Ümit Yaşar Özkan

Behçet Necatigil, “Kitaplarda Ölmek” adlı şiirinde bütün varlığı, paranteze alınmış doğum ve ölüm tarihleri arasındaki çizgiye hapsedilen şairin/yazarın hüznüne kayıt düşer. Şiiri: “Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki/ Öldürebilirsiniz.” diyerek biraz da sitemle bitirir Necatigil. “Sükût suikastı” söz konusuysa “okur” yeni öldürme biçimleri bulmakta gayet yaratıcıdır. Bugünün okumaktan çok takip eden-edilen okumaz okur güruhu için marka değeri taşıyan bir isim ve fotoğraf yeterlidir. Bu isim ve fotoğrafın içini istediğiniz gibi “doldurabilirsiniz”. Yazarın yeni sanal kimliği ve sahte şiirleri inanılmaz bir hızla yayılırken bu isim ve yüz üzerine kurulmuş pespaye bir mitoloji de palazlanıp pazarlanacaktır. Sanal âlemin bunca tantanası sürüp giderken şairin/yazarın sahici varlığını hatırlatmak için sessizce karınca sabrıyla çalışanlar da olacaktır.

Erhan Altan, Turgut Uyar üzerine Tomris Uyar’la yaptığı söyleşiyi “ben koşarım aşağlara, koşarım” adıyla kitaplaştırmış. İlk baskısını 2005, ikinci baskısını 2013 yılında yapan kitabın sunuşunda Altan, söyleşileri yapmaktaki motivasyonunun “şairin insani varlığının tamamen yitmesine küçük bir karşı koyma çabası” olduğunu söylüyor. Sanal gürültüden sıyrılıp şairin sahici portresine ulaşmak isteyen okur için Altan’ın motivasyonu bugün daha da anlamlı ve değerli kuşkusuz.

Keskin ve incelikli dikkatine, Gündökümü adını verdiği günlüklerinden aşina olduğumuz Tomris Uyar, hayat arkadaşının hikâyesine dair can alıcı izlenimler paylaşıyor. Turgut Uyar’ı gerçekten tanımak isteyenlerin başka bir kaynakta bulamayacakları birinci elden tanıklık ve gözlemler var kitapta: Dostluklar; dostlarla gidilen mekânlar; Accident Prone “kazaya yatkınlık”; sibernetik, bilim ve matematiğe düşkünlük; militan ve aksiyon adamı olamamak; kent yadırgaması, dağ ve bozkır sevgisi…

Tomris Uyar bir yerde Turgut Uyar’ı Edip Cansever’le birlikte tarif eder. “İkisi de göründüğü kadardı ve göründüğü gibiydi”. Kitabın ikinci baskısına eklenen TDK Yazışmaları’nda (1969) bu netlik ve hakikilik vurgusunun somut hâle geldiğini görürüz. Turgut Uyar, Papirüs dergisinin Aralık 1967 tarihli 19. sayısında Ahmet Kutsi Tecer’le ilgili “Şimal Rüzgârı” adlı bir yazı yazmıştır. TDK, bu yazıda geçen “Ahmet Kutsi Tecer, temelsiz bir devrimin bütün sonuçlarını ister istemez yüklenen bir yarı şairdir” cümlesindeki “temelsiz devrim” ifadesine takılmış, şairin Atatürk devrimlerini küçümsediği, benimsemediği iddiasıyla hakkında işlem yapma kararı almıştır. Bu ifadeden şairin dil devriminin amacını benimsemeyişine varan bir çıkarım bile yapılmış ve Türk Dil Kurumu üyesi olan şairden yazılı savunma istenmiştir. Turgut Uyar cevabında, kurulun aldığı kararı şaşkınlıkla karşıladığını, “böyle sudan bir suçlamaya karş” savunma hatta açıklama yapmayı gereksiz bulduğunu söyler. Ama yine de birkaç noktayı kurulun dikkatine sunar. Kurumu kendi tutarsızlıklarıyla yüzleşmeye çağırır. Tavrı, Tomris Uyar’ın tarif ettiği gibi “hakiki” ve “göründüğü kadar”dır. Alınacak karar onu ilgilendirmemektedir. O inandığı gibi hareket etmeye devam edecektir. Bir soruşturmanın muhatabı hâline getirilmek istenen Turgut Uyar, kendisine biçilen bu rolü kabul etmez, sorgulayıcı konumuna geçerek kurumu savunma pozisyonuna sokar. Sonuçta “savunması” kurum tarafından benimsenir ve oy çokluğu ile Turgut Uyar’ın “tüzükte yazılı cezalardan herhangi birisinin uygulanmasına yer olmadığına” karar verilir.

Peki, daha sonra Bir Şiirden adlı kitabına aldığı yazıda kurumun takıldığı bu ifadeleri neden değiştirmiştir Uyar? “Temelsiz devrim”, “süregelen iğretilik” olmuştur. Bu kesinlikle bir ricat değildir. Bahis konusu olan düzeltme, bildiklerinin ötesine, bulduklarının üstüne çıkmak isteyen Turgut Uyar’ın alışkanlıklara karşı duyduğu gittikçe şiddetlenen “kaşıntı”nın eseridir. 

Arka Kapak dergisi 25. sayı