu bir kez daha anlıyorum.

Grossman, yabancı bir şehrin sokağındaki ilk dakikaların özel olduğunu ve insanın o dakikalarda bir tanrı gibi yeni bir dünya yarattığını savunarak, Taşlar Ülkesinde Yolculuk’ta kendi Ermenistan’ını yarattığını dile getiriyor. Onun yarattığı Ermenistan’da Erivan’ın ruhu ise avlulardan oluşuyor: “Erivan’ın ruhunu, özünü oluşturan şey kiliseleri, idari binaları, tren istasyonları, tiyatrosu ve flarmoni binası, üç katlı alışveriş mağazası değil işte bu avlulardır. Düz çatılar, merdivenler, küçük merdivenler, küçük koridorlar, küçük balkonlar, teraslar, küçük teraslar, çınarlar, incir ağacı, üzüm asması, küçük masalar, küçük banklar, geçitler, verandalar hepsi uyumlu bir şekilde bir arada kaynaşmış, birbirinin içine geçmiş. Şimdiki zaman ile kervansaraylar, deve patikaları zamanlarını birbirine bağlayan avlular…” Tüf taşından yapılan pembe renkli binaları, geniş meydanları, parkları ve en çok da her köşe başında buz gibi kaynak suyu olan çeşmeleriyle Erivan o günlerden bugüne avlularını taşıyabilmiş. Grossman’ın uzun uzun anlattığı şehrin her yerinden görünen Stalin heykeli ise artık yok.

Kitapta, “Erivan’ın üzerindeki bir tepede Stalin heykeli durur. Nereden bakarsanız bakın bu devasa bronz mareşali görmek mümkündür. Uzak bir gezegende bulunan bir kozmonot Ermenistan’ın başkentinde yükselen bu bronz devi görecek olsa, bunun büyük ve korkunç bir hükümdara ait bir heykel olduğunu hemen anlardı.” olarak tarif edilen heykel 1967’de kaldırılmış, onun yerine Mayr Hayasdan (Ermenistan Ana) heykeli dikilmiş. Heykel demişken Erivan’ın park ve meydanlarının bu yönden çok zengin olduğunu da ekleyelim.

Grossman, Sevan Gölü ile Ararat’ın (Ağrı Dağı) yeryüzünden çok gökyüzüne yakışır güzellikte olduğunu belirtiyor notlarında: “Ararat Dağı’nı görüyorum. Mavi gökyüzünün üzerinde dikiliyor, yumuşak ve narin çizgiler var, sanki yeryüzünden değil de gökyüzünden yükseliyor, bulutlar ve gökyüzü mavisi yüzünden daha da yoğun bir görünüm alıyor. Kutsal kitabı yazan gözler işte bu karlı mavi beyaz, güneş altında parlayan dağa bakmış olmalı.” Havanın kapalı olması sebebiyle, tuvallerden ipek boyamalara, şiirlerden romanlara nice sanat eserine konu olan Ararat’ı; ne Erivan’da ne de Türkiye sınırına sekiz kilometre uzaklıktaki Khor Virap manastırında görmek kısmet olmadı. Ama sisler içindeki siluet bile ihtişamını hissettirmeye yetiyor. Derin kuyu anlamına gelen manastırın tarihi, MS.300 yıllarına dayanıyor ve Ermeniler arasında Hristiyanlığı yayan Surp Krikor Lusavoriç’in burada 13 yıl tutsak kaldığı anlatılıyor. Burası aynı zamanda Ermeniler için hac mekânlarından.

Grossman’ın Sevan Gölü’nü yeryüzüne ait değilmiş gibi değerlendirmesinin sebebi; gölün kurak bir bölgede birdenbire masmavi sularıyla ortaya çıkması. “Nasıl yontulmuş parlak bir mücevherin, üzerinde bulunduğu siyah kadife kumaşla bir ilgisi yoksa Sevan’ın da taşlık ve kuru toprakla bir ilgisi yok. Isı ve rüzgârın pişirdiği, zamanın jeolojik ağırlığının törpülediği kuru dağlar ve tepeler ve onların arasında masmavi bir su… Bu masmavi su dünyevi değil gibi, sanki gökyüzünden ayrılmış, bıçakla sıyrılmış. Deniz seviyesinden çok gökyüzü seviyesine daha yakın sanki. Bu masmavi suda balıkların yaşaması da ilginç. İnsan Sevan’ın yüzeyinde cennet kuşlarının uçmasını bekliyor.”

Grossman’ın, “Kayalıkların içine oyulmuş, taşın içinden doğmuş bir mucize adeta. Bu mucize sadece dev bir yeteneğe değil aynı zamanda dev bir inanca sahip insanların otuz yıllık emeklerinin ürünü. Dağın içinde böyle uyumlu, zarif ve görkemli bir kilise yontarak şekil veren kişi şu sözleri üzerine kazımış: Dualarınızda beni unutmayın. Geghard Manastırı, Ermenistan’ın en etkileyici dini mekânlarından. Hz. İsa’nın yakalanıp çarmıha gerilmesinden sonra ilk Hristiyanlar Erivan’a yaklaşık elli kilometre uzaklıktaki bu dağlık bölgeye kaçmış. Manastırın ilk hâli o vakitler kayalar oyularak inşa edilmiş. Geghard, İsa’nın ölüp ölmediğini anlamak için vücuduna batırılan mızrak ucuna verilen Ermenice isim, o mızraklardan birinin ucunun da bu manastırda olduğu, sonra Eçmiyadzin’e götürüldüğü söyleniyor. 4. yüzyılda inşa edilen ve UNESCO listesindeki manastırın içi gerçekten çok etkileyici. Tamamen kayalar oyularak yapılmış, bazı bölümler neredeyse hiç aydınlatılmamış, önemli bir özelliği de akustiği. Taş işlemelerdeki motif, kabartma ve desenler ile an arka bölümde hâlen duran ayazması da görülmeye değer. Tabii bir de mezar taşları.

Erivan’ı avlularla özdeşleştiren Grossman’ın Ermenistan’ın tümüne dair zihnine kazılan ise; kitabın isminden de anlaşılacağı üzere “taş” olmuş: “Ermenistan’a geldiğimde gördüğüm ilk şey taştı ve ülkeden taşın görüntüsü zihnime kazınmış olarak ayrıldım. Bir insanın yüzündeki her detayı değil de; sert çizgiler, uysal gözler, belki de kalın ve ıslak dudaklar gibi karakterini ve ruhunu en iyi yansıtan birtakım özellikleri hatırlarız sadece. Bana göre Ermenistan’ın karakterini ve ruhunu Sevan Gölü’nün mavisi, kayısı bahçeleri, üzüm bağları, Ararat Vadisi değil de taş yansıtıyordu.”

Benim zihnime kazınan taşlar ise metrelerce uzunluktaki birbirinden etkileyici işlemeleriyle haçkarlar oluyor. Özgün bir Ermeni sanatı olan bu mezar taşları ve süslemeleri kadim bir kültürün bekçileri gibi yükseliyorlar. Özellikle Ecmiyazdin’deki haçkarlar… Ecmiyazdin, Hristiyanlığı devlet dini olarak kabul eden ilk topluluk olan Ermeniler’in devlet tarafından yapılan ilk kilisesi. Şöyle bir anlatısı var: Hz. İsa Surp Krikor’un rüyasına girmiş, altın bir çekici yere vurarak oraya bir ibadethane inşa edilmesini istemiş. Bunun üzerine 301’de kilise inşa edilmiş. Ecmiyazdin “Tanrı’nın tek oğlu yere indi” anlamına geliyor. Tüm Ermeniler Katolikosu’nun makamı da burada ayrıca yeni kilise, katedral ve anıtlarla bir kompleks hâline getirilmiş.

Arka Kapak dergisi 32. sayı